Fransa ile Türkiye sermaye devletleri arasında cereyan eden polemikler, sistemin karanlık yüzünün daha belirgin hale gelmesine vesile oldu. Her iki ülkede de faşist örgütlenme ve partiler devletin desteğine koşuyor. Fransız faşistleri Macron’a alkış tutuyor, “yabancıları gönderme gerekliliğini” televizyonlarda kanal kanal dolaşıp anlatıyorlar. Türk faşist örgütlenmeleri ise, sadece Türkiye’de değil Fransa'da da sokaklara çıkıp Erdoğan'a destek şovları yapıyorlar.
Kapitalist sistem için faşizm, olağanüstü dönemlerin bir yönetim tercihi olmaktan çıkıp sistemin bir uzantısı haline gelmiş görünüyor. İki burjuva hükümet de ırkçı-şoven söyleme ağırlık veriyor. Bu elbette AKP-MHP rejimi için yeni bir durum değil. Ama liberal geçinen Macron’un da uyum sağlamakta güçlük çekmediği görülüyor. Her iki ülkede de faşist örgütler, hükümetlere tam destek vererek baskı politikaları ve sömürü yasalarının geçmesini sağlıyorlar.
Fransa'da son başkanlık seçimlerinde faşistler çok yüksek oy almıştı. Başkanlık yarışına katılan iki adaydan bir faşistti. Marine Le Pen'in seçilmemesi için önemli bir kesim Macron'a oy vermek zorunda kaldı. Fakat seçimin üzerinden çok geçmeden, “emanet oylar”la seçilen Macron hükümetine en büyük desteği veren de Le Pen grubu oldu. Macron'un da desteğini almayı en çok önemsediği bu faşistlerdi. Başta Sarı Yelekliler hareketi dönemi olmak üzere Macron ne zaman sıkışsa Le Pen yanındaydı. Bugün öldürülen öğretmen üzerinden hem ülke içinde hem de dünyada yeni saldırgan politikalara yönelirken de, Macron'un yanında yine Le Pen var.
Türkiye'de de Erdoğan yönetiminin MHP'yle ilişkileri sayesinde ayakta kalabilmesi ve AKP'nin faşist çizgide ilerlemesi olgusu orta yerde duruyor.
İki ülkedeki durum benzerlikten öte kapitalist sistemin ihtiyaçlarından kaynaklanıyor. Elbette arada önemli farklar var. Dinci-faşist tek adam rejiminin tahkim edilmesi, ekonominin Erdoğan’ın elinde toplanması, medyanın %95’ten fazlasının saray beslemelerinden oluşması vb... Buna karşın Macron da Erdoğan gibi anılmaya başlanıyorsa, “liberal politikaları terk edip sağa kaydığı” için değil, hizmet ettiği sistem buna ihtiyaç duyduğu içindir. Sistem, Macron’u Erdoğan’a yaklaştırıyor.
Fransa'daki toplumsal mücadelenin basıncı Macron seçildiğinden beri düşmedi. Önce kendiliğinden gelişen bir toplumsal hareket olarak Sarı Yelekliler zorladı. Bu hareket birinci yılında geri çekilirken, tüm ülkeyi sarsan güçlü bir işçi hareketi patlak verdi. Son yılların en kitlesel genel grev eylemleri gerçekleşti. Macron bu süreçleri bazı tavizlerle geçiştirmeye çalıştı ama esasta baskıyı yoğunlaştırarak karşıladı.
Genel grevlerin basıncı devam ederken, bir yandan Ortadoğu'daki gelişmeler diğer yandan pandemi Fransa’da iktidarı sıkıştıran gelişmeler oldu. Neredeyse bir yıllık sürecin sonunda salgını yenmenin çok uzağında. Sistemin birçok ülkede karşı karşıya kaldığı çözümsüzlüğün sonuçları ağır bir biçimde yaşanıyor. Korunma önlemlerinin sistemi iflasa sürükleyeceği söylemi Macron'un da dilinden düşmüyor.
Sarı Yelekliler hareketi militan bir karakter kazanır kazanmaz, Le Pen kitlesini eylemlerden çekti. Genel grev sürecinde işçi hareketine düşmanlığını sürdürdü. Pandemi sürecinde muhalif kalsa da Macron'u zorlamadı. Tüm bu süreçlerde faşist örgütlenmeler propaganda ve pratikleriyle hep “devletin yanında”ydı. İşte bugün de öldürülen öğretmen ve benzeri eylemleri istismar eden düzenin, yeni adımlar atmaya çalışırken faşistlere ihtiyaç duyması bundandır. Faşist partinin temsilcisi Le Pen, son dönemde Macron'un koalisyon ortağı gibi davranıyor. Erdoğan ile MHP şefi Bahçeli’nin koalisyonu gibi, Macron yönetimi de faşistlerle işbirliğini normalleştirme sürecinde. Giderek faşistler ile “merkez” sağ arasında birbiriyle uyumlu bir yapı oluşmaktadır. Buna burjuva sosyal demokrasisi de eklenebilir. Nasıl ki CHP sermaye devletinin işgal tezkerelerine onay veriyorsa, bugün Fransa'da sözde “aşırı solun” başkan adayı Melenchon da çıkıp Macron'a destek veriyor. Daha da ileri giderek Fransa’daki Çeçenler'in İslami terör örgütleriyle ilişkisi olduğu iddiasına dayanarak “bir bütün olarak Çeçen halkına mensup olanların sınır dışı edilmeleri gerektiği” gibi ırkçı bir politikayı savunabiliyor.
Öldürülen öğretmeni anmak için öğretmen sendikalarının çağrısıyla gerçekleşen, devletin manevrasıyla “ulusal birlik” adı altında yabancı düşmanlığının körüklendiği ve göçmenlere yönelik saldırganlığın savunulduğu mitingde, tüm partiler Macron'un arkasına dizildi. Bugün Fransa'da “cumhuriyet değerleri” söylemi tüm partilerin dilinde ancak gerçekte savunulan milliyetçi-şoven “değerler”. Bu “benzeşme” bizzat burjuva düzenin ihtiyaçlarından kaynaklanıyor. Kendi aralarında muhalif olsalar ve farklılıklar taşısalar da, sistemin zarar göreceğini varsaydıkları anda “tekleşme” refleksi sergiliyorlar.
Kitlelerin bunu görebilmesini olanaklı kılacak örnekler birikiyor. Sistemin aşılamayan krizi onları kaçınılmaz olarak aynı noktada buluşma yönüne sürüklüyor. Bugün değilse yarın, her iki ülkede ve genel olarak emperyalist-kapitalist dünyada bu eğilim daha çok karşımıza çıkacak.
Fransa’da faşistlere karşı “kötünün iyisi” anlayışıyla seçilen Macron gibilerinin aynı sistemin araçları olduğunu, yeri geldiğinde faşistlerle yol yürümekten imtina etmeyecekleri görülmektedir. Sistemin bugün liberal burjuva sınırlarda bile özgürlüğe tahammülü olmaması yaşadığı kriz ve sıkışmadan dolayıdır.
Öyleyse onu boğan bu atmosferden çıkmamasını sağlamak için, işçi ve emekçilere, geleceksizliğe mahkum edilen gençlere gerçek alternatifi göstermeliyiz. Bugün faşizm denilince aklına sadece Nazizm gelen kitlelere emperyalist-kapitalist sistemin yönelimlerini gösterebilmeliyiz. Evet belki kahverengi gömlekliler sokaklarda dolanmıyor ama devletin lacivert gömlekli polisleri zaten her yerde göçmenleri, azınlıkları katlediyor, işçi eylemlerine saldırıyor, sistemi koruyor. Faşistlerin “sivil” örgütlenmelerinin bugün için ihtiyaç olmaması, faşist politikaların uygulanmadığı anlamına gelmiyor. Kaldı ki neredeyse her bir ülkede faşist örgütlerin bu tarz oluşumları var. Bunlar sistem ihtiyaç duyduğunda kullanılmak üzere besleniyor.
Yüz yıl önce de bugün de faşist partileri, faşizmi yaratan kapitalizmdir. Dolayısıyla bu sistem yıkılana kadar faşizm tehlikesinin ortadan kaldırılması olası değildir. Son yıllarda birçok ülkede faşist ya da faşist yönelimli rejimler fiilen inşa ediliyor. ABD’de Trump yönetimi, Türkiye’de AKP-MHP rejimi, Brezilya’da Bolsonaro, Macaristan’da Urban ve diğerleri... Bu nedenle, faşizmden kurtulmak için burjuva iktidarların yıkılmasını hedefleyen mücadelelerin geliştirilebilmesi gerekiyor. Ya bu sistemin altında ezileceğiz ya da bu sistemi alaşağı edecek mücadeleyi yükselteceğiz.