Emperyalist güçlerin “maskeli balo” havasında “barış” arayışları

Emperyalist-kapitalist düzenin işleyiş mantığı barış talebini dillendiriyorsa bu daha büyük bir yıkımı örgütlemek ve hazırlamak için bir soluklanma sürecidir. Gerçek anlamda bir barışa ise sadece ve sadece sosyalist işçi ve emekçi cumhuriyetleri kurulduğunda ulaşılacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 25 Haziran 2024
  • 19:00

Ukrayna’da iktidarı elinde tutan kukla rejim ağababalarının emrettiği üzere Rusya ile bir savaşı kışkırtmak için elinden geleni ardına koymamıştı. Rus dilinin yasaklanması, Rus nüfusun yoğun olarak yaşadığı Donetsk ve Luhansk bölgelerindeki siyasal statüyü değiştirme girişimleri, bu paralelde arttırılan baskılar, Nazi taburlarının binlerce sivili katletmesi gibi icraatlar adım adım Rusya’yı savaşa sürükleme hamleleriydi. ABD öncülüğündeki bütün batılı emperyalist güçlerin kanatları altına aldığı Kiev’deki işbirlikçi rejim Ukrayna topraklarını bu güçlerin silah ambarına çevirdi. Kuşkusuz bütün bu provokatif girişimlerin asıl hedefi Rusya’yı Ukrayna ile bir savaşa sürüklemek, bunu gerekçe göstererek çevrelemek, ardından ise Rusya Federasyonu’nu parçalamak için uygun koşullar yaratmaktı

Ukrayna’nın doğusunda yaşanan çatışmalara ilk elden müdahale etmeyen Rusya, Minsk anlaşmaları çerçevesinde sorunu Almanya ve Fransa ile çözmeye çalıştı. Güya “Avrupa kıtasında olası bir savaşı önlemek” adına rol kapan Almanya, Fransa gibi iki emperyalist güç çok geçmeden savaşın finansörlerine fırıldak gibi dönüvermişlerdi. Avrupa Birliği adına inisiyatif alarak savaşı önlüyormuş gibi yapıp bir çırpıda ABD’nin arkasında hizalanarak savaş kundakçılığına soyundular. Arada çıkardıkları çatlak seslere rağmen ABD-İngiltere ikilisi ile kirli bir ittifakın bileşenleri haline geldiler.

Nitekim dönemin Almanya Başbakan’ı Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Minsk Anlaşması adı altında çevirdikleri dolapları, “zaman kazanmaya çalıştık” diyerek itiraf ettiler. Anlaşmanın, savaş hazırlıkları için zaman kazanmak amacıyla imzalandığı bir süre önce kendileri tarafından deşifre edilmişti. Putin’in ‘kandırıldık’ diyerek Rus müdahalesinin zorunluluğuna yaptığı atıf çıplak gerçeği dile getiriyordu. Tarafların biri diğerinden daha aziz olmasa da hiç kimse Rusya’nın kapısının eşiğine NATO üsleri kurulmasına sessiz kalmasını beklemiyordu. Baltık ülkeleri ile bütün doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya üyeliklerini sineye çekmek durumunda kalan Putin yönetimi, Rusya’nın derinliğine bir müdahale anlamına gelecek olan Ukrayna’nın üyeliğine seyirci kalamazdı. Zira bu çok geçmeden Rusya Federasyonu’nu parçalama sürecinin başlatılması anlamına da gelecekti. Rusya’nın müdahalesini saldırganlık olarak görenler, öncelikle, varlık sebebi ortadan kalkmış bir suç ve terör şebekesi olan NATO’nun son otuz yıldaki icraatlarına bakmalılar. Yugoslavya’nın parçalanmasıyla başlatılan saldırılar serisi Afganistan, Irak, Suriye, Libya ve Yemen’in yakılıp yıkılmasıyla devam etti. Yıkım serisi üçüncü yılına giren Ukrayna savaşı ile Siyonist rejime verilen destekle Gazze’deki soykırım savaşıyla devam ediyor. Rusya’nın beklenenin de ötesinde ortaya koyduğu direnç, Çin başta olmak üzere farklı ülkelerle geliştirdiği yeni ittifaklar ABD-NATO cephesinin savaşı Asya Pasifiğe taşıma planlarını en azından şimdilik ertelemek durumunda bırakmış görünüyor.

Geçtiğimiz şubat ayında ikinci yılını geride bırakan Ukrayna savaşı henüz hedeflenen sonuçları yaratmasa da ABD öncülüğündeki emperyalist ittifak Rusya ile hesaplaşmaktan vazgeçmiş değil. Meydan darbesiyle ‘demokratik ve özgür Ukrayna’yı’ yaratmak için yola çıkanlar, Kiev’de iktidara gelince çok geçmeden gerici saldırgan Azov taburları ile Nazi Bandera artıkları olduklarını gizleyemez oldular. Zelenski’nin başını çektiği gerici-faşist rejimi adım adım inşa etmek için bütün batılı emperyalistler seferber olmuştu. Şimdi ise para ve silah vererek Ukrayna’yı mümkün olduğu kadar savaş cehenneminde tutma politikası izliyorlar.

***

Mayıs 2019’da işbaşına getirilen NATO kuklası Zelenski rejiminin görev süresi doldu. Ancak Ukrayna’nın yıkımı pahasına savaşta ısrarcı olan efendilerinin sözünden milim sapmadığı için görevini sürdürüyor. İki yılı geride bırakan savaşın yarattığı insani felaketin birinci dereceden sorumlusu ve tescilli bir işbirlikçi olan Zelenski, bir kurşun asker olarak efendilerinin emirlerini yerine getirme arzusuyla yanıp tutuşuyor. Fakat işler Kiev’deki oligarklar şebekesinin arzuladığı gibi gitmiyor. Cephelerde verilen büyük kayıpların yeri doldurulamadığı gibi, lojistik desteğin kesildiği bölgelerin sayısı da her geçen gün artıyor. Savaş ekonomisinin yarattığı yolsuzluk, rüşvet, borç batağı ve skandallar Ukrayna ekonomisini meteliğe muhtaç hale getirmiştir. Dinyaper nehrinin neredeyse bütün bir doğu yakasını ve Kırım’ı kaybetmiş bir Ukrayna’nın ‘cazibesi’ artık tartışmalıdır.

Ukrayna’da yedi düvelle boğuşan Rusya ise umulanın tersine çökmedi. Putin yönetimine boyun eğdiremeyen ABD öncülüğündeki Transatlantik ittifakı yeni arayışlara girmek zorunda kaldı. Batılı emperyalist güçlerin uyguladığı ambargolar, uluslararası Bankalarda Rusya’nın kendi rezervlerine ulaşım engeli ve Ukrayna’ya yapılan sınırsız askeri/mali yardıma rağmen gelinen yerde sonuç tam bir fiyaskodur. Beklentilerin aksine Rus ekonomisi çökertilemediği gibi yaşadığı büyüme eğrisi ile burjuva ekonomistleri şaşkına çevirdi.

***

Bütün bu gelişmeler hem 13 -15 Haziran tarihleri arasında İtalya’da toplanan G7 zirvesinin hem 15-16 Haziran tarihlerinde İsviçre’de toplanan ‘Barış Konferansı’nın ana gündemini oluşturdu. 93 Ülkenin katılımıyla gerçekleşen ve sonuç bildirgesiyle tam bir hayal kırıklığı olan ‘barış konferansı’ trafiği düzene koymaya memur edilenlere fazladan mesai yaptırmanın ötesinde bir işe yaramış görünmüyor. Rusya’nın davet edilmediği, Çin’in daveti reddettiği, katılımcı Ülkelerden 16’sının sonuç bildirgesine imza atmadığı konferans, maskeli balodan öte bir şey ifade etmiyordu.

Böyle bir seremoniden başka sonuç beklenmiyordu zaten. Zira konferansı toplayanların barış arayışı konusunda zerre kadar samimi olmadığı kimse için bir sır değil. Zira Ukrayna savaşının ateşine kendileri benzin döküyor. Hal böyleyken savaşın tarafı olan Rusya’nın davet bile ile edilmediği konferansın sonuç bildirgesi anlamsız sözler yığını oldu.

Ukrayna’nın talebi üzerine İsviçre’nin ev sahipliği yaptığı söz konusu konferansa uluslararası çapta 160 delegasyon katılım sağladı. Konferansın amacını ‘gelecekteki bir barış sürecini teşvik etmek’ olarak açıklayan ev sahibi ülke nedense Rusya’yı davet etmeyi akıl edememişti. Buna karşın, konferansa atfedilen, “Ukrayna için uluslararası hukuk ve BM şartı temelinde kapsamlı, adil ve kalıcı bir barışa giden yolda bir platform oluşturmak” hedefi kulağa hoş geliyordu.

 Savaşın büyük kaybedeni madalyası taşıyan kukla Zelenski bir taraftan “barış hemen şimdi, artık kaybedecek zamanımız yok” derken bir taraftan da olası bir barış masasına oturmaktan uzak talepler ileri sürüyor. Aynı paralelde açıklamaları ve Rusya’nın sinir uçlarına basan beyanatları AB Komisyon şefi Von der Leyen de tekrarladı. Ne var ki, savaşı kaybedenlerin Rusya’ya üst perdeden koşullar dayatmaya çalışması sadece abesle iştigaldir. Konferans maskaralığı, savaş ateşine benzin dökenlerin vahşi yüzlerini örtme çabası olarak da değerlendirilebilir. Buna karşın savaşın ateşine benzin dökenlerin kendilerini “barıştan yana” gösterme çabalarının ciddiye alındığı da söylenemez.

Yerkürede giderek belirginleşen yeni güç dengeleri emperyalist gericiliğin “batı sivilizasyonu” ve “evrensel değerler” sosuyla süslediği saldırgan politikalarına kolayından geçit vermiyor. Aynı şekilde dile getirdiği “barış talebi” de onun belirlediği koşullarda karşılık bulmuyor. Zira kapitalist-emperyalist düzenin işleyiş mantığı barış talebini dillendiriyorsa bu daha büyük bir yıkımı örgütlemek ve hazırlamak için bir soluklanma sürecidir. Gerçek anlamda bir barışa ise sadece ve sadece sosyalist işçi ve emekçi cumhuriyetleri kurulduğunda ulaşılacaktır.