1 Haziran’da Ankara’da Ethem Sarısülük'ü ve Gezi Direnişini anma eylemine saldıran polis, 21 kişiyi işkenceyle gözaltına almıştı. Eylem sonrasında ise Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Gençlik Meclisi üyesi, üniversite öğrencisi Tunahan Gözlügöl, Ankara Emniyeti tarafından kaçırılmaya çalışılmıştı. Gözlügöl ile, kaçırılma girişimi ve genelde polisin gençliğe yönelik saldırıları üzerine konuştuk…
- 1 Haziran Pazartesi günü polis tarafından alıkonulmak istendiniz, neler yaşadığınızı anlatır mısınız?
Saat 16.40 çağrılı Ethem Sarısülük ve Gezi Direnişi anmasına gitmiştim. Eylem saati gelmeden polisin provokasyonuyla gençlik örgütleri hedef alınarak gözaltılar başladı. Birçok arkadaşımız o gün işkenceyle gözaltına alındı. Eylem sırasında kaçmadığım ve normal bir şekilde yürüdüğüm halde gözaltına alınmadım. Bizi Güvenpark’tan Karanfil Sokak girişine kadar saldırı ve işkence ile sürdüler. O sırada her arkadaşımızın üzerine en az 4 kişi bulunduğunu gördüğümüzden ve kurtarmaya çalışmamız bir anlam ifade etmeyeceğinden, Karanfil sokak tarafında bulunan ve gözaltına alınmayan birkaç kurumdan birkaç kişi olarak Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) binasına geçtik. Gözaltına alınanların akıbetini öğrenmeye çalışıp, onların çıkmasını bekledik.
Ben o ara, saat 20.00’de HDK Gençlik Meclisi olarak yapacağımız programda sunucu olmam nedeniyle geç kalacağımı düşünerek, saat 19.00 sularında Mithatpaşa caddesinde bulunan ESP binasından çıkıp, Yüksel Caddesi’nden metroya doğru ilerledim. Yüksel metro girişinden gişelerin bulunduğu yöne doğru döndüğüm sırada açık renkli kot gömlek giyen, 1,80 boylarında, zayıf, esmer, siyah maske takan genç bir şahıs “Sen bir dursana!” dedikten sonra cüzdanını çıkarıp polis kimliğini gösterdi. Hem o anki gerginlikten hem de polisin cüzdanını hızlıca kapatmasından dolayı ismini okuyamadım. Daha sonra beni yüzümdeki maskeden dolayı tanıyamamış olacak ki kimliğimi istedi ve ben olduğumu teyit ettikten sonra “İki üç dakika köşede bekle büyükler gelip seninle konuşacak.” dedi. Büyükler derken hayal gücü mü genişti yoksa amirlerini mi kastetti bilmiyorum ancak ben amirleri olduğunu düşündüm.
Beni durdurana gerekçelerinin ne olduğunu sorduğumda “Sadece konuşmak istiyoruz.” cevabını aldım. Beni alıkoymalarını sağlayacak herhangi bir hukuki gerekçe olmadığını anladığımda onlarla konuşacak hiçbir şeyimin olmadığını net bir şekilde ifade ederek yoluma devam ettim. Peşimden gelen polis benim metro gişelerine gitmemi engelleyerek “Böyle yapma, seni istersem gözaltına alabilirim ama almıyorum, seni resmi ekiplerce durdurtabilirim, sadece konuşmak istiyoruz.” gibi sözleri taciz boyutuna varan bir ısrarla sarf etti. Metro gişelerine vardığımızdaysa elime vurarak metro kartımı basmamı engelledi. Bir fırsatını bulup bastım ve hızlıca metrolara doğru indim. Polis hala peşimden gelerek konuşmak istemiyorum lafından anlamadığını belli etti. O sırada peronda Sıhhiye yönüne giden trenin peronda olduğunu gördüm. Hareketlerimi yavaşlatarak binişimi kapının kapanmasına denk getirmeye çalıştım ve kapı kapanma sinyalini duyduğum anda trene atladım. O sırada pek çevik olmayan polis ne yapacağımı akıl edemedi ve bana yetişemedi.
Daha sonra Sıhhiye’de inerek taksiye bindim ve ESP binasında bulunan arkadaşlarımın yanına geldim. Olayı anlattığım sırada telefonum çaldı ve telefonumda kayıtlı olmayan bir numara aradı, açtım. Açar açmaz “Tunahan neredesin?” diye sordu. Ben de nerede olduğumun bir önemi olmadığını ifade ettim. Bunun üzerine, emniyetten olduğunu ifade etmiş kişi, “Sen bilirsin, biz seninle konuşmak istedik ama şansını kaybettin. Bundan sonra seninle farklı yollarla konuşacağız.” dedi ve telefonu kapattı. Bununla birlikte kaçırılma girişimi de son bulmuş oldu.
- Son dönemde Ankara’da devrimci, demokrat ve yurtseverlere yönelik kaçırma, alıkoyma ve polis tacizi sık sık yaşanmaktadır. Siz bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunun birçok nedeni var aslında ama en büyük neden bence siyasi çıkışlarının tükenişe doğru gidişidir. Özellikle bu siyasi ve sosyal düzende güç dengelerini belirleyen ekonomi iyice batışa gidiyor. Yani artık satacak bir olgu kalmadı. Hatta bunun bir diğer göstergesi ekolojik talanın son yıllarda artmış olmasıdır. Normalde bu yıllara gelene kadar en büyük umutları inşaat alanıydı. Bu alanın da çökmeye ve umutlarını karşılayamamaya başlamasıyla hazır, hızlı ve şu koşullarda değerli olan madendir. Bu çıkmazın içinde onları nispeten ayakta tutacaklarını düşündükleri şey bu. Demek istediğim ekonomi gittikçe kötüye giderken, emekçi sınıfı da sesini o kadar çıkarmaya başladı.
Dolayısıyla bir noktada halklar içinde kırılmalar gerçekleşiyor. George Floyd da misal bunlardan biridir. Elbette ekonomik bir çıkmaz ile Floyd’un doğrudan bir bağı yok ancak ekonomik ilişkilerin oluşturduğu o hiyerarşide beyaz erkek gücünün temsili Floyd’un boğazındaydı. Floyd’un boğazında olan o temsiliyet bugün biz ezilenlerin boynundadır. Ali Hemdan’ın kurşun yarasında, Barış Çakan’ın kalbinde, Gülistan Doku’nun bulunamayışında, Aleyna Çakır’ın yaşamını yitirdiği bilinmezlikte ve erkek liberal bir düzende yitip gitmiş herkeste, her olayda o temsiliyet vardır. Bizler; devrimci, demokrat, yurtseverler işte bu düzenin oluşturduğu mevzu bahis temsiliyete karşı çıkıyoruz. Onu yok etmek ve yeni bir yaşamı oluşturmak içindir bütün bu karşı çıkışlar, direnişler. İşte buraya kadar söylediklerim bizlere dönük saldırıların başlıca nedenleridir.
Bir de her yerde bu karşı çıkışlar bulunurken neden özellikle Ankara’da gözaltılar sırasında en ağır işkence koşulları işletiliyor, neden özellikle Ankara’da kaçırılmalar oldukça yoğun gibi bir boyutu var olayın. Biz devrimciler hep bir noktada direnirken alan kaybetmemekten bahsederiz. Çünkü bir alanın kaybının, devamında mücadele hattının topyekun kaybına yol açacağını biliyoruz. Örneğin Ankara’da öğrenciler için ODTÜ, DTCF; genel devrimci mücadele için Tuzluçayır kaybedilmemesi gereken yerlerdir. Buraların da kaybında oluşabilecek bir geri tepme bir mücadele hattı için yok oluş olabilir. Elbette bizler varız ve böyle bir yok oluş asla olmayacaktır, biz burada oldukça.
Ancak bizler nasıl bir noktada alan kaybetmeme üzerine direniyorsak devlet de aynı doğrultuda alanını kaybetmemek için her şeyi yapıyor. Bunun en ciddi ve somut örneği zamanın JİTEM’idir veya yakın dönemin KGT’sidir. Bu tip oluşumlar alan kaybetme korkusu yaşayan devletlerin kirli ve yeraltı aygıtlarıdır. Yani bu noktada da demek istediğim bir devlet kendi başkentini devrimcilere kaybetme korkusu yaşıyor. Tıpkı Seattle’da Trump’ın yaşadığı korku gibi. Ve bu tip bir korku; devrimci, demokrat, yurtseverlere dönük baskı aracı olarak yansıyor. İki boyutuyla ilettiğim olguları da birleştirince neden Ankara’da devrimcilerin bastırılmasına dönük bu tip mekanizmaların kullanıldığının cevabını vermiş olurum.
- Son dönemlerde kaçırma, alıkonulma ve polis tacizi özellikle gençlere yönelik yapılıyor. Sizce iktidarın gençliğe yönelik baskılarını artırmasının sebepleri nelerdir?
Her alanda gençlik dinamik bir yapıda yer alıyor. Değiştiren, dönüştüren ve bu değişim ve dönüşümleri geleceğe taşıyan bir yapıdadır, gençlik. Bu noktada eğer ki bir fikrin ve eylemin bir sonraki kuşağa geçmesini, yani devamlılığını istemiyorsanız, geçmiş ve gelecek arasındaki bağı koparırsınız. İşte gelecek ve geçmişi birbirine bağlayan dinamik, günümüzde gençliktir. Devlet; İbolar’dan, Mahirler’den, Denizler’den gelen o devrimci duruştan oldukça korkmaktadır. Hele ki o duruş gençliğin ise… Biliyoruz ki gençlik 68’ kuşağının öncüsü, var edeni olmuştur. Aslında korkularının nedeni açıkça budur.
Kaçırılma girişimi konusunda yaptığımız basın toplantısında da belirtmiştim. Korkacak biz değiliz ki, zaten korkan biz değiliz. Gözaltı, kaçırma, taciz, şiddet gibi tehditlerde bulunan devlet korku yaratmaya çalışıyor. Yani olmayan bir korkuyu, tarihten bugüne gelmiş kendi korkularıyla biz gençliğe, halkların dinamik yapısına yöneltmeye çalışıyorlar. Ancak bilmedikleri ve gözlemleyemedikleri bir şey var bence: Sınıf kini. Yani bizler ezildikçe aslında daha güçlü kalkıyoruz ayağa ve bu kalkışla da geçmişte yapılanların hıncını büyütüyoruz. Örneğin 15-16 Haziran 50. yılı vesilesiyle belirmiş olayım, aslında sendikal mücadeleden korkma nedenlerini de yılın bu zamanlarında hatırlıyoruz en çok. İşte tıpkı emekçilerde olduğu gibi bizler de 21 Mart’ta, 30 Mart’ta, 6 Mayıs’ta, 18 Mayıs’ta ve daha nicelerinde tarihten gelen sınıf hıncımızı kuşanıyoruz.
Ancak bu korkuyu sadece şiddet, taciz, kaçırma gibi mekanizmaları işlettikleri yerlerde değil, işletmedikleri yerlerde de aramak lazım. Buna gençliğe dönük verebileceğim en iyi örnek başından beri bizzat içinde bulunduğum ODTÜ Kavaklık direnişidir. Bizler 55 gün boyunca Kavaklık olarak adlandırdığımız alanda çadırla nöbet tutup, direndik. Ekolojik ve politik olarak yapılmak istenen KYK’ya karşı çıktık. 55. günde ise bizleri (30 kişiyi) alandan 5.000 polis eşliğinde attılar. Evet, 30 kişiye karşı 5.000 polisi sabahın altısında Kavaklık’a dizen şey, işte şiddet uygularken yaşadığı korkuyla aynı. Elbette bizler de şiddet ile karşı karşıya kaldık o gün ancak bunlar kaçamaktı. Yani her gözaltında yaşadığımız gibi planlı, topyekun bir şiddet değildi. Bizleri gözaltına bile almadılar üstelik. Hatta alandan atarken “Keşke üstlerimiz izin verseydi de sizi gözaltına alsaydık” dediler, açık açık. Bize şiddet uygulamadılar, çünkü korktular. Çünkü Gezi Direnişi de şiddet ile gerçek hıncına kavuşmuştu.
İşte tam bu noktada az önce bahsettiğim yere geliyoruz. Gezi’deki dinamik yapı olan gençlik ile Kavaklık direnişinin dinamik yapısının geleceğe taşıyacağı o mücadele yapısı arasında koparmak istedikleri nokta 55. gün idi. Bunu beceremediler elbet, hala buradayız. Velhasıl kelam, gençlik bir mücadele pratiğinin geçmiş ve gelecek arasındaki dinamik taşıdır ve bu yüzden özellikle gençliğe dönük saldırıları görüyoruz.
- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Eklemek istediğim şey aslında bir çağrıdır. Devrimci gençlik olarak yaptığımız basın toplantısında söylediğim bir sözü açmak istiyorum. Gençlik devletin baskı çarkları arasına sığmamaktadır. Bulunduğu her alanda baskıya, şiddete, kaçırma tehditlerine, tacize karşı; moruyla, kızılıyla, karasıyla, gökkuşağı ile direniyor gençlik. Haykırdığı her noktada ise Deniz, Mahir, İbo ve daha nice devrimciyi yaşatıyor ve onların ışığında direnişinin hırsını büyütüyor. Bir öğrencinin tökezletilen eğitim hayatında, bir emekçinin yok sayılan canında, bir kadının aile kavramı içine tıkıştırılmaya çalışılan hayatında, Orlando’dan tüm dünyaya yok edilmeye çalışılan LGBTİ+’ların varlığında, ezilen halkların ve inançların yok sayıldığı kimliklerinde, bir hakarete çevrilmeye çalışılan engelli bir bireyin yaşama hırsında dinamik bir direnişi var ettik ve onu büyütüyoruz.
Faşizmin çarkları arasında ezilen herkesin cesareti olmak zorundayız. Onların dik bakışı ve kısılmayan sesi olmak zorundayız. Halkların dinamik yapısı olan bizlere aynı zamanda büyük ve önemli işler düşmekte. Bunların en büyüğü az önce bahsettiğim ezilenleri cesareti olma gerekliliğidir. Her bir genç dinamik gücüyle devrim yolunda emin adımları atan taraf olmalıdır. Bizim görevimiz budur ve bu görevi büyütmeye her genci çağırıyorum!