Dünyamızın ve Türkiye’nin bugünkü durumunu kavramamızda “neo-faşizm”in önemli bir yer taşıdığını düşünüyorum. Tarihsel faşizmlerin bazı özelliklerini taşıyan dönüşümlerin bir habercisi…
Bu tespitim, (“neo-faşizm” terimini kullanmadan) Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP (İmge, 2015) başlıklı kitapta yer alıyordu. 2015 sonrasında çeşitli yazılarımda da Türkiye ve dünyadaki kimi gelişmeleri doğrudan doğruya “neo-faşizm” olarak nitelendirdim.
Değerli meslektaşım, arkadaşım Ergin Yıldızoğlu, kavramı Türkçeleştirmiş ve son kitabının başlığına koymuş: Yeni Faşizm (Cumhuriyet Kitapları, Mayıs 2020).
Kitabı kısaca gözden geçireceğim.
'Nazi üniforması giymeyen' faşizm…
Ergin Yıldızoğlu kitabını, Umberto Eco’dan bir alıntı ile başlatıyor: “21’nci yüzyılın en büyük yanılgısı, faşizmin tekrar Nazi üniformasıyla geleceğini sanmasıdır.”
Eco’nun uyarısını Yıldızoğlu kabul ediyor ve günümüzde yaygınlaşan faşist dönüşümleri yeni faşizm olarak adlandırıyor. Kitabın başında ABD’den Filipinler’e uzanan geniş bir coğrafyada bu olgunun gözlendiği çok sayıda ülkeyi sıralıyor. Arada İngiltere, Polonya, Türkiye ve Hindistan’ın yer aldığına dikkat ediyoruz.
Bu sıralama sonrasında, “ilk” (saf) ve “yeni” faşizmleri temsil eden beş ülke incelenecektir. Yıldızoğlu elbette İtalya ve Almanya ile başlayacaktır. Mussolini ve Hitler’in yönettiği rejimlerin uygulamada çok önemli farklar içerdiği de açıklanacaktır.
Kitapta incelenen “yeni faşizm” örnekleri ise üçtür: ABD, Brezilya ve Macaristan. Bu üç örnek, liderleri ile adlandırılmış: Trump, Bolsonaro ve Orban… Yıldızoğlu bu tercihi ile, “yeni faşizm”in teşhisinde liderlerin ideolojik kimliklerine önem verdiğini gösteriyor.
Bu nedenle de, uygulamada büyük farklılıklar içeren faşizmin, ideolojik olarak açıklanması gerekiyor. Yıldızoğlu bunu, Umberto Eco’nun, İtalyan faşizminden türettiği; ancak çağdaş çeşitlemeleri de içeren uzun bir “özellikler listesi”ni benimseyerek yapıyor (ss.59-60).
Eski ve yeni faşizmleri temsil eden beş ülke örneği gösteriyor ki, siyasal program ve kurumsal yapı bakımından bir genelleme güçtür; bir “faşist model” inşa edilemez. Faşizm ideolojik olarak “hortlamakta” ve çağdaş siyasete yansımaktadır. Bunları somut olarak, ortaya çıkardığı dönüşümlere mercek tutarak incelemek, eleştirmek gerekecektir.
Yıldızoğlu bu tespiti yaptığı için “yeni faşizmi”, Alman nazizmi, İtalyan faşizmi ile yapay paralellikler arayarak tespit etme yükünden kurtuluyor. Örneğin Türkiye faşizmini eleştirme alanını böylece genişletiyor.
Popülizm mi? Faşizm mi?
Batı’da yeni faşizm, liberal düşünürlerin, küreselleşmeci burjuvazinin eleştirileriyle karşılaştı. Ancak, bu eleştiriler, doğrudan “faşizm” suçlaması ile değil, “popülizm” terimi kullanılarak yapılmaktadır. Üstelik, emekçi sınıfların çıkarları açısından neoliberalizme karşı çıkan “sol” muhalefetle birleştirilerek… Örneğin, Brezilya’da sınıf mücadelelerinin karşı saflarında yer alan faşist Bolsonaro ile solcu Lula, popülizmin “sağ” ve “sol” kanatlarını temsil eder.
Bu terminolojinin ardında, bence, yeni faşizme saygınlık kazandırma, meşrulaştırma çabası yatıyor. Kapitalizmin özü ile kavgalı olmayan faşistlerin iktidara yaklaştığı dönemeçlerde, büyük sermaye onlarla işbirliği seçeneğini açık tutmalıdır. Burjuva medyasının, faşistleri “popülist” olarak nitelemesi, bu işbirliğini kolaylaştırmaktadır. ABD’de Trump’a, İngiltere’de Johnson’a iktidar kapısı aralayan bu tür ittifak örneklerini bu köşede vurguladım.
Yıldızoğlu arkadaşımız İngiltere’de yaşıyor. Johnson’un iktidara gelmesini bu açıdan (ne yazık ki) incelemiyor. Ama, yeni faşizmin özelliklerini sayıyor. Bunların “popülizm” olarak nitelenmesini benzer gerekçelerle reddederek düğümü kesiyor: “[Bugünlerde] şekillenen baskı türünün aldığı (popülizm, otoriterlik, ulusalcılık, güçlü adam rejimi, illiberal demokrasi gibi) isimleri biliyoruz; o isimlerden en uğursuz, acımasız olanı, faşizmi [seçiyoruz]” (ss.17-19).
“Yeni faşizm” kavramını yeğlemesi, liberal çerçeveyi aşan sol bir eleştiriyi güçlendirdiği için doğrudur. Örneğin AKP iktidarını, CHP gibi “tek adam rejimi, anti-demokratik, otoriter” yaftalarıyla kınamak zayıf kalmaktadır. Yaşadığımız dönüşümün “faşist” niteliğini, “İslamcı” özelliği ile birlikte teşhis, etkili bir eleştirinin ilk adımıdır. Yıldızoğlu da bu eleştiriye ve tespite katılıyor (s.85, 109).
Yeni faşizmi yükselten güç: Entelijensiya…
Ergin Yıldızoğlu “eski” ve “yeni” faşizmlerin ortak bir özelliğinin “sivil” kökenli olmalarında görüyor. Askeri darbelerle değil, temsilî demokrasinin araçlarını kullanarak iktidara ulaşırlar (s.48). Güçlü seçmen desteği gerekir. Bu da, emekçi ve orta sınıf saflarında etkili örgütlenmelerle gerçekleşir. Bu örgütler bazen “milis-tipi” vurucu güçler içerebilir.
Diğer merkez/sağ partilerden kritik farklılık iktidar sonrasında ortaya çıkar. “Millî iradenin tecellisi”ni kalıcı kılma gündeme gelir. Yürütme erkini kısıtlayan tüm anayasal, kurumsal engelleri aşma çabaları öne çıkar. İdeolojik hegemonyayı topluma yerleştirme mücadelesi ile birlikte “süreç olarak faşizm” başlar (s.86-87). İktidarı değiştirme yöntem ve seçenekleri yok olduğu anda faşizme geçiş tamamlanmış olacaktır.
Yıldızoğlu “süreç olarak faşizmin” sınıf haritasına değiniyor. Ama belirleyici dinamiği bu haritada değil “entelijensiya” diye adlandırılan “toplumsal kategoride” tespit ediyor. Çarlık Rusyası’nın muhalefet akımlarından kaynaklanan bu kavramı ilk kullandığında İngilizce “intellectual” (“aydın”) sözcüğüne referans veriyor; ama “aydın anlamında değil; bağlamlar-arası bilgi üreten kişi” olarak tanımlıyor. “Sanatçı, din adamı, filozof hatta polis bile olabilir” (s.27).
Bir “kafa emekçisi”, ama biraz ötesi… Üstelik, rejim değiştirecek bir gücü var: “Kapitalizme sadık bir entelijensiya, milliyetçilik, ırkçılık, dinci bağnazlık gibi ideolojik-kültürel biçimlerle öfkeli kitlelerin enerjisini birleştirebiliyor ve bu bileşimden… iktidar yaratabiliyor” (s.108). Burada sözü geçen iktidar, “yeni faşizm” sürecinin tamamlanmış hali olacaktır.
Yeni faşizmin sınıf dinamikleri
Yıldızoğlu’nun bu üstyapı çözümlemesi, bence, “yeni faşizm”in temel nedenini, dinamiklerini açıklayamaz. “Öfkeli kitleler” tespitinden hareket eden aşağıdaki sınıfsal açıklamayı yeğliyorum:
Yeni faşizmin kaynağında kırk yıl önce başlatılan sermayenin sınırsız tahakkümünü tüm dünyaya yerleştirme tasarımına emekçi sınıfların (Yıldızoğlu’nun da değindiği) “öfkeli” tepkileri yatmaktadır. “Neoliberalizm” bu tasarımın adıdır.
Neoliberalizmin ilk yirmi yılı, emekçi sınıflar tarafından “başka seçenek yok” sloganının etkisi altında sineye çekildi. Ağır sonuçlar, yeni yüzyıl başlarken direnme dalgalarını tetikledi. İlk sonuçlar, Latin Amerika’da neoliberalizmin bölüşüm sonuçlarını hafifleten, kısmen tersine döndüren sol iktidarların yaygınlaşması oldu. Yıldızoğlu’nun da vurguladığı 2008 krizi (s.84) sermayenin tahakkümüne karşı yeni bir halk muhalefeti dalgasını ABD’de, AB’nin zayıf halkalarında başlattı. 2011’de Tunus, Mısır halkları ayaklandı.
İsyankâr halk muhalefetine karşı sermayenin tahakkümünü hafifletecek ödünler vererek uzlaşma seçeneği gündemdeydi. Batı’nın egemen sınıfları, “Altın Çağ” benzeri, sınıflar-arası yeni bir “toplumsal sözleşme”ye geçme fırsatını kolektif olarak reddetti. “Güney” coğrafyasının direnme odakları, emperyalizmin geleneksel yöntemleriyle; sivil, açık darbelerle, şiddetle, kan dökerek yok edildi.
Bu yöntemlerin imkansız olduğu toplumlarda ise, emekçi sınıfların tepkileri, her toplumda farklı biçimlerde var olan “milliyetçi, ırkçı, dinci” bağnazlıklarla beslenen “yeni faşist” akımlara yönlendirildi. Yeni faşizm, böylece, halk muhalefetinin sınıfsal tepkilerini etkisizleştirdi; bu anlamda eski faşizmin işlevini üstlendi.
ABD’de, İngiltere’de büyük sermaye, küreselleşmenin bazı öğelerini frenlemeye rıza gösterdi. Yeni faşist iktidarlar, egemen sınıfların küreselleşmeci ve korumacı kanatları arasında (belki de geçici) bir ittifaka dayandı. Sermayenin sınırsız tahakkümünü reddeden sol seçenekler etkisiz kılındı; öfkeli kalabalıklar faşizmin seçmen tabanını oluşturdu.
Yeni faşizm, bence, sınıf haritasındaki bu dönüşümlerin sonucudur.
***
Ergin Yıldızoğlu arkadaşımız, günümüzde dünyanın, Türkiye’nin hazin manzarasına Yeni Faşizm kitabı ile ışık tutmuş. Verimli tartışmalara yol açacağını umuyorum.
Eline sağlık.
soL / 17.07.20