Düzenin siyaset arenasında yaşanan hareketlilik dikkat çekici bir şekilde artıyor. Ortada ilan edilmiş bir seçim olmamakla birlikte, düzen partileri ‘seçim atmosferi’ varmış gibi hareket ediyorlar. AKP-MHP koalisyonunun önde gelen şefleri Tayyip Erdoğan’la Devlet Bahçeli ise, mafyatik rejimlerinin enkazı altında kalmadan ‘paçayı kurtarma’nın hesabını yapıyorlar. Bundan dolayı ya saçma sapan laflar ediyor ya da ağızlarını açtıklarında etrafa kin, nefret ve irin saçıyorlar.
Sermaye iktidarının tepesinde bu ikilinin olması, Türkiye’deki kapitalist sistemin iliklerine dek kokuştuğunun çarpıcı bir göstergesidir. Zira ‘siyaset yoğunlaşmış ekonomi’dir ve bu dinci-faşist ikili burjuvazinin önde gelen politik temsilcileridir. Burjuvazi, yıpranan figüranlarını yenileriyle değiştirme eğiliminde olan bir sınıftır. Buna rağmen 19 yıl boyunca Tayyip Erdoğan’ı başta tutması hem bu sınıfın siyasi temsilcileri gibi kokuştuğunu hem politik alanda etkili olabilecek figürler yetiştirmekte zorlandığını gözler önüne seriyor.
Çivisi çıkmış rejim zorbalıkla kendini dayatıyor
Dinci-faşist rejimin hiçbir iler tutar yanı kalmasa da kaba şiddete yaslanarak ayakta duruyor. Devletin kurumları tarikatlar ve çeteler tarafından parsellenmiş, ekonomi sürünüyor, milyonlar sefalete mahkum edilmiş, pandemide insan kıyımı devam ediyor, dış politika tam bir rezaletler ve fiyaskolar zinciri… Hal böyleyken rejimin şefleri utanıp sıkılmadan her gün bütün TV kanallarının ekranlarını işgal ederek ipe sapa gelmez vaazlarla halkı taciz ediyorlar.
İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, Kürtler, Aleviler ve toplumun öteki ezilen tüm kesimleri için bu rejimin işbaşında kalması tam bir karabasandır. Kaba kuvvetle ülkenin üzerine çöken, yağma ve talana devam eden, sarayın SADAT, TÜGVA gibi paravan örgütlerinin mensuplarını devletin kritik kademelerine yerleştiren, bunları yaparken dini de arsızca kullanan rejimden yaka silkenler, artık toplumun çoğunluğunu oluşturuyor. AKP-MHP belasını ülkenin başına saran sermaye sınıfı ve emperyalistler ise, bu rejimin emekçilere düşman politikalarını her zaman takdir ettiler. Şimdilerde, Tayyip Erdoğan’ın kendi bekası için attığı bazı adımlardan rahatsızlık duyuyorlar. Buna rejimin kitle desteğini yitirmesi eklenince, AKP-MHP ikilisinin efendileri için işlevselliği azaldı.
Belirtmek gerekiyor ki dikta rejimden ne emperyalistlerin ne de büyük burjuvazinin bir şikayeti var. Onlar diktatörlükten çok, diktatörün bir takım ipe sapa gelmez icraatlarından rahatsızlar. Diktatörün gitmesi, rejimin ise baki kalması onlar için yeterli olacaktır. Dikta rejime zemini kendileri hazırladığına göre, figüranların değişmesi ve bir takım yüzeysel düzeltmeler yapılması onlara kafi gelecektir.
Düzen muhalefetinin "erken bahar" vaadi
Millet İttifakı adı altında toplanan burjuva muhalefet partilerinin özgüveni son dönemde artmış görünüyor. Cumhur İttifakı adıyla anılan dinci-faşist rejimin kitle desteğini yitirmesi, düzen muhalefetinin beklentilerini arttırdı. Göründüğü kadarıyla Tayyip Erdoğan sonrasına hazırlık giderek somut bir hal alıyor. Altı parti arasında sıklaşan görüşme trafiği, HDP ve Kürt sorunu konusunda nispeten ‘ılımlı’ bir söylem kullanmaya başlamaları, geleceğe dönük vaatler çıtasını yükseltmeleri gibi birçok veri, yönetim değişikliği için yapılan hazırlığın sistemin efendileri tarafından da onaylandığına işaret ediyor.
Millet İttifakı’nın lideri kabul edilen CHP ve onun lideri Kemal Kılıçdaroğlu topluma ‘önemli’ vaatlerde bulunmaya başladı. Tek adam rejimi yerine ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ getireceklerini söyleyen muhalefet partileri hem rejime karşı biriken öfkeyi yumuşatmaya hem de kapitalist sistemin yerlerde sürünen imajını düzeltmeye çalışıyorlar.
Fakat çivisi çıkmış bir rejimin imajını düzeltmenin kolay olmadığını onlar da biliyor. Nitekim “Acil reçete” hazırlayan CHP, toplumun farklı kesimlerine birçok vaatte bulunuyor. Kriz derin ve çok yönlü olduğundan vaatler çıtası da yüksek tutulmuş. Sistemin döne döne yeniden ürettiği işsizlik, yoksulluk, demokrasi, insan hakları, Kürt sorunu, Alevi sorunu, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, KHK mağdurları, Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT), tarımsal üretim ve daha pek çok sorunu çözme vaadinde bulunuyorlar. Buna göre seçimler olacak, saray rejimi sandıkta yenilip dağılacak, muhalefet partileri başa geçip sistemi restore edecekler. Oysa bu süslü vaatleri son dönemde sıkça tekrarlayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi de pek rahat görünmüyor. Kılıçdaroğlu, rejimin siyasi cinayetleri yeniden başlatmasından endişe duyduğunu açıkladı. CHP’li bazı milletvekilleri ise, can güvenliklerinin olmadığını söylüyorlar.
Düzen muhalefetinin vadettiği şey, esas olarak AKP-MHP kabusunu ülkenin başına saran sistemi restore etmekten başka bir anlam taşımıyor. Elbette toplumun çoğunluğu saraylarda sefahat süren, şatafat düşkünü dinci-faşist zorbalardan kurtulmak istiyor. Bu meşru ve haklı bir taleptir. Ancak sorun bununla bitmiyor. Yerine ne konulacak? Kurulacak yönetim işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar ve tüm ezilenler için ne ifade edecek ya da hangi sorunlara nasıl çözümler üretecek? Bol keseden verilen vaatlere değil, sistemin gerçekliğine bakıldığında, toplumsal sorunların hiçbirinin çözülmeyeceğini öngörmek zor değil. Bu bağlamda ‘erken bahar’ vaatlerinin bazı yüzeysel değişikliklerin ötesine çok geçmeyeceğini vurgulamak gerekiyor. O kadarı bile, saray rejiminin ‘normal’ yollarla gitmesine bağlıdır. Ülkenin yakın tarihine bakıldığında, bu türden ‘iyimser’ vaatlerin defalarca gündeme getirildiği ancak sonucun hep tersi olduğu görülecektir. Figüranlar değişiyor ama sömürü düzenin çarkları aynı şekilde dönmeye devam ediyor.
Parlamenter hayaller yeniden yeşerme eğiliminde
Sistemi restore etme hazırlığı sürecinde HDP’ye yaklaşımda bir ‘yumuşama’ olacağının ipuçları görülmeye başladı. Kürt sorununun düzeniçi çözümü konusunda söylem sınırlarında bir değişim gözleniyor. İyi Parti’nin “HDP’nin meşruluğu tartışılamaz” yönlü açıklaması, değişimin belirgin örneklerinden biriydi.
Bekleneceği gibi HDP de bu gelişmeye olumlu yanıt verdi. Parlamentoyu çözüm platformu olarak kabul eden bir partinin farklı bir tavır geliştirmesi kolay değildi. HDP’nin “Demokrasi Tutum Belgesi (DTB)” yayınlayarak tutumunu ortaya koyması, düzen partileri tarafından da olumlu karşılandı. Taraflar, karşılıklı olarak en azından yakın gelecek için bir tür ‘tutum ortaklığı’ içinde olacakları mesajını verdiler.
Tutum Belgesi, sistemin döne döne yeniden ürettiği ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, kadın, çevre gibi temel sorunları içerecek kapsamda hazırlanmış. Belgede dile getirilenler haklı ve meşru taleplerdir. Bu yönüyle belge kulağa hoş da geliyor. Ne de olsa söz konusu olan tüm ilerici-devrimci güçlerin ortaklaştığı talepleridir. HDP’nin bu sorunların çözüm yerinin Meclis olduğunu ilan etmesinin temeli olmasa da bir mantığı var. Sorun, belgenin cazibesine kapılan sol hareketlerin parlamenter hayallere kapılma eğiliminin belirmesinde düğümleniyor.
Gerekli olan, devrimci alternatifi güçlendirmektir
Toplumun büyük çoğunluğu gibi işçi sınıfıyla emekçiler de haklı olarak kokuşmuş mafyatik rejimden bıkmış, saraylarda sefahat süren zorbaların suratını görmek istemiyor. Rejimden bıkan ama sınıfsal talepleri ve özlemleri için örgütlü mücadeleyi geliştiremeyen emekçilerin, düzen muhalefeti tarafından vadedilen ‘erken bahar’ın havasına kapılmaları mümkündür. Sola ve sosyalizme daha yakın olanların ise HDP’nin açıkladığı belgeden daha çok etkilenmeleri ve beklenti içine girmeleri muhtemeledir.
Etkilenmeler, beklentiler, umutlanmalar, iyimserlikler şaşırtıcı değil elbet. Sorun bu düzenin döne döne yeniden ürettiği sorunlara çözüm üretme kapasitesi, niyeti ve isteğinden yoksun olmasıdır. Dolayısıyla bu düzenden beklentilerin de döne döne hayal kırıklıkları, umutsuzluk, moral dağılma gibi olumsuzluklarla sonuçlanmaya mahkum olmasıdır. Bu zıt ruh halinin en belirgin örneğini 2015’te 7 Haziran ila 1 Kasım seçimleri arası süreçte görmüştük.
Bu tabloda eksik olan, gerçek çözüm önerebilen ve meşru-fiili mücadeleye odaklanan devrimci alternatiftir. Devrimci alternatif geliştirilip işçi sınıfı, emekçiler ve tüm ezilenler için bir umut olarak kabul görene kadar, yazık ki düzenin kısır döngüsü işlemeye devam edecek. Bu bağlamda emekçi kitlelerin beklentiler içine girmesi, şu veya bu burjuva akımın kuyruğuna takılmaları hoş olmasa da anlaşılır bir durumdur. Ancak devrimci olma iddiası taşıyanlar için durum öyle değil. Onların her koşulda emekçi kitlelere gerçekleri söylemek, onları temelsiz hayaller konusunda uyarmak, devrimci alternatifi güçlendirmek ve emekçileri devrimci bayrak altında birleşmeye ve mücadele etmeye çağırmak gibi bir sorumlulukları vardır.
Rejimdeki kokuşmanın ayyuka çıktığı, sistemden umut kesenlerin sayısının arttığı bu dönemde esas olan devrimci alternatifi geliştirip güçlendirmektir. En azından devrimcilik iddiasında ciddi ve samimi olanlar için…