Dinsel gericiliğin çatı partisi olan AKP, ırkçı faşist MHP’yle uzun zamandır ittifak halinde. Son yapılan genel seçimlerle birlikte HÜDA PAR ve YRP de bu gerici ittifaka katılmış oldu. HÜDA PAR ve YRP gibi aşırı dinci partilerin de desteğini alan faşist AKP-MHP rejimi korktukça daha da saldırganlaşmaya başladı. Saldırıların dozunun artacağını gösteren emareleri ise kendini her geçen gün daha sık göstermektedir.
Ekonomik kriz, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, düşük ücretler, fahiş ev kiraları vb. emekçilerin hayatlarını çekilmez hale getirdi. Giderek daha da ağırlaşan ve yoğunlaşan krizin faturasını “ekonomide rasyonelleşme” diye tanımladıkları “vergiyi tabana yayma” politikası ile emekçilerin sırtına yıkmak istiyorlar. Seçim döneminde yalan ve dezenformasyonlarla kitlelere ham hayaller satan sermayenin demir yumruğu AKP-MHP rejimi, seçim bittikten hemen sonra zam, vergi artışı vb. yeni saldırı politikalarını hızla hayata geçirerek gerçek yüzünü ortaya çıkarmış oldu.
Gün geçmiyor ki iğneden ipliğe kadar her şeye yeni zam gelmemiş olsun. Zam yağmuru devam ederken, milyonlarca işçi ve emekçi açlık sınırının altında kalan ücretlere mahkum edilmiş oldu. Bugün işçilerin aldığı ücret, çoğu zaman ev kirasını, elektrik, su, doğal gaz, telefon faturalarını dahi ödemeye yetmiyor artık. Bu durum, “ekonomide uçuşa geçeceğini” iddia eden rejimin utanç verici politikalarının iflasıdır.
Bilindiği gibi kriz dönemlerinde zenginler daha da zenginleşirken yoksullar daha da yoksullaşmaktadır. AKP ise iktidara geldiğinden beri krizi fırsata çevirmede oldukça maharetli bir deneyime sahip. Özellikle böyle dönemlerde sermayeye hizmette sınır tanımayan rejim, geniş yığınlara açlık ve sefaleti dayatıyor, kapitalistlere yeni vergi afları ve teşvikler sunuyor; hazine arazilerini, ormanları ve madenleri peşkeş çekiyor. Özellikle de AKP’ye yakınlığı ile bilinen beşli çete neredeyse bütün kamu ihalelerini alıyor. Yap-işlet-devret modeli ile “kar garantili” yollar, köprüler, barajlar vb. inşa ederek zenginliklerine zenginlik katıyorlar. Yoksulların ve emekçilerin payına, açlık ve sefalet düşüyor.
Gerici-faşist rejim iktidarda olduğu uzun yıllar boyunca dinsel gericiliği kullanarak toplum üzerinde muazzam bir etki alanı yarattı. Bu etki alanı cemaatlerin, gerici vakıfların, imam hatip okullarının vb. içinde yer aldığı geniş çapta bir örgütlenme modeli sayesinde oluşturuldu. Okullarda, camilerde, derneklerde, vakıflarda hatta fabrikalarda dahi ciddi oranlarda cemaat örgütlenmeleri var. Fakat AKP-MHP rejimi, bugün devletin bütün imkanlarına sahip olsa dahi eski toplumsal gücüne sahip değil. Çünkü artık bu söylemlerle ekonomik ve sosyal krizi aşamayacağını çok iyi biliyor. Bu yüzden en ufak bir hak arama mücadelesine bile (bu “anayasaya” aykırı bile olsa) en azgın şekilde saldırıyor. Cumartesi Anneleri bunun en büyük örneğidir. Her hafta istisnasız bir şekilde onlarca kişi darp ve işkence ile gözaltına alınıyor. TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ı, seçilmesine rağmen hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutmaya devam ediyorlar.
Son dönemde iktidar ortağı olan orta çağ artığı şeriatçı örgütlerin özellikle toplumsal yaşama müdahalesi giderek artmaya başladı. Okullara “haremlik selamlık” getirmek isteyen gerici odaklar, kız öğrenciler ile erkek öğrencilerin aynı sıralarda değil aynı okullarda dahi okumasını istemiyorlar. Bu minvalde karma eğitim karşıtı politikaları hayata geçirmek için Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “kız okulları” projesi gündeme getirildi. Zaten uzun yıllardır bilimsel eğitimden yoksun olan öğrencileri, bu uygulamayla birlikte zaten güdük olan laik eğitimin tamamen dışına çıkarmak istiyorlar.
Bu saldırılar elbette yeni değil. Fakat gericiliğin etkisi altında olan kesimlere yönelik politikalar izlemekte artık daha istekli davranıyorlar. Çünkü AKP’nin seçim döneminde en çok kullandığı söylemler “dış güçlere karşı mücadele”, “beka sorunu”, “terör”, “yerli ve milli silah sanayi”, “doğal gaz ve petrol bulma” vb. üzerine kuruluydu. Ama artık bunlar ile eskisi kadar etkili bir propaganda yürütemez duruma geldi. Diğer taraftan ise rejime karşı büyüyen bir toplumsal öfke var. Bu öfkenin arkasında ise sadece ekonomik kriz, yüksek enflasyon, düşük ücretler yok. İşçilere, emekçilere, kadınlara, öğrencilere, doğaya yönelik sistemli şekilde yapılan fütursuzca saldırılar da toplumsal öfkeyi büyütüyor.
Seçim döneminde meclisi ağızlarından düşürmeyen reformist sol partiler, seçimden hemen sonra “aynı borazanla” seçimlerin çözüm olmadığını, gerçek çözümün mücadeleyle gerçekleşeceğini dillendirmeye başladılar. Fakat seçimlerden sonra toplumda yaşanan moral bozukluğu ve hayal kırıklığının bir sebebi de boş vaatler ve ham hayallerle meclis propagandası yapan bu reformist partilerdir. Bugün işçi sınıfı ve emekçilerin yapması gereken şey, reformist partilerin peşinde düzenin dümen suyuna girmek değil, “sınıfa karşı sınıf” şiarıyla, fabrikalarda, atölyelerde, sanayi havzalarında, madenlerde, tersanelerde, limanlarda, kısaca emek sömürüsünün yaşandığı her yerde komiteler kurarak tabandan örgütlenmektir. Nasıl ki Akbelen köylüleri kendi yaşam alanlarını sermayeye karşı canla başla savunuyorsa, işçi sınıfı da emeğini dişe diş savunmalıdır. Onların büyük görünen kumdan kalelerini yıkmak için sınıf devrimcilerine düşen görev ise, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri reformist hayaller ve boş vaatler karşısında devrimci politikalarla kuşatmak, örgütlemek ve harekete geçirmektir.