Kapitalizmin krizleri servet-sefalet kutuplaşmasını derinleştiriyor

Krizler sürecinde işçi ve emekçilerin derin bir sefalete itilmesi, sistemin temel politikalarından biridir. İşçi ve emekçilerin bunu engellemesi ancak güçlü toplumsal/sınıfsal bir hareketin geliştirilmesiyle mümkün olabilir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 18 Ocak 2023
  • 08:00

Kapitalizmin ayrıt edici özelliklerinden biri serveti bir tarafta sefaleti öte tarafta biriktirmesidir. Çoğunluk yoksullaştıkça, artı-değere el koyan azınlığın serveti artıyor. Dünyadaki zenginliğin tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanmayacak boyuta varması bu gerçeği değiştirmiyor. Kimi ‘uzmanlar’ kapitalizmin yoksulluğu azalttığını, toplumsal refahı arttırdığını iddia ederek insan soyunun geleceğini tehdit eden bu sistemi savunmaya çalışıyor. Oysa insan soyunun kapitalizm tarafından içine itildiği durum, bambaşka şeyler söylüyor. 

Emperyalist/kapitalist sistem 2008’de derinleşen krizi aşamadı. Emperyalist devletler trilyonlarca dolar harcayarak bazı büyük tekellerin iflasını, dolayısıyla genel bir çöküşü engellediler. Sistem devasa servetleri krizi kontrol altına alabilmek için harcadı. Buna karşın ancak ‘kırılgan bir kontrol’ sağlanabildi. Diğer bir ifadeyle sistemin krizleri aşma yeteneğinden yoksun bir duruma ulaştığı somut bir şekilde görüldü. Kontrol altına alınan kriz ise pandemi ile yeniden derinleşmeye başladı; ABD-NATO cephesinin kışkırttığı Ukrayna savaşı ise farklı boyutlara taşıdı.

***

Krizler sürecinde işçi ve emekçilerin derin bir sefalete itilmesi, sistemin temel politikalarından biridir. İşçi ve emekçilerin bunu engellemesi ancak güçlü toplumsal/sınıfsal bir hareketin geliştirilmesiyle mümkün olabilir. Sınıf mücadelesinin nispeten zayıf olduğu bir dönemde ise, tüm yükler işçi ve emekçilerin sırtına yıkılıyor. Tüm veriler, son yıllarda derinleşen krizlerin emekçileri yoksullaştırırken, zengin azınlığa servetine servet katma ‘fırsatı’ sağladığını ortaya koyuyor. 

Bu vahim tabloyu verilerle ortaya koyan raporlar arada bir yayınlanıyor. Bununla ilgili son raporu İngiliz uluslararası yardım kuruluşu Oxfam yayınladı. 16 Ocak günü Davos’ta başlayan Dünya Ekonomik Forumu (WEF) öncesinde yayınlanan raporda dünyada giderek artan gelir eşitsizliği ve yoksulluğa dikkat çekildi. 

Korona salgını ve enerji krizinin şirketler ile aşırı zenginlere yaradığı belirtilen raporda, geçen yıl gıda ve enerji fiyatlarındaki dramatik artışın zenginlerin servetlerini daha da artırmasına yol açtığı ifade edildi. Oxfam raporu, asalak zengin azınlığın halkların sefaletinden nasıl da servet biriktirdiğini verilerle ortaya koyuyor. 

Rapordaki verileri aktaran DW Türkçe'nin haberine göre, dünya çapında 95 gıda ve enerji şirketi 2022 yılında kârlarını iki katından fazla arttırdı. Söz konusu şirketlerin krizi fırsata çevirerek 306 milyar dolar kâr elde ettikleri belirtilen raporda, bunun 257 milyarının (yüzde 84) hissedarlara pay edildiği vurgulandı. Soruna dikkat çeken Oxfam sözcüsü Manuel Schmitt, şunları ifade etti: “Milyonlarca insan gıda ve enerji maliyetlerini nasıl karşılayacağını bilemezken, çağımızın krizleri milyarderlerin servetlerine devasa artışlar getirdi.” Kutuplaşma hem ülkelerin kendi içinde hem ülkeler arasında derinleşiyor. 

***

Vurgulamak gerekiyor ki, Türkiye gibi ülkelerde kutuplaşma çok derin olsa da benzer bir eğilim emperyalist merkezlerde de belirginleşiyor. Raporda, dünya nüfusunun asalak azınlığını oluşturan yüzde birlik kesimin, korona pandemisinin başlangıcından bu yana, küresel servet artışına tek başına el koyduğu ifade ediliyor. Almanya’da ise söz konusu eğilimin daha da belirgin olduğuna dikkat çekiliyor. Buna göre 2020 ve 2021 yıllarında Almanya'da kaydedilen servet artışının yüzde 81'i nüfusun en zengin yüzde 1'lik kesiminin kasalarına akıtılmıştır. 

Oxfam raporunda servet-sefalet kutuplaşmasının hızı hakkında çarpıcı veriler var. Örneğin milyarderlerin toplam serveti 2020'den bu yana günde ortalama 2,7 milyar doları arttı. Buna karşılık yüksek enflasyon işçileri daha da yoksullaştırdı. Raporda, dünyada en az 1,7 milyar işçinin enflasyonun ücret artışından daha yüksek olduğu ülkelerde yaşadığı belirtilirken, yeryüzündeki her on kişiden birinin açlıkla karşı karşıya olduğu kaydedildi.

Raporda dikkat çekilen bir diğer önemli nokta, büyük servetlere konan asalak azınlığın vergi muafiyetinden yararlanmasıdır. Buna göre en zengin azınlığın ödediği vergiler, genel vergiler toplamında sembolik bir oranda kalıyor. Örneğin dünya genelinde vergi gelirlerinin yalnızca yüzde dördü servet üzerinden alınıyor. Bazı ülkelerde ise, yoksulların milyarderlerden daha yüksek vergi ödemek zorunda kaldığına dikkat çekiliyor.

***

Oxfam raporuna da yansıyan kutuplaşmayı sistem için tehlikeli bulanlar, kapitalist sistem içinde kalarak ‘çözüm’ öneriyorlar. Oysa sorun bizzat sistemin kendisinde düğümleniyor. Korona pandemisi gibi bir felakette bile, kapitalizmin vahşi yasaları işlemekle kalmamış, felaketi fırsata çeviren tekeller, kârlarına kârlar katmışlar. Kapitalist devletler de “teşvik” adı altında bu tekellere devasa servetler transfer etmiştir. 

Bu tür sorunlar dile getirildiğinde, reform bağlamında genelde zenginlerden ‘servet vergisi’ alınması önerilir. Ancak bu öneriler her zaman havada kalır. Zira kapitalist devletler toplumların değil tekellerin aygıtlarıdır. Sınıfsal karakterleri gereği de tekellerin çıkarlarını esas alırlar. Dolayısıyla zenginlerden servet vergisinin alınabilmesi için hem iktidara hem küstah kapitalistlere toplumsal muhalefeti oluşturan güçlerin ciddi bir basınç uygulamaları gerek. Yani hem sorunu üreten hem derinleştirerek yeniden üreten bu sistemin sınırları içinde kalınarak yoksulluk-zenginlik kutuplaşmasına çözüm üretilemez. Tersine, krizler ve hegemonya savaşları sorunu daha da derinleştiriyor. Kapitalist sistem artık hem insan soyu hem doğa hem iklim açısından taşınamaz bir yük haline gelmiştir. İnsan soyunun doğayla uyumlu bir yaşamı kurup varlığını sürdürebilmesi için bu sistemin yıkılması dışında bir seçenek yoktur.