Emperyalist ittifak devletlerinin tayin ettikleri “uzmanlar”ın hazırladığı “NATO 2030: Yeni bir Çağ için Birliktelik” başlıklı raporda, NATO’ya düzülen methiyeler ve gerçeklerin tümüyle tersyüz edilmesi bir tarafa bırakılırsa, asıl olarak üç ana sorunu ele almaktadır.
İlkin ve en önemlisi, emperyalist sistem içerisindeki güç dengelerinde ortaya çıkan değişimler, özellikle Rusya ve Çin tarafından zorlanan statükonun korunabilmesi için NATO bünyesinde alınması gereken tedbirler işlenmektedir. İkinci olarak, güç dengelerindeki değişimlere bağlı olarak kapitalist tekellerin çıkar çatışmalarından kaynaklanan ve NATO üyesi ülkeler arasında oluşan sorunların giderilmesi üzerinde durulmaktadır. Üçüncü olarak da yıllardır emperyalist savaş aygıtı NATO’ya karşı büyüyen tepkinin ve itibar kaybının önüne geçilmesi konusunda yapılabilecekler irdelenmektedir.
Sonuncusu 2010 yılında yazılmış olan Stratejik Konsept belgesinin güncellenmesi ihtiyacına dikkat çekilerek başlayan raporda, NATO’nun 2030 yılına uzanan süreci yirmi ayrı başlık altında incelenmektedir. Döneme ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerin yapıldığı raporun sonunda ise çözüm önerileri olarak 138 maddeli tavsiye listesine yer verilmektedir.
Raporun hemen girişinde kapitalist sistemin derinleşen sorunlarına ve emperyalistler arasında her geçen gün daha da büyüyen rekabete özel olarak dikkat çekilmektedir:
“Önümüzdeki on yıl boyunca, dünya ittifakları, soğuk savaş sırasında ve onu takip eden on yıllardan önemli ölçüde farklı olacaktır. Yayılmacı dış politika programlarına sahip, kendine güvenen otoriter devletlerin güçlerini ve nüfuzlarını genişletmeye çalıştıkları ve NATO müttefiklerinin bir kez daha güvenliğini ve ekonomilerini etkileyecek sistematik zorlukla karşı karşıya kalacağı rekabetçi bir dünya olacaktır. NATO’nun, hızla büyüyen sistematik rekabete, Rusya’nın yayılmacılığına, Çin’in hızlı yükselişine ve yeni ve yıkıcı teknolojilerin artan rolü ile işaretlenen daha zor bir stratejik ortamın ihtiyaçlarını karşılamak için uyum sağlaması gerekiyor...” (NATO 2030: Yeni bir Çağ için Birliktelik, s. 5)
Raporun devamında, Rusya’nın yayılmacılığından bahsedilerek askeri olarak en tehlikeli düşman ilan edilmektedir: “… Rusya’nın son on yıldaki saldırgan tutumu, Rusya ve Çin’in askeri, siyasi ve teknolojik alandaki iş birliğinin izlenmesi, Avrupa Atlantik bölgesinin güvenliğine etkilerinin analiz edilmesi için özel bir birim tayin edilmesi. NATO’nun Rusya’ya karşı birliğinin tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi siyasi bütünlüğünün ve caydırıcılığının yapı taşı olduğu önemi daha da artmıştır.” (A.g.r., s. 38)
Oysa ortadaki tüm verilerin gösterdiği gibi, eski Sovyet cumhuriyetlerini tehdit eden şey, buralarda yayılmacı bir güç olarak faaliyet yürütmekle itham edilen Rusya’nın aksine, NATO denilen savaş aygıtıdır. İkinci Dünya Savaşından bu yana en büyük askeri kuşatmalarla Rusya’nın batı sınırına doğru ilerleyen güç, ABD önderliğindeki NATO olmuştur. 1999 yılında Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti NATO’ya dahil edilmişlerdir. 2004 yılında bunları Estonya, Letonya ve Litvanya, Slovenya, Bulgaristan ve Slovakya, Romanya ve Hırvatistan izledi. 2017 yılından beri Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile üyelik müzakereleri devam ediyor. Tüm bunlara ek olarak Karadeniz’de ABD’ye ait savaş gemilerinin sayısı her geçen gün hızla çoğalmaktadır. Tüm bu adımların bir sonucu olarak bugün Rusya kendisini kuşatan NATO üsleri tarafından ablukaya alınmış bulunmaktadır.
Rusya’nın ardından Çin de stratejik düşmanlar listesine eklenmiştir. Çin konusunda şöyle denilmektedir: “Çin askeri ve teknolojik kapasitesi, küresel ekonomideki payı ile birlikte otoriter rejimini ve Asya’daki yayılmacı stratejilerini sürdürmektedir. Sadece ekonomik bir güç veya Asya odaklı güvenlik aktörü olmaktan çok sistematik bir rakiptir. Çin’in NATO ittifak ülkelerinin güvenliğine aykırı hareket edeceği durumlarda müttefiklerin siyasi eş güdümü sağlamalıdır. Ayrıca Çin’in askeri sivil doktrinine karşı ittifakın genişletilmesi amacıyla bölge ülkelerin teknolojik ve askeri alanlarda NATO üyesi müttefiklerce desteklenmeleri gerekmektedir.” (A.g.r., s. 39)
Rusya’nın yanı sıra yayılmacı ilan edilen bir diğer ülke Çin’dir. Oysa tüm Hint-Pasifik bölgesi, en önemli operasyon alanı ilan edilerek, ABD ve NATO güçleri tarafından işgal edilmiş durumdadır. ABD emperyalizmi yıllardır bölgede kurduğu askeri üsler, Hint Okyanusu’nda 200’den fazla savaş gemisi, Japonya ve Güney Kore’de kurduğu füze savunma sistemleri ile Çin’i dört taraftan kuşatmıştır.
Raporda dikkat çeken bir başka nokta ise Rusya ve Çin’in askeri harcamalarına ilişkin kopartılan fırtınadır. Oysa Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından 2020 yılına ilişkin yayınlanan belge bu konudaki gerçekleri tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. SIPRI’ye göre dünya çapında silahlanmaya yapılan harcamalar 2 trilyon doları aşmaktadır ve bu harcamaların yarısından fazlası NATO ülkeleri tarafından yapılmaktadır. Tek başına ABD 738 milyar dolar harcarken, Çin’in askeri harcaması 261 milyar, Rusya’nınki 66 milyar dolardır. Ayrıca raporda, NATO üyesi ülkelerin yine 2024 yılına kadar Gayri Safi Yurtiçi Hasılalarının (GSYH) yüzde ikisini savunmaya ve yıllık savunma harcamalarının yüzde yirmisini yeni teçhizata harcamaları şart koşulmaktadır.
Uzmanların hazırladıkları raporda örgütün yapısını sağlamlaştırma doğrultusunda önerilerini sıraladığı diğer bir konu da gelecek on yıl için NATO’nun “açık kapı politikası”na devam etmesidir: “İttifakın değerlerini paylaşan Avrupalı devletlerin topluluğa kabul edilmesi; Rusya’nın Avrupa’ya yönelik nüfuzunu güçlendirme hamlelerine karşı Ukrayna ve Gürcistan ile ilişkilerin geliştirilmesi ve nihayetinde ittifaka dahil edilmeleri. Asya’da, Çin ve Rusya’yı dengelemek amacıyla Hint Pasifik ortaklarıyla danışma ve iş birliğinin geliştirmesi. Hindistan ile olası bir ortaklık hakkında müttefikler arasında müzakerelerin başlatılması. Asya devletlerinin Çin ve Rusya’ya karşı ittifakla birlikte hareket etmeleri NATO’nun elini hem diplomatik hem de askeri alanda güçlendirecektir. NATO’nun AB’nin yanı ısıra, Afrika Birliği, Arap Ligi, Körfez İşbirliği Konseyi ile G5 Sahel gibi bölgesel aktörleri angaje etmesinin lüzumu…” (A.g.r., s. 52)
NATO üyesi ülkeler arasındaki çatışmalar ve itibar sorunu
Raporda NATO’nun, kuruluş misyonunu korumakla birlikte bu misyonu desteklemek için gereken uyumu sağlamakta zorlandığı dile getirilmektedir: “2010-2020 arasında NATO, dışarıda istikrarsız güvenlik ortamının yanında kendi içinde de istikrarsız bir siyasi ortama sahiptir. Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları ve enerji kaynaklarının paylaşım mücadelesi nedeniyle Türkiye, Yunanistan, İtalya, Fransa, Almanya ve ABD kutuplaştırıcı ve birbirine zıt politikalar izlemişlerdir. İzlenen zıt ve kutuplaştırıcı politikalar sebebiyle Türkiye ve AB üyesi bazı müttefiklerin siyasi ilişkilerinde gerginlikler meydana gelmiştir.” (A.g.r., s. 25) Ayrıca, NATO bünyesindeki siyasi görüş ayrılıklarının Rusya ve Çin gibi dış aktörlerin müdahalesini mümkün kıldığı, müttefikler arasında birliğin sağlanamaması halinde NATO üyelerinin sınamalara karşı yalnız başlarına kalacaklarına dikkat çekilmektedir. Yeni çağın sınamaları karşısında NATO’nun siyasi uyumu ve birliği sağlama görevini nasıl yerine getirmesi gerektiği sorusu bu raporun temel konularından birisini oluşturmaktadır.
Ayrı bir başlık altında, NATO’nun toplumlar nezdinde kaybettiği itibarın tekrar kazanılması sorunu raporda ivedilikle dile getirilmektedir: “Yüzyılda medya, uluslararası sistemin şekillendirilmesinde en etkili araçlardan biridir. Sistem içinde mücadele gösteren her aktör gibi NATO da medyayı hem etkilemekte hem de ondan etkilenmektedir. … NATO’nun dünya genelinde medya, özel sektör, akademi ve düşünce kuruluşlarıyla iş birliği arttırılarak stratejik iletişime önem verilmelidir. Gelecek yıllarda ortak ülkelerin halklarını kendi safına çekmeye yönelik izleyeceği kamu diplomasisi NATO için en önemli araçlardan biri olacaktır. (A.g.r., s.45)
NATO 2030: Yeni bir Çağ için Birliktelik başlığıyla yayınlanan rapor başından sonuna kadar kapitalist sistemin kaçınılmaz sorunlarına çare aramak üzerine kurulmuştur. Oysa bütün kötülüklerin kaynağı olan bu sistem var oldukça bu sorunlar döne döne ortaya çıkacaktır. Ne alınan tedbirler ne de zorbalık bu sistemi yıkılmaktan kurtarabilir. Sınıf mücadeleleri tarihi, yüzyılımıza damgasını vuran halk isyanları ve özel mülkiyet sisteminin mezar kazıcısı olan proleter kitle hareketleri daha şimdiden gelecek olan o tarihi anın müjdesini vermektedirler.