Tarım ve Orman Bakanlığı geçtiğimiz haftalarda liste yayımlayarak “taklit ve tağşiş” içeren ürünleri ve markaları açıkladı.
Tartışmalar son günlerde bir köfte firmasının ürünlerinde domuz eti kullandığının ortaya çıkması üzerinde yoğunlaştı. “Helal sertifikalı” köfte firmasının sahibi verdiği bir röportajda yapılanın “kumpas” olduğunu iddia etti. Sözcü’de çıkan röportaja göre mesele gıda denetimi ve halk sağlığıyla alakalı değil. Afyon’da bir entegre et tesisinin satışı için mafyanın, yani daha özelde Peker bağlantılı kişiler tarafından firma sahibinin tehdit edilmesi ile ilgili olduğu iddia edildi.
Bu gelişmeler bir kez daha göstermiştir ki, vahşi kapitalizm ile neoliberal politikalar izleyen Saray rejimi halkın sağlığı için ciddi bir tehlike oluşturmaya devam etmektedir. Mart 2022 yılından beri taklit ve tağşiş listeleri yayınlanmıyordu. Gıda mühendisi Bülent Şık Gazete Duvar’a verdiği bir röportajda gıdalarda halk sağlığını tehdit eden asıl unsurların tespit edilmediğine dikkat çekti. Şık, listelerin açıklanması hakkında "Taklit ve tağşiş yapan firmaların açıklanması buzdağının ucunu göstermektir. Siz bunlarla oyalanın demektir" dedi.
Listeler yayınlanıyor, kapitalistlere göstermelik cezalar kesiliyor ve sonrasında ne olduğuna dair bir şey bilinmiyor. Sağlığa zararlı gıdaların neden bu kadar rahat satıldığı ve bunun giderek de yaygınlaştığına ilişkin bir açıklama yok. Yanı sıra, listeler yayınlandıktan sonra yapılabilecekler sadece “tüketici” odaklı tartışılıyor. Oysa ki tarımsal üretim, işçi sağlığı, çocuk ve kadın politikaları, eğitim, teknolojinin ulaştığı seviye vb. düşünüldüğünde, gıda ya da beslenme sorunu sadece “kişilerin dikkat edeceği” bir alan değildir. Dahası, Türkiye’de kimi kamu kurumlarında bile yemekhane yoktur. Olduğu yerde ise yemekhaneler özel şirketlere peşkeş çekilmiş, sağlıksız ve niteliksiz ürünler sunulmaktadır. Hapishanelerde, hastanelerde, okullarda ve yurtlarda yemekten zehirlenme olayları sıklıkla yaşanıyor. Okul ve fabrikalarda yaşanan zehirlenme olaylarının artması ise özel sektörün bu alanda fütursuzca at koşturabilmesinden kaynaklanıyor. Bu yanıyla bile “beslenme sorunu” işçi sağlığı ya da toplum sağlığını ilgilendiren pek çok boyut taşıyor. Türkiye’de birçok kamu kurumunda yemekhanelerin kapatılması, özelleştirilmesi vb. icraatlar emekçilere sağlıklı gıda sunma isteğinden kaynaklanmıyor. Tersine, vahşi neo-liberal ekonomi politikalarının bu alana yansımadır.
Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu (SOFI) raporunda, 2024 yılında dünya genelinde yaklaşık 757 milyon kişinin açlıkla mücadele ettiği ve bu sayının dünya nüfusunun %10’una tekabül ettiği belirtiliyor. Türkiye’de de bu sorun giderek ağırlaşıyor. Türkiye’de TÜİK’in verilerine göre her 10 çocuktan 3’ü yoksul kategorisine girerken, OECD verilerine göre her 5 çocuktan 1’i yeterli ve sağlıklı gıdaya erişemiyor. Okullarda ücretsiz ve sağlıklı bir öğün verilmesi için kampanyalar düzenlenmesine karşın, öğrenim çağındaki çocukların yüzde 25’inin okula aç gittiği raporlarla ortaya konuyor.
Yeterli, nitelikli, sağlıklı ve ücretsiz beslenme bir haktır. Kapitalist sistemde ise beslenme veya gıdaya erişim de gıdanın niteliği de toplumsal bir sorundur. Parası olan nitelikli ve sağlıklı gıdaya erişir parası olmayanlar ise erişemez. Sadece bu durum bile AKP-MHP iktidarının listeleri yayınlamasının “halk sağlığı” ile alakasının olmadığını göstermeye yeter. Kapitalistler için önemli olan toplumun sağlığı değil kendi kârlarıdır. Emekçiler kalitesiz ve ucuz gıdaya mahkum edilirken, büyük bir kısmı gıdaya dahi erişemezken, firmalar üzerinden yansıyanlar AKP iktidarı için ya rant alanındaki kapışmaların yansımasıdır ya da reklam içermektedir.
Ürünler kalitesizleşirken, fiyatlar giderek artıyor. Son kullanma tarihi yaklaşan ürünlerin satıldığı marketler giderek daha çok rağbet görüyor. Emekçiler kalitesiz ürünleri almak zorunda kalırken hem çok kısıtlı olan bütçesinden hem de sağlığından oluyor.
Emekçiler kendi sağlıkları için olduğu kadar çocuklarının sağlığı ve geleceği için de buna karşı mücadele etmek zorundadır.
G. Umut