İnsanların barınma ihtiyacı, her zaman temel sorun alanlarından biri olagelmiştir. Konut edinebilme durumu ve kent yaşamı, toplumsal eşitsizliğin en çarpıcı örneklerini sunmaktadır. Konut sorunundaki neredeyse her “çözüm” sermaye sınıfının çıkarlarına göre şekillenmektedir.
Sanayinin gelişmesi ile birlikte kentlere yoğun göçlerin yaşanması ve nüfus artışı yerleşim yerleri açısından büyük sorunlar yaratıyor. Çarpık ve ‘kaçak’ yapılaşmanın, merkezi yerlerdeki gecekondu mahallelerinin yıkımı ve mahalle sakinlerinin devlet güçleri ile çatışmaları haberlerde sıkça yer alıyor. Çözüm olarak da TOKİ yapımı toplu konutlar, kentsel dönüşüm, uydu kent gibi projeler ise sunuluyor.
Oysa bu projeler işçi ve emekçilerin konut ihtiyaçlarını sağlıklı bir şekilde karşılamak için değil, tamamen burjuvazinin sınıfsal çıkarları gözetilerek yapılıyor. Modern toplumun başlıca yaşam alanı haline gelen kentler, sermayenin birikimi ve dönüşümü için muazzam büyüklükteki kâr kaynaklarına çevriliyor. Şehir merkezlerine yığılan gecekondular yıkılıp, işçi ve emekçiler peyderpey kenara sürülüyor. 1800’lü yılların işçi gettolarının daha modern hali günümüzde halen devam ediyor. Boşalan arsalara mağazaların, iş merkezleri olarak gökdelenlerin, plazaların, AVM’lerin yapılmasının ardından merkezi yerler ise orta ve üst sınıf grubunun yaşam alanlarına dönüştürülüyor.
Kentsel dönüşüme gerekçe olarak, “çağımızda insanların daha sağlıklı evlerde barınmaları gerektiği” sunulsa da bunun hiçbir inandırıcılığı bulunmuyor. Zira söz konusu türden konutlar hem fahiş fiyatlarda satılıyor hem de buralardaki sosyal yaşam alanları zengin kesime hitap edecek şekilde dizayn ediliyor. Haliyle işçi ve emekçi kitlelere alternatif olarak şehir dışında, izole edilmiş alanlarda yapılan TOKİ konutları kalıyor.
Kentsel dönüşüm ve uydu kent projelerinin arkasındaki asıl mesele ise belediyeler ile sermayedarlar arasında ranta konu olmasıdır. Orta ve üst gelirli kesimin konut değil, kârlarını sürdürme sorunları vardır. Konut sorunu alt gelirli kesimin sorunudur. Bu konuda çözüm olarak milyonlarca aileye, 1984 yılında kurulan TOKİ’nin daireleri ya da ömür boyunca kirada, yani güvencesiz yaşam dayatılmaktadır.
TOKİ Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı kamu kuruluşudur. TOKİ evleri sosyal konutlar olarak sunulmakta, emekçilerin uygun fiyatlara ev sahibi olacakları propaganda edilmektedir. Çok katlı, az odalı, minimum standartta olan TOKİ konutlarının satışı, Amerika’da 2008 krizinin esas nedenlerinden biri olan mortgage sistemine göre yapılmaktadır. Bu, uzun yıllara yayılan banka kredileri ile kirasını öder gibi ev satın almak, taksitler bitene kadar da evin ipoteğinin bankada olması anlamına gelmektedir. Bu modele göre, ev satın alan kişinin evin sahibi olana kadar, yani taksitler bitene kadar düzenli gelir sahibi olması şarttır. Ancak kapitalist sistemde tekrar eden ekonomik krizlerden kaynaklı güvenceli yaşamı inşa etmek zordur. Kriz dönemlerinde kişi işsiz kalabilir ve kredi çektiği banka, borcu kapatmak gerekçesiyle önce eşyalara sonra da eve el koyup, insanları sokağa atabilir.
Faraza bu ihtimal gerçekleşmese bile bu modelin işçi ve emekçilere kötülüğü büyüktür. Borçlandırma sistemi işçileri köle yapmanın, evsiz kalma korkusu ile kötü çalışma koşullarına ikna etmenin önemli yollarından biridir ve kapitalistlerin devamlılığını sağlamaktadır.
Türkiye’de derinleşen ekonomik kriz sonucu, TOKİ’den ev alan 270 bin 548 ailenin, borcunu ödemekte sıkıntı çektiği açıklandı. 2018 yılı itibariyle de 12 bin 591 konut, alıcıları tarafından devredildi. TOKİ’nin sattığı evlerde alt gelir grubuna ait konutların borç bitimine kadar, orta gelir grubuna ait konutların ise teslim tarihinden bir yıl sonrasına kadar devir yasağı bulunmaktadır. Gelir grupları arasındaki eşitsizlik bu şekilde de kurumsallaşmış durumdadır.
Konut sorunu kapsamında, inşaat halinde olan projelerden ev satın alıp belirlenmiş tarihlerde evine kavuşamayan, yıllarca süründürülen ailelerin mağduruyetini de saymak gerek. Dört tüketici federasyonunun açıkladığı raporda 200 binden fazla konut mağduru olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan TÜİK verilerine göre, Türkiye genelinde krizden kaynaklı konut satışları yüzde 31,3 oranında, ipotekli konut satışları da yüzde 85,8 oranında azalmıştır.
Kapitalizmden barınma sorununu çözmesini beklemek yanılgıdır. Krediler aracılığı ile satın almak ya da “bir şekilde” ev sahibi olmak kalıcı bir çözüm değildir. Friedrich Engels’in 1872 yılında yayımladığı “Konut Sorunu” isimli eserinde vurguladığı noktalar, günümüzde halen devam eden bu soruna dair güncelliğini korumaktadır. Kentlerin, yaşam alanlarının, herkesin konut ihtiyacının sağlıklı ve çevre ile uyumlu bir şekilde çözülmesi ancak kapitalizmin aşılması ile sağlanabilir.