Emperyalist kapitalist dünyanın bir parçası olan Türkiye’deki sermaye düzeninin açmazları günden güne derinleşiyor. Gerici-faşist AKP-MHP iktidarının icraatları krizleri daha da ağırlaştırıyor. Bir tarafta beşli çeteye ihaleler yolu ile milyarlar aktarılıyor, öte yandan milyarlar ölü yatırım olan betona gömülüyor. Yağma ve talanda sınır tanımayan bu rejim, rant için ‘dış mihraklara’ ülkeyi parselleyip satıyor. “Varlık fonu” adı altında ülkenin değerli varlıklarını elinde toplayan Tayyip Erdoğan, şimdi bu varlıkları pazarlayabilmek için Körfez şeyhlerinin eteklerine yapışıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi ülkeyi suç çetelerinin cirit attığı bir sahaya dönüştürerek, kirli-karanlık işlerden de nemalanıyor.
Gerici-faşist AKP ve başındaki zatın bu kadar uzun süre iktidarda kalabilmesinin temel sebeplerinden biri Türk burjuvazisine yaptığı büyük hizmetler ise diğeri de devleti bir “suç örgütü” haline dönüştürmesidir. Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ayyuka çıkan bu kepazelikler, orta çağ artığı cani IŞİD’e yardım ve yataklık yapması, dünya uyuşturucu pazarında ipleri ele geçirme çabası vb. icraatlar AKP-MHP koalisyonun kriminal niteliğini gözler önüne seriyor. Siyasal iktidar küresel boyutta mafya ve suç alanında bir tekelleşmeye gitmiştir. Rejim bir suç işleme makinesine dönüşmüş ve kirli paralarla hem iktidarını muhafaza etmiş hem yandaş sermayeyi fonlamıştır. Para, güç ve iktidar sarhoşluğuyla küstahlaşmış; yasa, kural, kanun tanımayan, kursağına kadar pisliğe batmış mafyatik bir suç rejimi inşa edilmiştir.
Patronların güvencesi ve pervasızlığı
Bugün servet-sefalet kutuplaşmasının inanılmaz boyutlara varması ve sınıf çelişkilerin alabildiğine keskinleşmesi, sermeyenin desteklediği ‘tek adam rejimi’ belasının dolaysız sonuçlarından biridir. Arada bir esip gürleyen, kimyası bozulmuş “Kasımpaşa kabadayısı” bazı kapitalistleri azarlasa da sermayeye hizmette hiçbir zaman kusur etmemiştir. Yağmadan kendi payını almak koşuluyla, kapitalistlerin sınıf çıkarlarını her zaman ‘kutsal’ bilmiştir.
Grevleri yasaklayarak işçi sınıfını sermaye ile çatışmasında silahsızlandırmaya çalışan AKP-MHP rejimi emekçilere vahşi bir sefalet dayatmıştır. Bu vahşete dur demek için harekete geçen işçi sınıfı “İnsanca yaşamak istiyoruz” talebini yaygın bir şekilde yükseltmeye başladı. Hak arama mücadeleleri yaygınlaşıyor, sendikal örgütlenme çabaları artıyor, çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebi gündeme getiriliyor. Telaşa düşen kapitalistler direnişi kırma hırsıyla saldırıyor, özellikle öncü işçileri işten atıyorlar. Saray rejimi ise, işçi ve emekçilerin meşru mücadelesini polis şiddetiyle sindirmeye çalışıyor. Bu süreçte devletin sınıfsal karakterini gizleyen şal parçalanıyor, işçi sınıfı sermaye-devlet ilişkisini çıplak gözle görmeye başlıyor.
Sınıfın direnişi küstah sermayedarları korkuttukça mafyatik devleti yardıma çağırıyorlar. İşçi sınıfına sefaleti dayatan kapitalistler ve onların saray rejiminin maskesi parçalanıyor. İktidarın pervasızlığı din istismarına rağmen işçiler nezdinde deşifre oluyor. Açlıkla terbiye edilmek istenen proletarya artık bu gidişata dur demek için sokak eylemleriyle sesini yükseltiyor, grev ve direnişlerle hakkını aramaya çalışıyor. Zira ekmek un ufak olmuş, bıçak kemiğe saplanmış, midelere kelepçe takılmış, isyanlar kapıdadır.
Bağımsız devrimci sınıf hareketini geliştirmek
22 Ocak 1917’de 1905 devrimi üzerine bir konuşma yapan Lenin, o dönem ülkenin “devrimci proletarya ve devrimci halkın Rusya”sına dönüşümünün temel aracının “kitle grevleri” olduğunu belirtiyor. Konuşmasında yığınların mücadelede eğitimine dair şunları da söylüyor:
“Yığınların gerçek eğitimi hiçbir zaman kendi bağımsız siyasal ve özellikle devrimci kavgalarından ayrılamaz, eğitim kendi başına yürüyemez. Sömürülen sınıfı yalnızca mücadele eğitebilir. Yalnız mücadele kendilerine güçlerinin büyüklüğünü gösterir, ufuklarını genişletir, yeteneklerini çoğaltır, düşüncelerini arıtır, kararlılıklarını pekiştirir.”
1917’de devrime ulaşan Rusya’da toplumsal bir dinamik olan proletarya, o dönem esas eğitimini sınıflar mücadelesinin demokrasi okulunda ediniyor. Demokrasi mücadelesinde siyasi bilinç ve örgütlenme düzeyini geliştiriyor. Devrimci sınıf partisinin öncü müdahalelerinin de katkısıyla geliştirilen o bilinç Bolşevik Partisinin saflarında örgütlü bir güce dönüşünce, Sosyalist Ekim Devrimi zafere ulaştırılıyor.
Elbette son dönem gelişen sınıf hareketini Rusya’daki ile kıyaslıyor değiliz. Bununla birlikte yaygınlaşan fiili grevler/direnişler ve artan sokak eylemleri işçi sınıfının lokal ve sektörel sınırları aşan bir hareket içinde olduğuna işaret ediyor. Bu süreçte öne çıkarılan bazı sloganlar ve mücadele yöntemleri, sınıfın yakın geçmişten belli birikimler edindiğini gösteriyor. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde yerini alan Greif ve Metal Fırtına deneyimleri sınıfın deneyim ve mücadele tarzına atılım kazandırmıştır. Greif işçilerinin “İşgal, grev, direniş!” şiarıyla örnek bir çıkış yapmaları, sonrasında Metal Fırtına sürecinde binlerce işçinin üretimden gelen gücünü kullanarak haftalara yayılan bir direniş sergilemesi işçi sınıfının belleğine kaydolmuştur. Bugün de aynı şiarların yükseltilmesi, mücadelede benzer yöntemlerin kullanılması tesadüf değil.
Hareketin fiili grevler, direnişler ve sokak gösterileri gibi çeşitli biçimler kazanarak süreme ihtimali var. Devletin direnen işçilere karşı kaba şiddeti kullanması, demokratik haklar mücadelesini de sınıfın gündemine taşıyacaktır. Bu ise proletarya ile burjuvazi (ve burjuva devlet) arasındaki gerilimi arttıracaktır. Hal böyleyken işçi sınıfının zaman yitirmeden komiteler ve kurullar şeklinde örgütlenip hareket etmesi büyük bir önem taşıyor. Farklı bölümlerde komiteler kurmak, bölümler arası fabrika komiteleri oluşturmak, fabrikalar arası kurullar yaratmak olmazsa olmazdır. Bu örgütlenme modeline dayalı mücadele işçi sınıfının ‘demokrasi okulunda eğitimi’ açısından da büyük bir kazanım olacaktır. Bu mücadele süresinde sınıf bilinci gelişen, örgütlülüğü pekişen proletarya, bağımsız devrimci sınıf hareketi konumuna yükselme olanağını bulabilecektir. Grevler, direnişler, sınıf dayanışması süreçlerinde devrimci dönüşüm ve gelişim imkanı bulabilecek olan işçi sınıfı, tümüyle bataklığa saplanmış olan mafyatik siyasal iktidardan ve ona yaslanan sermayeden kurtulmanın yolunu da bulacaktır.
Sınıf devrimcilerine düşen görevler
Sınıf devrimcileri, partinin devrimci sınıf programı ekseninde hareket ediyor, çok önemli bir ideolojik ve teorik birikime yaslanıyorlar. Bugünlerde yapılan ideolojik-politik polemikler ve tarihsel tartışmalarda bir kez daha gücünü kanıtlamakta olan partinin bayrağı altında mücadele ediyorlar. Bu örgütün saflarında yer alma bilinciyle hareket etmek, kitlelerin devrimci önderi olma niteliğini kazanabilmek, savaşan ve düşünen militanlar olabilmek için partinin ideolojik-teorik birikimi ile politik deneyimlerini içselleştirmek gerekiyor.
Devrimci sınıf programını devrimci bir pratikle ete kemiğe büründürmek, sıkı ve sistematik bir politik pratik geliştirmekle mümkündür. Bu pratiğin özü sınıfa sosyalizmi taşıma ve sosyalizmle işçi hareketini birleştirme çabasıdır. Bu ise her zaman olduğu gibi bilinçli bir tercihle sınıfa gitmek, deyim yerindeyse sanayi bölgelerinde ve emekçilerin yaşam alanlarında soluk alıp vermektir.
Gelişen kitle hareketinin yarattığı/yaratacağı olanakları değerlendirmek, pratik tecrübeler edinmek ve en iyisine varmak için deneyimleri gözden geçirmek çok öğretici olacaktır. Şimdiden proletarya ile ilişkilerde yakalanan önemli momentlerin güçlendirilmesi ve korunması da, örgütsel zemini korumakla mümkündür. Dolayısıyla örgütsel güvenliğin gereklerinin katı bir disiplinle hayata geçirilmesi elzemdir. Yanı sıra gerçekleşebilecek fiziki saldırılara karşı hazırlıklı olmak, ezilmemek ve karşılığını verebilmek de önemlidir.
Dönem günü kurtarma değil, zoru başarma dönemidir. Fakat tüm bunları başarabilmek için cesaret temel bir koşuldur. Bu yüzden sınıf devrimcilerinin asıl parolası “cesaret, cesaret, cesaret…” olmalıdır.