Taksim saldırısı ve devamında yaşanan gelişmeler, gerici-faşist rejimin kirli ve kanlı bir senaryoyu devreye soktuğunu gözler önüne serdi. Saldırının tozu dumanı içerisinde, dezenformasyona dayalı tutarsız ve şaibeli açıklamalar eşliğinde hızla Kürt halkı ve hareketi hedefe konuldu. Devamında ise emperyalist merkezlerin verdiği icazetle Güney Kürdistan’ı ve Rojava’yı hedef alan hava saldırısı başlatıldı. Şu günlerde ise kara harekatının başlayacağına dair haberler servis ediliyor.
***
Taksim’de yaşanan bombalı saldırı ve akabinde devreye sokulan kirli savaş konseptinin zamanlaması ise fazlasıyla manidardır. Zira, gerici-faşist rejimin üst üste binmiş çok yönlü krizleri yönetmekte güçlük çektiği, içeride ve uluslararası ilişkilerde yaşadığı açmazların manevra alanlarını iyiden iyiye daraltarak köşeye sıkıştırdığı bir süreçte kirli savaş politikasının startı verildi. Dahası, kontrolden çıkan ekonomik-mali krizin toplumsal yaşamın bir dizi alanında ekonomik-sosyal yıkımı derinleştirdiği ve buna bağlı olarak başta işçi ve emekçiler olmak üzere, farklı toplumsal kesimlerin Erdoğan yönetimine karşı tepkisinin günbegün yoğunlaştığı bir dönemden geçiliyor. Bütünlüğü içerisinde bu tablo, özellikle seçim takviminin ilerlediği şu günlerde kendi bekasına ve iktidar gücünü elinde tutmaya odaklanmış bulunan gerici-faşist rejimi fazlasıyla huzursuz ediyor ve bir başka cepheden açmaza alıyor.
Uzunca bir süredir ayağının altındaki toprağın kaydığını bizzat hisseden ve toplumsal desteği eriyen gerici-faşist rejimin, iktidar gücünü elinde tutmak için her türden kirli-kanlı yönteme başvurmaktan geri durmayacağı ise deneyimlerle sabittir. Son Taksim saldırısı ve devamında yaşanan gelişmeler bu gerçeği bir kez daha ayna tutmaktadır ve bu çerçevede ele alınmalıdır.
Taksim saldırısı, kirli savaş ve iktidarın hesapları
Açıkça görülüyor ki, AKP-MHP iktidarı Taksim’de gerçekleştirilen bombalı saldırı ve Güney Kürdistan ile Rojava’yı hedef alan askeri harekatlar üzerinden toplumu ve düzen siyasetini bir kez daha “savaş konseptine” göre dizayn etmeyi amaçlamaktadır.
Bu kapsamda bir yandan düzen muhalefetini “terör” demagojisi, “yerli ve milli” duyarlılık vb. gerici söylemler ile hizaya çekmeye, paralize ederek kendisine yedeklemeye çalışan iktidar; öte yandan ilerici-sol güçlere ve sokak muhalefetine sopa sallıyor. “Savaş hali” bahanesi ile baskı ve yasaklarını tırmandırarak, seçim sürecinde toplumsal muhalefete deli gömleği giydirmeyi ve hareketsiz bırakmayı umuyor.
Yine, kirli savaş atmosferi içerisinde topluma servis ettiği gerici söylemlerle, tırmandırılan şoven milliyetçilikle, kulakları tırmalayan savaş tamtamları ile kendi tabanını muhafaza ve mobilize etmek isteyen Erdoğan yönetimi, işçi sınıfı ve emekçilerin gündemini de bu eksene çekmek için uğraşıyor. Öyle ya, ekonomik-mali krizin faturasını ağır bir şekilde ödeyen ve öfkesi her geçen gün kabaran geniş emekçi kesimlerin “milli duyarlılıklar” üzerinden ya da “terör” söylemleri ile dikkatlerinin dağıtılarak/paralize edilerek edilgen konumda tutulması iktidar payına kritik bir önem taşımaktadır.
Özetle, toplumsal desteği erimeye devam eden gerici-faşist rejim tam bir gözü dönmüşlük içerisinde, Kürt halkına düşmanlığı körükleyerek ve kirli savaşı tırmandırarak bir taşla üç-beş kuş vurma hesabı ile hareket etmektedir. Taksim’de yaşanan kanlı saldırı bu uğurda neler yapabileceğini alenen ortaya koymuş bulunmaktadır.
Çok yönlü saldırılara karşı direnme iradesini güçlendirelim
Gelişmeler göstermektedir ki, içeride ve bölgede Kürt halkını hedef alan kirli savaş ve saldırganlığın giderek tırmandırılacağı bir sürece girmiş bulunuyoruz. Buna paralel olarak toplumsal mücadele güçlerinin ezilmesine dönük saldırıların da artacağı aşikâr. Yakın tarihte, rejimin Suriye ve Rojava’ya dönük işgal harekatları düzenlediği süreçlerde izlediği saldırgan çizgi, önümüzdeki günlerde Kürt halkını, ilerici-sol güçleri ve toplumsal mücadele dinamiklerini hedef alan saldırganlığın ne derece kapsamlı olabileceği konusunda açık bir fikir vermektedir. Yine, 7 Haziran seçimlerinin ardından ülkenin içerisine sürüklendiği karanlık dönem de şu an rejimin kirli ve karanlık masalarında kararı alınıp Taksim saldırısı ile startı verilen sürecin seyri konusunda da açık fikir vermektedir.
Elbette Türkiye ve bölge açısından dönem ve koşullar değişmiş, aradan geçen yıllarda emperyalist dünyadaki ilişki ve çelişkileri etkileyen önemli gelişmeler yaşanmıştır. Yine, başta ekonomik kriz olmak üzere, Türkiye’deki toplumsal yapıyı etkileyen bir dizi sorun ise fazlasıyla ağırlaşmış durumdadır. Fakat, AKP-MHP bloğunun giriştiği yeni “macera” esas olarak içeriye dönüktür ve temelde iktidarı elinde tutma politikasının dolaysız bir devamıdır. Bu kirli politikanın bedelini ise bir kez daha ve en ağır şekilde başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkları ve toplumsal mücadele güçleri ödemektedir.
Buradan hareketle, kapsamlı saldırıların birinci dereceden hedefinde olan Kürt halkının, ilerici-devrimci güçlerin ve toplumsal mücadele dinamiklerinin ortaya koyacağı mücadele ve direnme iradesi kritik bir önem taşımaktadır. Zira, AKP-MHP iktidarının hayata geçirdiği “kirli savaş konseptine” ne Kürt halkına yeni bir düzeyde saldırılmasına icazet veren emperyalist merkezlerin ne de çapsız burjuva muhalefetin esasa dönük bir itirazı bulunmaktadır. Dahası, kimilerinin bel bağladığı ve “çözüm adresi olarak gördüğü” emperyalist merkezler ve burjuva muhalefet, Kürt hareketi şahsında Kürt halkının direncinin kırılması ve kazanımlarının ortadan kaldırılması çizgisinde gerici-faşist iktidar cephesiyle birleşmektedir.
Dolayısıyla, emperyalistlerin açık ya da örtülü desteği ile startı verilen ve dozu her geçen gün artırılan savaş ve saldırganlık karşısında mazlum Kürt halkı, işçi sınıfı, emekçiler ve diğer toplumsal mücadele dinamikleri “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” çizgisinde kenetlenmeli, direnme iradesini güçlendirmeli, emperyalistler ve işbirlikçi sermaye düzenine karşı mücadeleyi büyütmelidir. Sokağın gerici-faşist rejim tarafından zapturapt altına alınmasına izin vermemeli, iktidarın ve burjuva muhalefetin seçim aldatmacasıyla oyalanmaksızın baskı ve yasakları tanımayarak, tıpkı 25 Kasım örneğinde olduğu gibi fiili-meşru mücadeleyi esas alıp sokak mücadelelerini yükseltmelidir. Gerici-faşist rejimin kapsamlı saldırılarını püskürtmek de önümüzde süreçte devreye sokulacak olası provokasyonlara izin vermemek de ve en nihayetinde gerici-faşist rejimi gerçek manada sarsıp alaşağı etmek de ancak böyle mümkün olabilir.