İşgal ettikleri Filistin toprakları üzerine İsrail’i kuran ırkçı-siyonistler 15 Mayıs’ı “Bağımsızlık günü” diye kutluyor. Filistin halkı ise al Nakba (büyük felaket) diye anıyor. Bazı Filistinliler olanı felaket değil işgal olarak tanımlıyorlar. Nasıl tanımlandığından bağımsız olarak 15 Mayıs Filistin halkı için uğursuz bir gündür.
Siyonistlerin “bağımsızlık” söylemi ise kaba bir sahtekarlığa dayanıyor. Zira bağımsızlık işgalcileri kovup ülkeyi sömürgecilerden kurtararak sağlanabilecek bir kazanımdır. Oysa siyonist proje baştan beri işgalci, yayılmacı ve emperyalistlerin desteği ile yol almıştır.
“Başarısı” başka bir halkın katledilmesi, sürülmesi ve topraklarının gasp edilmesine bağlı olan bir proje gerici, gayri insani ve gayri meşrudur. Siyonizmin ilk dönem şefleri ile sonradan kurulan İsrail’de devletin tepesinde bulunan kişiler bu gerçeği pek çok kez itiraf etmişlerdir. Sözde bağımsızlık hikayesini ise yalan ve çarpıtmalar üzerine kurdular. “Topraksız halka, halksız toprak” diye bir şey uydurdular. Oysa Filistin’de bir halkın yaşadığını en iyi bilenler siyonist şeflerdir. Zira onlar 1921’den beri siyonist projeye karşı direnen bu halkla karşı karşıya kalıyorlardı.
Yahudilere Filistin’de bir yurt kurma vaadi veren İngiliz emperyalizminin Balfour Deklarasyonu Kasım 1917’de ilan edildi. 107 yıl sonra bugün Gazze’de yaşananlara bakıldığında burada direniş iradesi kırılamayan bir halkın yaşadığını tüm dünya görüyor. ABD ile AB ülkelerinde öğrenciler bu direnişçi halkla dayanışmak için üniversiteleri işgal ediyor.
Gazze’de yaşananlar siyonist hikayenin Yahudiler açısından da facialara yol açan bir yalan olduğunu gözler önüne sermiştir. Katliam, sürgün, toprak gaspı ve işgal üzerine kurulu ırkçı-soykırımcı siyonist proje siyasi, ideolojik, ahlaki ve insani açıdan Gazze’nin enkazı altında kalmıştır. Bu ucube projenin iddia edildiği gibi “Yahudiler için bağımsız, güvenli, müreffeh bir vatan” kuramayacağı görülmüştür. Balfour’dan 107 Nakba’dan 76 yıl sonra Gazze’de yaşananlara bakanlar bu gerçeği rahat bir şekilde görebilirler.
Siyonist rejimi kuranlar, emperyalistlerin Ortadoğu’da halklara karşı kullanabileceği militarist bir aparat yarattılar. 7 Ekim’den sonra ABD ile batılı emperyalistlerin tam takım halinde soykırımcı Netanyahu rejimini korumak için seferber olmaları tesadüf değil. Adeta histerik bir şekilde soykırıma destek vermeleri Yahudilerden önce siyonist savaş aparatını koruma telaşından kaynaklanıyordu.
İsrail’in işlediği soykırım suçuna karşı gelişen mücadeleyi “anti-semit” olmakla itham edip polis şiddetiyle bastırmaya çalışmaları da aynı telaştan kaynaklanıyor. Anti-semitizm konusunda duyarlı oldukları iddiası da kaba bir sahtekarlıktır. Çünkü anti-semit olan ırkçı-faşist partilerin iktidar veya iktidar ortağı olmalarından rahatsız değiller.
Bu arada anti-semit olan ırkçı-faşist partilerin de soykırımcı siyonistlere destek vermesi denklemin yapılan propagandadan çok farklı kurulduğuna işaret ediyor. Resmen olmasa da zımnen “batılı emperyalistler, soykırımcı siyonistler, anti-semit faşisteler” koalisyonu kurulmuş durumda. Direnen Filistin Arap halkı bu ittifakın hedefindedir. Ancak Yahudiler de bu soykırımcı ittifakın istismar ettiği bir araca dönüştürülmüştür.
***
İngiliz emperyalizminin düzlediği zeminde uygulanmaya başlayan siyonist proje tüm bölge halklarının başına sarılmış bir beladır. Ancak Filistin’in Arap halkı bu vahşi sömürgeci projenin kurbanı durumuna düşürülmüştür. Bu projenin uygulanmasının ilk sorumlusu İngiltere iken daha büyük sorumluluk 181 sayılı taksim kararını alan Birleşmiş Milletlere düşüyor.
Filistin halkı ise bu işgalci projeyi baştan beri reddetti. Nitekim siyonistlerin kolonileşmelerine karşı direniş daha 1921 yılında başlatıldı. Dalgalı bir sürecin ardından 1936’dan 1939 yılına kadar süren ayaklanma ile doruğuna çıkmıştır. Ayaklanma siyonist çetelerle İngiliz işgal ordusunun işbirliği ile ancak üç yıl sonra vahşi yöntemlerle bastırılabildi.
İkinci emperyalist savaşının başlaması ve Nazilerin yaptığı Yahudi soykırımını fırsat sayan siyonistler savaş süresince Yahudilerin Filistin’e göçünü teşvik ettiler. O süreçte hem sayı hem silah hem ekonomik imkanları artan siyonistlerin kurduğu terör çetelerinin güçleri de arttı.
BM’nin utanç verici taksim kararı aldığı 1947 yılında siyonistlerle Filistinliler arasındaki gerilim artmıştır. Hagana, Irgun, Stern gibi siyonist terör örgütlerinin saldırıları da artmıştır. O süreçte Filistin’den çekilme kararı alan İngiltere siyonist çetelere alan açmıştır. BM’nin utanç verici taksim kararına dayanarak 15 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kuruluşu ilan edildi. O aşamada siyonist çetelerin birleşmesiyle oluşturulan siyonist ordu savaşa hazırlık yapmıştı.
***
BM’nin taksim kararına göre iki devlet kurulacaktı. Ancak Filistin devleti kurulamadı. O topraklarda iki devletin kurulmasının koşulları yoktu. Nitekim BM’nin 181 sayılı kararı onayladığında İngiliz deklarasyonunun üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen Yahudilerin sahip olduğu toprakların oranı halen sembolikti. Nitekim dönemi araştıran İsrailli tarihçi Ilan Pappe şöyle diyor:
“İngiltere'nin Siyonist yanlısı politikalarına ve sayıca büyüyen bir Yahudi azınlığın mevcudiyetine karşın Filistin, manda döneminin sonunda hala büyük ölçüde bir Arap ülkesiydi. Filistin'deki ekili alanların neredeyse bütünü yerli nüfusa aitti -1947 yılında yalnızca yüzde 5,8'i Yahudi mülkiyetindeydi…” (Filistin’de Etnik Temizlik / İntifada yayınları 2022, Sf. 58)
Taksim kararıyla, Filistin’in tarihi topraklarının %56,5’i Yahudilere, %43,5’i ise Araplara tahsis edildi. Buna rağmen siyonist bir aygıtın kurulmasının koşulları yoktu. Yahudiler dağınık ve birbirinden kopuk alanlarda yaşıyordu. İsrail devleti için tahsis edilen alanda 498 bin Yahudi ile 497 bin Arap yaşıyordu. Oysa siyonistler din esasına dayalı bir Yahudi devleti kurmak istiyordu. Bu ise ancak vahşi bir etnik temizlikle sağlanabilirdi. Siyonistler de bunu yaptılar. Ilan Pappe, yukarı da andığımız kitabında etnik temizlik vahşetinin nasıl uygulandığını İsrail kaynaklarına dayanarak anlatmıştır.
Siyonist çeteler Filistin şehir, kasaba ve köylerini yıkıp haritadan sildiler. On binlerce kişi öldürdüler, 700 binden fazla kişiyi sürgün ettiler. Katliam ve etnik temizlik yaparak Filistin topraklarının %78’ini işgal ettiler. Nakba denen şey de aslında katliam ve sürgün eşliğinde işgaldir. Siyonist hareketin, ardından rejimin tarihi de buna dayanıyor. Gazze’de yapılan da budur. Soykırım, etnik temizlik ve toprakları işgal etme hedefi.
Ancak bu defa sadece soykırım ve yıkım yapabildiler. Etnik temizlik planı ise işlemedi. Zira Gazze şeridinde yaşayan 2 milyondan fazla Filistinli kolektif bir şekilde direniyor. Yıkım, açlık, susuzluk ve soykırıma rağmen halk Gazze’yi terk etmiyor. Yeni bir Nakba’ya izin vermemek için Gazze içinde bombalar altında bir yerden bir yere göç ediyorlar.
Hem halk hem direniş örgütlerinin kararlığı emperyalist/siyonist planların uygulanmasına izin vermiyor. İşgalci İsrail ordusu girdiği her mahallede sert bir direnişle karşılaştı ve ağır kayıplar verdi. Ama Gazze’de kontrol sağlayamadı. Refah’a saldırı başlatan İsrail yine kayıplar vermeye başladı. Direnişçiler yine tankları havaya uçuruyor, işgalci orduya kayıplar verdiriyor.
Savaşı icra eden İsrail olsa da ABD başta olmak üzere tüm batılı emperyalistler soykırıma suçuna ortak oldular. İnsani ve ahlaki açıdan tam bir çöküş içinde olduklarını dünya gördü. Nakba’nın üzerinden 76 yıl geçmesine rağmen dünyanın en güçlü en vahşi en donanımlı soykırımcıları Filistin halkının direniş iradesini kırma noktasında aciz kaldılar. Gazze direnişi, Filistin halkına diz çöktürülemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Bununla birlikte emperyalistler himayesindeki siyonist aygıtın yıkılması için bölge halklarının anti-emperyalist/anti-siyonist birleşik direnişinin örülmesi gerekiyor.