12 Eylül askeri faşist darbesinin üzerinden 43 yıl geçti. Sermayenin çıkarları için dönemin Demirel hükümeti tarafından alınan 24 Ocak kararlarını uygulamak ancak faşist cunta ile mümkündü. Nitekim sermaye ve Amerikan emperyalizmi istedi, başında Kenen Evren’in bulunduğu TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) darbe yaptı. Cunta rejimi işçi sınıfı hareketine, toplumsal muhalefete ve devrimci güçlere karşı amansız, vahşi bir saldırıya geçti. Yüz binler tutuklandı, işkenceler, idamlar, zulüm ile bir karabasan gibi ülkenin üzerine çöken generaller, sermaye kodamanları ve Washington’daki efendileri tarafından takdir edildi.
Sermayedarlar açısından azgın sömürü cennetinin kapılarını aralayan darbenin ilk icraatı işçi sınıfının ve kitle hareketinin önünü kesmek için ilk olarak ileri, öncü, devrimci özneleri yok etme ve susturma saldırısı oldu. Sınıf mücadelesinin, ilerici ve devrimci hareketin içinde yer alan kadınlar da bu faşist askeri darbenin hışmına uğradılar, onlara da ağır bedeller ödetildi.
Darbenin hemen ardından binlerce kadın tutuklandı, işkence gördü, cinsel istismara uğradı. “Dayak yemediğim tek bir gün bile yoktu” der bir kadın arkadaşımız 12 Eylül cezaevlerinden bahsederken. Ve tabi ki pek çoğu nasıl direndiğini de ekler mutlaka anlattıklarına. İnsanca yaşam mücadelesine olan inancının kendisini nasıl ayakta ve diri tuttuğunu da...
Darbenin üzerinden geçen onlarca yılda 12 Eylül politikalarının etkisini bugün işçi ve emekçilerin zapturapt altına alınan yaşamlarında, kadınların her geçen gün artan gerici politikalarla haklarına ve hayatlarına yönelik saldırılarda açıkça görebiliyoruz. Zira AKP’nin iktidara ulaştığı yolu bizzat Amerikancı generaller düzledi. AKP o darbenin ürünü olduğu için, askeri cuntanın tutuklama, işkence ve sindirme politikalarını uygulamakta bugün tereddüt etmiyor. Zorbalığı dinci-şoven sosa bulayan AKP-MHP rejimi haklarını arayan işçilere, saraya biat etmeyen muhaliflere saldırdığı gibi, kadın cinayetlerine, gericiliğe, yok sayılmaya karşı çıkan kadınları da insanca bir yaşam uğruna mücadele eden kadın-erkek tüm ilerici özneleri de baskıyla sindirmeye çalışıyor.
Toplumun hali hazırda en dinamik kesimlerinden biri olan kadınların bunca baskı ve sömürüye verdiği yanıt, darbe zindanlarında olduğu gibi mücadele olmaktadır. Fabrikalarda, iş yerlerinde baskıya, geleceksizliğe, sömürüye karşı kadın işçiler en ön saflarda yerlerini almaya devam ediyor. Kadını yok sayan gerici-şoven politikalara, şiddete, kadın cinayetlerine, krizin faturasına karşı sokaklar kadınların isyanı ile doluyor. Sömürü düzenine boyun eğmeyen, eşit ve özgür bir yaşam mücadelesini her daim sürdüren, bu uğurda tutsak düşen, sindirilmeye çalışılan ilerici ve devrimci kadınların iradesi kırılamıyor. AKP-MHP iktidarı ile şeriatçı-ırkçı suç ortaklarının kadın düşmanı zihniyetleri ve politikaları kadınların mücadele duvarlarına çarpıyor.
Kısacası işçi ve emekçi kadınlar, kadınları özel hedef haline getiren politikalara karşı mücadeleyi yükselttikleri gibi bu sömürü düzenine karşı, insanca bir yaşam için, sosyalizm için iş yerlerinde, sokakta, tutsaklıkta, yaşamın her alanında devam eden her mücadelede var oldular. Sınıfsız, sömürüsüz, eşit ve özgür bir dünya kurulana kadar da ön safta var olmaya devam edecekler.
K. Meydan