Hapishanelerde işkence ve hak ihlalleri artıyor

Türkiye cezaevleri işkencelerin, katliamların yeri oldukları kadar tarihsel direnişlerin de adresleridir. Siyasi tutsaklar kendilerine dayatılanlara boyun eğmeyecek ve direneceklerdir. Aynı şekilde tutsaklar ile dayanışmanın da yükseltilmesi önemli bir sorumluluk olarak işçi ve emekçilerin önünde durmaktadır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 01 Şubat 2020
  • 07:44

Siyasi tutsaklara yönelik cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve işkence haberleri ayyuka çıkmaya devam ediyor. Adresler değişse de yapılan zulümler aynı. Ayrıca, dönemin toplumsal atmosferinden kaynaklı bu uygulamalar yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Özellikle yeni açılan cezaevlerinde bu durum daha da göze batıyor. Hasta tutsakların revire götürülmemesi, ayakta ve askeri nizamda sayım dayatması, gardiyanların keyfi ve faşist davranışları, koğuşlara kamera takılmak istenmesi, gazete, dergi verilmemesi gibi kimi yöntemler ile baskı artırılmak isteniyor. 

Afyonkarahisar 1’Nolu T Tipi Cezaevinde yapılan işkenceler, siyasi tutsak Mehmet Ali Kayan’ın ailesine telefon görüşünde anlattıkları ile açığa çıktı. Kayan, ailesi ile yaptığı görüşmede sürgün sevklerde çıplak aramanın, ayakta sayımın dayatıldığı, kendilerine televizyon, radyo, gazete, saat verilmediğinden bahsetti. Hastaların revire çıkarılmamasına tepki gösterildiğinde gardiyanların koğuşu basıp tutsakları darp ettiğini ve kimi tutsakların bacaklarında kırıklar oluştuğunu belirtti. Mehmet Ali Dayan’ın da parmakları kırılmış. Bazıları ise falakaya yatırılmış ve ayaklarında morarmalar oluşmuş. Bu olanlar haberlere yansıyınca cezaevi yönetiminin açıklaması yapılan işkenceleri inkâr etmediklerini gösterdi. Dahası ‘Yeni açıldık, böyle sorunlar olabiliyor’ denilerek işkence savunuldu.

Elazığ 2’Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ise tutsaklara ‘Suçu terör’ yazılı kartları takmaları dayatıldığı siyasi hükümlü İsmail Yılmaz’ın avukatına anlatması ile ortaya çıktı. Avukat Sezin Uçar’ın aktarımına göre, bu kimlikler siyasi mahpusların çoğuna verilmek isteniyor ve almak istemeyenlere hakları kullandırılmıyor. Ailelerle görüşme, telefon hakkı, posta yoluyla gönderilen kitap, dergileri alma gibi haklar gasp ediliyor. Adlilerde de bu kimliklerin olduğu ama siyasi mahpuslara verilen kimliklerde terör suçlusu yazdığı ve yargılandığı örgütün isminin yer aldığını belirten Uçar bu durumu tek tip elbise dayatmasına benzetiyor. Ayrıca mahpuslara bazı sınırlamaların getirileceğini yazan bir genelgenin tebliğ edildiğine dikkat çekiyor. Genelgeye göre mahpuslar sadece dini bayram, doğum günü ve yılbaşında kitap alabileceklermiş. Uçar, bu genelge için Adalet Bakanlığı’nın yaygınlaştırmak istediği uygulamalardan biri olacağını düşünüyor.

Cezaevlerinde yaşanılanlar elbette bunlarla sınırlı değil ve ciddi hak gaspları var. En başta yaşam hakkı ihlal ediliyor. Ağır hasta olan tutsakların gerekli sağlık hizmetinden yoksun bırakılmasından, insanlık onurunu zedeleyen uygulamalar dayatıldığında karşı çıkanlara işkence edilmesine kadar bu böyle.

Mevcut siyasal atmosferde çok yönlü kriz ile cebelleşen sermaye devletinin en büyük korkusu toplumsal bir patlama ve bunun devrimci bir sürece evirilmesidir. Bundan kaynaklı en ufak bir sese dahi tahammül edilmiyor, sosyal medya paylaşımları bahane edilerek insanlar tutuklanıyor. Elazığ depremi sonrası ‘deprem paraları nerde’ sorusuna “provakatif paylaşım” denilerek soruşturma açılıyor. Muhalif her ses terör damgası yiyor ve yapılan türlü işkenceler ile topluma korku yaymak isteniyor.

Ancak tarihsel deneyimlerin kanıtlamış olduğu gibi baskı ve zulmün olduğu her yerde direnişte baş gösterir ve bu dönemde de gösterecektir. Türkiye cezaevleri işkencelerin, katliamların yeri oldukları kadar tarihsel direnişlerin de adresleridir. Siyasi tutsaklar kendilerine dayatılanlara boyun eğmeyecek ve direneceklerdir. Aynı şekilde tutsaklar ile dayanışmanın da yükseltilmesi önemli bir sorumluluk olarak işçi ve emekçilerin önünde durmaktadır.