Göçmenler için kullanılan şantaj en sonunda hayata geçirildi. Türk devlet kurumlarının özel çabasıyla Pakistanlı, Afgan, Libyalı, Suriyeli göçmenler sınırlarda birikti. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından ilk yapılan açıklamalara bakılırsa 100 binin üzerinde göçmen Türkiye’den ayrılmış bulunuyor. Yunanistan tarafının verdiği rakamlar ise çok daha düşük.
Basına da yansıdığı kadarıyla Türkiye’den ayrılmak isteyen göçmenlere devlet kurumları bir şekilde yardımcı olmaktadır. İnsan kaçakçılığının Türk ceza yasasına göre suç olmasına rağmen bu suç alenen, hem de devletin gözetimi ve yardımlarıyla işleniyor. İnsan kaçakçıları, bir nevi ihale almış tüccarlar gibi haber kanallarına övünerek yaptıkları işi anlatıyorlar. Bu gerçek daha fazla gün yüzüne çıkmasın diye medya mensupları göçmenlerden uzak tutulmaya çalışılıyor. Kimileri ise “yasak bölgede çekim yapmak” gerekçesiyle gözaltına alınıyor.
Resmi rakamlara göre 4 milyonu aşmış olan göçmenle karşılaştırıldığında sınır kapılarında birikenlerin sayısı Türk devletinin amaçladığının tam olarak hayata geçmediğini gösteriyor. Bu demek oluyor ki yüz binlerce sığınmacı aslında Erdoğan’a da çok güvenmiyor. Kendilerinin bir pazarlık gücü olarak görüldüklerinin, her an her şeyin aleyhlerine değişebileceğinin farkındalar. Bu haklı kaygılarına sınırı geçmeyi başarsalar bile nasıl bir muameleyle karşılaşabileceklerinin yarattığı bir başka korku daha ekleniyor. Avrupa’da artan ırkçılık sürekli olarak kendisini yabancılara yönelik faşist saldırılar olarak gösteriyor. Bu faşist yaklaşım Yunan kolluk güçlerinin göçmenlere yönelik müdahalesine de yansıyor. Alan Kurdi bebek örneğinde olduğu gibi savaştan kaçıp Akdeniz ya da Ege sularında kaybedilen hayatlara dökülen gözyaşının ne kadar sahte olduğunu gösteriyor.
Bu sahtelik göçmenlere “ev sahipliği” yapanlarda da fazlasıyla açığa çıkıyor. Düne kadar kendilerine sığınanları dinsel ve kültürel motiflerle gerekçelendirerek sahiplendiklerini söyleyenler bugün “biz bakmaya zorunlu değiliz” diyor. Anlaşılan o ki T. Erdoğan göçmenler konusunda ‘B planını’ hayata geçiriyor. Şimdiye kadar bir tehdit unsuru olarak kullanılan yüzbinlerce insan, sınırın bu tarafından kapılar açılarak sözde özgür bırakılıyorlar.
Kendilerine tüm taraflarca güvence verilse, daha iyi koşullarda yaşamak için göçmenlerin Türkiye’yi anında terk edecekleri ortadadır. Emperyalistlerin ve işbirlikçi bölge devletlerinin işgal ve yağma politikaları yüzünden yurtlarını terk etmek zorunda bırakılanları baskı altında bir yerde yaşamaya mecbur bırakmak ya da koz olarak kullanmak en temel insan haklarına aykırıdır.
Başından itibaren Erdoğan tarafından yürütülen ve savunulan Türk devlet politikası Suriyeli göçmenlerin bugün yaşamış oldukları tüm trajediden en az ABD ve diğer emperyalist güç odakları kadar sorumludur. Suriye’yi bu hale getiren, milyonlarca insanı yurtsuz bırakan, on binlercesinin ölümüne, kadınların tecavüze uğramasına, çocukların hayatlarına mal olan işte bu işgal politikasıdır.
Hala daha Suriye’nin yıkıma uğratılmasında tetikçilik görevi verilmiş olan gerici çeteler desteklenmekte, sözde bu şeriatçı Ortaçağ kalıntıları Suriye’nin gerçek sahipleri olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. İçeride de bu işgalin faturasını yine yoksullar, gerek canlarıyla gerekse daha da kötüleşen yaşam koşullarıyla ödemektedir.
Bugün sınırda biriken ve sayısı arttıkça yaşanan vahametin de artacağı ortada olan göçmenler gerçeği bu sorunun çözümünün ırkçı, faşist ve gerici kafalarca mümkün olmadığını göstermektedir.
Hangi milliyetin arkasına saklanılırsa saklanılsın, hangi dinsel örtüye bürünmüş olunursa olunsun ne ırkçılık ne de gericilik mazlum halklara umut olamaz. Yoksul halkların yaşadığı trajedinin sorumlusu olanların buluştukları tek yer birlikte işledikleri bu savaş suçlarıdır. Çözüm ise kapitalist emperyalist sistemin tüm acı sonuçlarını yaşamakta olan halkların bu adaletsiz düzene karşı birlikte verecekleri mücadeleyle mümkün olacaktır.