Asgari ücret açlık sınırının altında!

Sırtını saray rejimine dayayıp işçi sınıfının kırıntı düzeyinde bile hak kazanmasını engellemeye çalışan kapitalistler, 'olağan' sınıfsal rollerini oynuyorlar. Bu tutum şu veya bu kapitalistin değil, bir sınıfın misyonuna uygun davranmasıdır. Zira bu, kapitalistlerin 'istisna' değil 'kaide' olan davranış biçimidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 09 Temmuz 2022
  • 08:00

Enflasyonun %170’yi aşmasından dolayı sermaye iktidarı asgari ücrete ‘ara zam’ yapmak zorunda kaldı. Zira yöneticileri saraya dalkavukluk yapan Türk-İş’in yaptığı hesaplamaya göre açlık sınırını 6391 TL iken, asgari ücret 4253 liraydı. Bu ise ‘kapitalistlerin güldüğü’ askeri faşist cunta döneminde dahi görülmemiş bir kepazeliktir. Bundan önceki hiçbir rejim, işçi sınıfına ‘yerli/milli’ AKP-MHP koalisyonu kadar pervasız olmamıştır. 

Bu kadar pervasızlık tesadüf değil elbet. Ekonomik krizin çöküş noktasına varması bir etken olsa bile, esas mesele bu değil. İşçi sınıfının sermaye sınıfına ve onun hizmetindeki saray rejimine karşı mücadelesinin verili koşullarda zayıf olması, Tayyip Erdoğan ve dinci-ırkçı rejimine bu kadar pervasız kararlar alma zemini hazırlamaktadır. 

Sermaye cephesinin riyakarlık seremonisi

On milyondan fazla işçiyi açlık sınırı altında bir ücretle yaşamaya mecbur eden zevat, asgari ücrete ‘ara zam’ yapılmasını bir ‘lütuf’ diye sundu. Bu suçu ortak işleyen şebeke (Asgari Ücret Tespit Komisyonu) ara zam ‘müjdesi’ vermek için basın toplantısı yaptı. Komisyonda olmamasın rağmen ‘baş fail’ sıfatıyla AKP şefi Tayyip Erdoğan da toplantıda boy gösterdi.

Komisyon bileşenlerinin tümü sermaye sınıfının çıkarlarını temsil ediyorlar. AKP’li bakan, kapitalistlerin temsilcileri ve güya işçilerin temsilcisi sıfatıyla toplantıya katılan Türk-İş şefi Ergün Atalay. Ortaya oturan AKP şefi, ‘terörle mücadeleden, Türkiye’ye oynanan ekonomik oyunlardan ve ilgili/ilgisiz başka birçok şeyden söz etti. İşçiler nezdinde prim toplaya gelen Erdoğan, açlık sınırının 891 TL altında kalan ücreti açıkladı. Utanıp sıkılmadan 5500 TL’lik asgari ücretin ‘hayırlı uğurlu’ olmasını dilediğini söyledi.

Tayyip Erdoğan’ın etrafında oturan komisyonun diğer mensupları, yaptıkları kısa konuşmalarda öncelikle AKP şefine övgüler dizdiler, ardından açlık sınırının altında kalan asgari ücret konusunda anlaşmaya varmaktan duydukları memnuniyeti dile getirdiler. ‘Vitrindeki manken’ gibi Tayyip Erdoğan’ın yanına oturan Ergün Atalay da ‘hayırlı olsun’ lafını tekrarlayarak saray dalkavukluğunu bir kez daha teyit etti.

“Altı ay yarı aç çalışın büyük zam yılbaşında”

Erdoğan, her zamanki pişkinliğiyle işçilere vaatlerde bulunmaktan geri durmadı. Bunun bir ara zam olduğunu söyleyen AKP şefi, “önümüzdeki altı ayı yarı aç-yarı tok çalışarak geçirin, asıl zam yılbaşında gelecek” manasına gelen laflar etti.

İşçilere vaatlerde bulunan Erdoğan, 20 yıldan beri rejimin başında bulunuyor. Her konuşmasında bu sürede Türkiye ekonomisinin ne kadar “büyüdüğünü” anlatıyor. Milli gelirin artışından söz ediyor. İhracatın nasıl da büyük bir patlama yaptığını ‘iftiharla’ dile getiriyor Aslında ekonominin ‘nasıl büyüdüğünü’ kendi biriktirdiği servet üzerinden anlatsa daha çarpıcı bir manzara olurdu. Zira Erdoğan, ranttan büyük pay alacak kadar kıdemli olmadığı bir dönemde parmağındaki yüzüğü göstererek servetinin ‘bir yüzükten ibaret’ olduğunu söylemiş ve “Bir gün Tayyip Erdoğan’ın zengin olduğunu görürseniz bilin ki çalmıştır” diye bir laf etmişti.

Bu lafı eden Erdoğan’ın dünyanın en zengin birkaç başbakan ya da cumhurbaşkanından biri haline gelmesi dikkate değerdir. Daha 2013’te ortalığa saçılan Cumhuriyet tarihinin en büyük hırsızlık, rüşvet ve talan skandalında AKP şefinin dolar milyarderi olduğu görülmüştü. Bu arada servet biriktiren tek kişi kendisi değil elbet. Aile bireyleri, yakınları, AKP’nin merkezi ve yerel yöneticileri, yandaş sermaye grupları, mafya babaları, çete reisleri, ezcümle bütün sermaye sınıfının mensupları büyük vurgunlar yaptı.

20 yılda ekonomi büyümüş ancak artan milli gelirin dağılımı görülmemiş derecede eşitsiz olduğu için, milyonlarca işçi ve emekçinin geliri düşmüştür. AKP’den önce işbaşına gelen/getirilen hükümetler de asgari ücreti en düşük seviyede tutmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Yine de hiçbiri AKP-MHP rejimi kadar pervasız olamadı. Hal böyleyken 20 yıl boyunca ülkeyi yöneterek asgari ücreti açlık sınıfının altına çeken birinin işçilere vaatlerde bulunması ancak küstahlık ve pişkinlikle izah edilebilir.

Sorun sınıf mücadelesinin seyrinde düğümleniyor

Sermaye cephesinin düzenlediği seremonide konuşan kapitalistlerin temsilcisi, “işçi ile işverenlerin bir kavga ya da çatışma içinde olmadıklarını, tersine tüm tarafların çıkarını gözeten bir uzlaşma içinde olduklarını” iddia etti.

Herhangi bir çatışmaya girmeden kavgayı kazanmış olmanın rahatlığıyla bu sözleri saf eden bu sermeye sözcüsünün ‘uzlaşmadan’ kastettiği şey, sendika ağalarının takındığı alçaltıcı tutum olsa gerek. Oysa sendikalara egemen olan bürokrat takımının işçi sınıfını gerçek anlamda temsil etmediğini onlar da çok iyi biliyor.

Sermaye sınıfı ile organik bağı olan sendikal bürokrasi, bu süreçlerde kendi sınıfsal rolünü oynuyor. Bununla birlikte sorun, işçi sınıfı hareketiyle de dolaysız bir şekilde bağlantılıdır. Zira asgari ücretle çalışan on milyondan fazla işçi var, asgari ücret bile almayan işçilerin sayısı da az değildir. Hal böyleyken, sermaye cephesi açlık sınırının altında bir asgari ücreti işçilere dayatırken, fabrikalardan, işletmelerde ve diğer çalışma alanlarından kayda değer bir tepki yükselmedi. Bu hem saray rejimini hem kapitalistleri hem sendika ağalarını rahatlatan bir durum. Zira böylesine hassas bir konuda kendileri çalıp kendileri oynadılar. İşçi sınıfına karşı birleşenler, yazık ki bu raundu kazanmış görünüyor.

“İşçilerle işverenler arasında kavga/çatışma olmadığı” iddiası kaba sahtekarlıktan başka bir şey değildir. Bunun böyle olduğunu iddia eden kapitalist de çok iyi biliyor. Zira sınıf bilinçli ve örgütlü olan kapitalistler her fırsatı sömürü ve ücretli kölelik düzenini tahkim etmek için kullanıyorlar. Arkalarında AKP-MHP gibi dinci-ırkçı rejim olunca daha da pervasız olabiliyorlar. Türk-İş’in şefi Ergün Atalay bile, sendikaya üye olan işçilerin kapı önüne konmasından yakınıyor. İşçilerin sendikalı olmasına tahammül etmeyen kapitalistler, sendikalaşmayı engellemek için histerik bir şekilde saldırıyorlar. Yani işçilerle sürekli bir kavga içindeler.

Sırtını saray rejimine dayayıp işçi sınıfının kırıntı düzeyinde bile hak kazanmasını engellemeye çalışan kapitalistler, ‘olağan’ sınıfsal rollerini oynuyorlar. Bu tutum şu veya bu kapitalistin değil, bir sınıfın misyonuna uygun davranmasıdır. Zira bu, kapitalistlerin ‘istisna’ değil ‘kaide’ olan davranış biçimidir.

‘Saray rejimi, sermaye sınıfı, sendikal bürokrasi’ üçlüsünden müteşekkil olan şebekenin bu kadar ileri gitmeyi göze alması, işçi sınıfının örgütlü, meşru-fiili mücadeleyi yükseltmekten halen uzak olmasından kaynaklanıyor. Kuşkusuz ki, işçi sınıfı gidişattan rahatsız ve birçok mevzi direniş örgütlemektedir. Sendikal örgütlülüğü geliştirmek, insanca çalışma/insanca yaşam hakkını kazanmak için mücadele ediyor. Ancak bu mücadele mevzi direnişler sınırında kaldığı sürece sermayeyi kısmen sıkıştırsa da asgari ücretin belirlenmesi gibi sınıfın genelini ilgilendiren bir konuda etkili olamıyor.

 Kapitalist özel mülkiyet düzeni egemen olduğu sürece hiçbir kazanım güvence altında olmayacaktır. Buna karşın işçi sınıfının örgütlü mücadeleyi yükseltip burjuvaziden haklar koparmak için çaba sarfetmesi hem meşru hem hayati bir önem taşıyor. Zira bu olmadan insanca yaşamaya yeten asgari ücret talebinin kazanıma dönüştürülmesi mümkün olmayacaktır. Öte yandan kapitalizmin krizinin giderek derinleştiği bu süreçte, işçi ve emekçilerin sırtına yıkılacak faturalar da artıyor. Dolayısıyla işçi sınıfı ile geniş emekçi kitlelerin kalıcı bir şekilde insanca çalışma ve insanca yaşama kavuşabilmeleri için sömürü ve ücretli kölelik düzeni kapitalizmi yıkma mücadelesini yükseltme dışında bir seçeneği bulunmuyor. Bu mücadele sadece işçi ve emekçileri değil, bütün bir insanlığı barbarlık içinde çöküşten kurtarabilmenin de yegâne yolu olacaktır.