1 Eylül 1939 tarihinde Polonya'ya saldıran Nazi orduları 20. yüzyılın en kanlı savaşını, II. Dünya Savaşı’nı başlattılar. Bu savaşta on milyonlarca insanın ölümüne, 100 milyondan fazla kişinin sakat kalmasına ve doğanın tahribine yol açtılar.
1 Eylül “Dünya Barış Günü” dünya barışının ne kadar önemli olduğuna vurgu yapsa da savaş ve çatışmalar tüm vahşetiyle kıtalara yayılmış biçimde devam ediyor.
***
Küresel çapta savaş ve çatışmaların önlenmesi, barış içinde bir arada yaşamanın bilince çıkarılması amacıyla SSCB ve Varşova Paktı ülkeleri tarafından 1 Eylül, Dünya Barış Günü ilan edildi. 1981’de ise Birleşmiş Milletler de 1 Eylül’ü Barış Günü olarak kabul etti. O günden bu yana Nazi Almanya'sının 1939 yılında II. Dünya Savaşı’nı başlattığı tarihi unutturmamak ve barışın önemine vurgu yapmak için 1 Eylül savaşa karşı Dünya Barış Günü olarak kutlanıyor.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasına eşlik eden “reel sosyalizmin” çözülüşü sonrası “tek kutuplu dünyada savaşların son bulduğu” naraları kulakları tırmalamaya devam ederken, 1. Körfez Savaşı patlak verdi. Onu, Yugoslavya’nın parçalanarak halkların birbirine düşman edilmesi izledi. Ardından ikinci Körfez savaşı ve Afganistan’ın işgali geldi. Tüm bu suçlar ve başkaları ABD ve NATO tarafından işlendi.
Sermayenin vurucu gücü olarak savaş ve iç savaş örgütü NATO
SSCB’nin dağılması, Varşova Paktı’nın lağvedilmesi, 1949 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan ve “Dünya barışının garantörü, demokrasinin bekçisi” diye lanse edilen NATO’nun “köpeksiz köyde değneksiz” dolaşmasının önünü açtı.
Hâkim algının aksine, vahşi ve çılgınca rekabete dayalı, sürekli büyüme, genişleme ve yayılma zorunluluğu olan kapitalizmin savaş ve iç savaş örgütü olarak kurulan NATO, uluslararası sermayenin yayılmasının önünü açmak için bir vurucu güç olarak var oldu, olmaya da devam ediyor.
Sermaye, yayılmacılığının önündeki engelleri kaldırıp hammadde kaynaklarına ve yeni pazarlara ulaşmak için savaşa başvurmadan yapamaz. Savaşı başlatmak için ise “düşman” lazım. “Düşman” yoksa mutlaka yaratılır. O “düşman”, gerekli görüldüğünde sermayenin medyası/iletişim araçları devreye sokularak yaratılıyor.
Saddam Hüseyin, Irak’ın petrol yataklarına çökmek için öyle düşmanlaştırıldı. Muammer Kaddafi, Libya’nın enerji kaynaklarını ele geçirmek için aynı yöntemle linç edildi. Balkanlar aynı nedenle parça parça edildi. Keza Afganistan bu vahşi politikanın kurbanı olarak 45 yıldır savaş cehenneminin içinde tutuluyor…
***
Hali hazırda 31 üyesi bulunan NATO, 1949 yılında 10 ülkenin katılımıyla kurulmuştu. Sovyetler Birliği, “barışı tesis etmek ve korumak amacıyla” kurulduğu iddia edilen NATO’ya 1954 yılında üye olma talebinde bulundu. Ancak SSCB’nin “katılım” talebi kesin bir dille reddedildi. Çünkü SSCB NATO’nun birinci hedeflerinden biriydi.
1955 yılında Batı Almanya’nın NATO’ya katılması ve NATO’nun SSCB sınırlarına doğru genişlemesi, Sovyetler Birliği ve müttefiklerini Varşova Paktı’nı kurmak zorunda bıraktı.
Soğuk savaş yılları boyunca “yeni düşman” SSCB ve Varşova Paktı’ydı. 1990’da SSCB dağıldı, Varşova Pakt’ı lağvedildi. İddia edildiği gibi NATO’nun varlık nedeni Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı olsaydı, NATO’nun da lağvedilmesi gerekirdi. Oysa tersini yaptılar. ABD’nin başını çektiği batılı emperyalistler NATO’yu adım adım genişlettiler.
SSCB dağılıp Varşova Paktı lağvedildiğinde NATO’nun 15 üyesi vardı. Bugün bu sayı (sırada bekleyenler hariç) 31’e ulaştı.
ABD ve NATO Irak, Balkanlar, Libya, Afganistan ve Suriye’de milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Doğanın tahribi de cabası.
Şimdi de Ukrayna savaşı üzerinden Rusya Federasyonu’nu parçalamayı hedefliyorlar. Bundan dolayı habire savaş ateşine benzin döküyorlar. Ancak Rusya’yı parçalamak o kadar kolay görünmüyor.
Ukrayna savaşı her ne kadar NATO’ya can suyu gibi görünse de savaş uzadıkça, ekonomik etkisi hissedildikçe NATO içinde de çatlak sesler çıkmaya başladı. Hayat pahalılığı, enflasyon her yerde olduğu gibi “istikrarın merkezi” Kıta Avrupa’sında da cep yakıyor. Küresel çapta bir gıda krizinin kapıda olduğu “genel kabul” görür oldu. Kıta Avrupa’sının sermayedarları ne zamana kadar bu duruma katlanır, ABD’nin peşinden sürüklenmeye daha ne kadar “razı olur” belirsiz…
Ancak NATO, ABD emperyalizminin elinde çatlak sesler çıkaran emperyalist güçlere karşı etkili bir araç olarak hala işlev gördüğü için, şimdilik bu sesler cılız çıkıyor. Bu cılız sesler gidişata daha ne kadar tahammül eder bilinmez ama bunun ebedi olamayacağı da kesin…
Kapitalizm savaş demektir!
Kapitalizm var oldukça savaşlar da devam edecektir. Lenin, 1915 temmuzunda kaleme aldığı ve aynı yılın sonbaharında Cenevre’de yayımlanan Sosyalizm ve Savaş adlı broşürde, “Sosyalistler halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir” der ve “Her şeyden önce biz bir yandan savaşlar ile öte yanda bir ülke içindeki sınıf savaşımları arasındaki ayrılmaz bağı; sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığına” haklı olarak işaret eder. Savaşsız bir dünya, emperyalist kapitalizmin aşılmasını zorunlu kılıyor. Başka türlüsünün mümkün olmadığını, kapitalizmin tarihi boyunca döne döne savaş çıkartması ve bugün devam eden hegemonya savaşları somut olarak gösteriyor.