İktidarın çıkmazı ve OHAL sopası

İşsizlik, yoksulluk ve açlıkla yüz yüze kalıp bunalan, dinsel gericilik, adaletsizlik, keyfilik ve dizginsiz bir zorbalık altında nefes alamaz hale gelen emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu iktidar, OHAL ya da benzeri uygulamalarla bastırma yolunu tercih edecektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Aralık 2021
  • 08:00

AKP iktidarı ve onun temsil ettiği sınıfla emekçiler arasındaki uçurum, benzeri görülmemiş düzeylerde derinleşti. Ekonomi başta olmak üzere çoklu ağır krizler içinde bunalan ve saplandığı bataklıktan çıkmak için umutsuzca çırpınan Erdoğan iktidarının elinde din istismarı ve zorbalıktan başka bir şey kalmış değil. Günbegün yoksullaşan ve giderek açlıkla karşı karşıya kalan emekçilere Bakara suresinden alıntıyla sabır çağrısı yapma çaresizliği de bunu anlatıyor. “Dünya hayatını imtihan olarak gören insanlarız. Rabbimiz Kuran'ı Kerim'de ‘Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele’ bu şekilde buyurmaktadır” sözleri, emekçi kitlelere yoksulluk ve açlıktan, zorbalık ve ölümden başka sunabileceği hiçbir şeyin kalmadığının da itirafıdır.

“Biraz korku ve biraz açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme” “sınamaları” aynı zamanda işçi ve emekçileri daha nelerin beklediğinin de ilanı oluyor. İşçi sınıfı başta olmak üzere toplumun ezilen ve sömürülen tüm kesimlerini daha büyük iktisadi ve sosyal yıkım saldırıları beklemektedir. Bu saldırılar ise ancak zorbalık sopasının daha fazla kullanılması pahasıyla uygulanabilir. 25 Kasım’da gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “ekonomik kurtuluş savaşı” verildiği iddiasının gereği olarak, ekonominin bir “ulusal güvenlik meselesi” olarak tanımlanması ve “yeni ekonomik model”e yönelik “tehdit ve sınamalardan” söz edilmiş olması da bu çerçevede anlaşılabilir.

MGK toplantısını izleyen sonraki günlerde, Erdoğan’ın danışmanlarından Prof. Dr. İzzet Özgenç, Anayasa’nın 119. maddesine göre hükümetin OHAL kararı alabileceğini söylemiş, “Toplumun ağır ekonomik bunalım sebebiyle OHAL ilanına hazırlıklı olması gerektiği” uyarısında bulunmuştu. Meclis Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmelerinde konuşan AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, OHAL iddiası “Türkiye’de ve Türkiye’yi dışarıdan takip eden çevrelerde önemli birtakım endişeleri ortaya çıkardı”ğı için tepki gösterdi. “Ekonomik OHAL gibi bir laf haddi aşan bir sözdür” diyen Kurtulmuş, Türkiye’nin serbest pazar ekonomisi şartları içerisinde hareket ettiğini belirtti. Erdoğan da benzer çıkışlarda bulundu.

Tüm bunlar olurken Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ise, ekonomiye yönelik dışarıdan bir saldırı olmadığını söyleyerek, yürekleri ferahlattı(!) Ekonomiye dışardan bir saldırı olmadığına, dolayısıyla “ekonomik kurtuluş savaşı” dış güçlere karşı verilmediğine göre, sözü edilen “tehdit ve sınamaların kaynağı” işçi sınıfı ve emekçilerin biriken öfkesi ve bu öfkenin kendini sosyal bir patlama biçiminde ortaya koyma olasılığıdır. AKP iktidarı, izlediği sosyal yıkım politikalarıyla toplumda büyük bir öfke biriktirdiğini bilmektedir. Bunun sadece sandığa değil, daha kötüsü sokağa taşma riskini de görmektedir ve en çok da bundan korkmaktadır. Dolayısıyla OHAL’in ilan edilip edilmemesinden bağımsız olarak, AKP iktidarının topluma daha çok sopa göstermesi zorunluluk haline gelmektedir.

Terör ve zorbalık daha da tırmandırılmak isteniyor

İktidar cephesinden gelen tepkiler üzerine İzzet Özgenç, açıklamasının “herhangi bir kişi ya da kurumla bağlantılı olmadığını”, kendi endişesini paylaştığını bildirmek durumunda kaldı. Durum, Özgenç’in açıkladığı gibi midir, yoksa Erdoğan’dan onay alınarak yapılan bir açıklama mıdır, bunu bilemeyiz. Ama ağır bir yoksullaşmaya ve giderek açlığa neden olan politikaların her zaman için olağanüstü yönetimlerle uygulanabileceğini biliyoruz.

Ağır bir ekonomik bunalımın yaşandığı, TL’nin pula döndüğü, zamların otomatiğe bağlandığı, yoksulluğun ve açlığın yaygınlaştığı bugünün Türkiye’sinde emekçilere daha ağır faturalar ödettirilmek isteniyor. Katlanılmaz yaşam koşullarının “artık yeter” dedirttiği işçi ve emekçilerde mücadele isteği büyümekte ve bu kendini belirgin bir hareketlilik biçiminde de ortaya koymaktadır. Giderek yaygınlaşma eğilimi gösteren sınıf ve kitle hareketi, düzen tarafından tehdit olarak algılanmakta, saldırı politikalarının engelsizce uygulanması önünde engel olarak görülmektedir. Daha büyük saldırı dalgasının gelmesi ve emekçilerin buna direnmesi koşullarında her ne kadar Numan Kurtulmuş ve Erdoğan, “Ekonomik OHAL gibi bir laf haddi aşan bir sözdür…” deseler de iktidar, emekçileri OHAL’li ya da OHAL’siz dizginleyip sindirmek politikası izleyecektir.

İşçi ve emekçilerin kölelik koşullarında çalışmaya ikna edilemediği, onlara uysalca boyun eğdirilemediği koşullarda baskı araçlarına daha fazla baş vurmak, iktidarın elindeki tek seçenektir. OHAL gibi olası uygulamalar bunun daha da ağırlaşmış biçimi olacaktır. Bütün göstergeler, dinci-faşist iktidarın baskı ve zorbalık eşliğinde işçi sınıfı ve emekçilere daha ağır bir sömürü ve kölelik koşulları, daha büyük yoksulluk ve açlık dayatacağını, onlara daha büyük faturalar keseceğini gösteriyor. Erdoğan ve iktidarı bunu, “Biraz korku ve biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme” ifadeleriyle de ilan etmiş ve buna dinsel bir temel de “kazandırmış” bulunuyor. Bütün bunların emekçiler tarafından sessizce sineye çekilmeyeceği, derinde biriken enerjinin giderek yüzeye vuracağı artan işaretler üzerinden de görülmektedir. İşçi sınıfı ve emekçiler harekete geçtikleri ölçüde ise daha büyük bir devlet terörüyle karşılaşacaklardır.

İşsizlik, yoksulluk ve açlıkla yüz yüze kalıp bunalan, dinsel gericilik, adaletsizlik, keyfilik ve dizginsiz bir zorbalık altında nefes alamaz hale gelen emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu iktidar, OHAL ya da benzeri uygulamalarla bastırma yolunu tercih edecektir. Fakat emekçilere karşı zorbalığın daha da tırmandırılmasının da bir bedeli olabileceği tarihsel deneyimlerle ortadadır. Türkiye’nin geleceği, rejimin ne yapacağından çok, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin kendi kaderlerini ellerine alıp almamalarına, işçi sınıfının bağımsız örgütlü bir güç olarak tarihsel rolünü oynayıp oynamayacağına bağlıdır.