Geniş işçi-emekçi yığınlar çok yönlü ve kapsamlı saldırılar altında yaşıyorlar. Sermayenin bu saldırıları işçi ve emekçilerin bilincini bulandırıyor, onları yoksullaştırıyor ve yoksunlaştırıyor. Topyekûn saldırıların iktisadi boyutuyla yığınlar sefalet çukuruna itiliyorlar. Diğer yandan da sosyal ve ideolojik saldırılarla işçi ve emekçilerin kimlikleri erozyona uğratılıyor, işçi ve emekçiler insani olarak hiçleştiriliyorlar. Tüm bu saldırıların hedefi ve amacı ortaktır. İşçi sınıfını ve emekçileri sınıfsal kimlikten uzaklaştırmak ve emekçiler arasında birliğin sağlanmasının önüne geçmek hedefleniyor. Sermaye sınıfının çok yönlü saldırıları ile erozyona uğrayan kimliklerde, bireycilik ve bencillik hakim hale getirilmek isteniyor.
Genel olarak fabrikalara ve çalışma alanlarına baktığımızda sermayedarların bunda bir başarı elde etmiş olduğunu söylemek mümkün. Patronlar sınıfının (burjuvazi) istediği türden kimlikler, sınıf içinde yaygın durumda. Fabrikalarda işçilerin büyük bölümü paylaşmaktan uzak, bencil, kendinden başkasını düşünmeyen, dayanışmadan kaçan bir tutum içinde. Hakim kimlikler böyle olunca, sınıf bölük pörçük halde, ağır sömürü ve yaşam koşullarında debelenip duruyor. Sınıfın büyük çoğunluğuna hakim kimliklerin böyle olmasından ötürü, gerçek ve sağlam bir birliğin oluşması için, kimliklerdeki bu erozyonların mücadele içinde onarılması zorunludur. Sınıfsal dayanışma ve paylaşım sınıfın ruhudur. Dayanışma ve paylaşma noktasında bir sınıf bilinci yaratılmadan çıkarsız bir işçi birliği oluşturmak zorlaşıyor. Zaten burjuvazi birliğin önüne geçmek ve sınıfı atomize etmek için, dayanışma ve paylaşma ruhunu ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Her bir işçi sadece bireysel olarak kendisi için soluk alıp verdiğinde, işçiler bir sınıf olamıyorlar. Ama ne zaman ki tek tek işçiler çıkarsız bir biçimde diğer sınıf kardeşlerini de düşünür, kendi çıkarlarını tüm sınıf kardeşlerinin çıkarları ile ortaklaştırır, o zaman bir sınıfın üyesi olma yolunda ilerler. Tam da bu anlamda burjuvaların örgütlü bir biçimde işçi sınıfının kimliğine dönük kapsamlı saldırıları püskürtülmeden, etkileri mücadele ile ortadan kaldırılmadan uzun vadeli ve kalıcı bir işçi birliğinden bahsetmek, sömürücü sınıfın saldırılarını püskürtebilmek imkansızlaşıyor.
İşçi ve emekçilere söz konusu bencil ve bireyci kimlikler nasıl hakim kılınıyor? Bu açıdan dönüp fabrikalara, fabrikalarda var olan üretim ilişkilerine, çalışma koşullarına ve üretim sistemine bakmak gerekiyor. İşçi kendisine verilen 4 cıvatayı sıkma görevi dışında sağına ve soluna bakmaya korkuyor, üzerindeki baskı nedeniyle. Yine bu ağır baskı yüzünden yanı başında yardıma ihtiyacı olan sınıf kardeşinin işine yardım edemiyor. Korkular ve çekinceler içinde sadece önündeki işine yoğunlaşıyor. Zaten yardım ederse üretimde belirlenen adetlerin tutturulamama ihtimali, dolayısıyla üretim baskısı işçiyi diğer sınıf kardeşine yardım etmekten uzak tutuyor. Kafayı işten kaldırmak bu koşullar altında suç oluyor. Üretimi yavaşlatma, işini savsaklama gibi bahanelerle tutanak tutulması söz konusu.
Fabrikalarda üretim baskısı Kaizen, 5S (bu S’ler çoğaldıkça çoğalıyor) vs. gibi toplam kalite ve üretim sistemleri ile pekiştiriliyor. Bu tür yöntemler sayesinde işçi, sahibi veya ortağı olmadığı bir fabrikanın daha fazla kâr elde etmesi ve üretiminin artması için, çalışma süresi dışında da fabrikayı düşünür olur. Kendi köleliğini arttıracak projeleri ücret dahi almadan hazırlar. Bu projeler başarılı olup üretim arttırıldığında ve üç kuruşluk ödül verildiğinde mutlu olur.
Ayrıca ne hikmetse fabrikada işçi kelimesi yasaktır sanki. Herkesin bir rumuzu vardır. Operatör, teknisyen, saha sorumlusu, takım lideri, ekip lideri vs. gibi rumuzlar, yapılan işe göre değişiyor. Herkes ücretli birer köle ama işçi değil. Facebook sayfalarında işçi yazmaz, bilmem hangi fabrikada operatör vs. yazar. İşçiler arasında rekabet yaratmak için takımlar oluşturulur. Bu takımın bir lideri olur, aylık olarak (bu değişebilir) lider, takım içindeki işçilerden seçilerek değişir. Lider olan bir anda fabrika sahibi olur, takımında yer alan işçi kardeşini bir ay ezer. Sürekli bir biçimde lider olan işçiler birbirleri ile zulüm noktasında yarışır. Kim daha fazla zulüm eder, üretimi arttırırsa ayın elemanı (yine işçi değil) olacak, panoya fotoğrafı asılacak ve herkes bunu görecektir. Fotoğrafı fabrika panosuna asılı olan ise ücretli bir köle olduğundan bihaber, kendisiyle gurur duyacaktır.
Bireysel ve bencil işçiler yaratmak için bölüp parçalamaya devam... Rekabet koşulları yaratmak bu işin iksiridir. Rakipler üstlerine giydikleri ayrı ayrı renkte olan iş kıyafetleri ile belirlenir. İster aynı ister farklı renk giysinler işçiler hep birbirine rakiptir. İş elbiseleri dahi patron tarafından bölüp parçalamak için kullanılır. Sırada patron için üretimde rekabet sayesinde başarı elde etmek vardır. Üretim adetleri belirlenip, oltanın ucuna da küçük bir prim konur, sonrasında yarış başlar. Üç kuruşluk prim için adetler hep yükselir. Sayılar yükseldikçe, artık bir önceki sayı geçilemez olur. Prim de ortadan kalkar. Ama ücretli kölelik devam eder.
İşçi, bir sınıfa ait olduğunu bilmediğinden hep birinin üstüne basarak ekmeğini büyütmeye çalışır. İşçi böyle yaptıkça pastası büyüyen sadece patrondur. Patronlar ise işçinin aksine bir sınıfa mensup olduklarının farkındadırlar. Birbirileri ile daha fazla kâr için hep bir rekabet halinde oldukları halde, sınıfsal çıkarlarını hep ön planda tutarlar. Kendi aralarında dayanışmayı ve paylaşmayı ihmal etmezler. Bir patron sömürüyü arttırma yöntemlerini diğerleri ile paylaşır. İşçiler eylem yapıp iş yavaşlatıyor, patron işleri yetiştirmekte zorlanıyorsa yardımına diğer patronlar koşar.
Süreç içinde patronun sömürüsü ve saldırıları karşısında bunalan işçiler bir mücadeleye girişirler. Sınıfsal bilinçte, dayanışma ve paylaşma ruhunda, mücadele içerisinde olsalar dahi bir zayıflık olduğunu söylemek mümkün. Zayıflıklar bireysel kazancın her daim önde tutulmasına neden olur. Zayıflıkların temelinde burjuva sınıfın saldırılarının etkisi olduğu kadar, işçilere dışardan sınıf bilincinin taşınması noktasında müdahalenin zayıflığının da etkisi var. Zaten sendika bürokratları, dayanışma ve paylaşma gibi sınıfsal düşünceleri işçilere taşıma konusunda hiçbir şey yapmıyorlar. Bu açıdan oldukça bilinçli davranıyorlar ve kendi rant düzenlerinin bozulmasını istemiyorlar. Bir bütün olarak yaşanan sınıfsal erozyonu ortadan kaldıracak bir mücadele yürütülmesi önemlidir. Mücadele içinde yan yana gelen işçilerde sınıf bilinci oluşturmak, çok yönlü ve kapsamlı müdahaleyi zorunlu kılar. Bu yaratılmadığı oranda işçi mücadele içinde de olsa, diğer işçilerle fiziken birlikte de olsa, aslında bilinç olarak yoluna tek başına devam eder.
Gerçek bir işçi birliği yaratmak istiyorsak sınıf içinde dayanışma ve paylaşma ruhunu güçlendirmeliyiz. Her bir işçi, sınıf kardeşine çıkarsızca yardım ettikçe, ona omuz verdikçe, çalışırken rekabet yerine sömüren patrona karşı yan yana geldikçe, kendisine yapay adlar takmayı bırakıp işçi olduğunu kavradıkça, ustadan korkup arkadaşıyla sohbet etmeyi bırakmak yerine inatla bunu yapmayı öğrendikçe, dolabında bulunan kahveyi saklamak yerine onu işçi kardeşiyle paylaştıkça, dinsel, mezhepsel, ulusal farklılıkları bir kenara bırakıp yan yana geldikçe, farklı ve güzel olan yanları paylaştıkça, dayanışmayı ve paylaşmayı öğrendikçe, gerçek ve sağlam birliğin yolu da açılacaktır.
Sözün özü, sömürücü ve asalak olan burjuva sınıfının dayatmalarına karşı, bireyciliğe karşı dayanışmayı, bencilliğe karşı paylaşmayı büyüteceğiz. Unutmayalım ki gücümüz birliğimizden gelir.
Ali Haydar Karaçam
Tekirdağ 1 Nolu F Tipi