“Orta Doğu'daki çatışma” diye adlandırılan süreçteki mevcut tırmanışın bir bağlama oturtulması gerekmektedir. Nakba'nın 76. yıl dönümünde yayınlanan bu ek, bu konuda bir katkı sağlamaya çalışmaktadır. Arapça’da felaket anlamına gelen Nakba kelimesi, başlangıçta yüz binlerce şimdi ise milyonlarca Filistinlinin yerinden edilmesine, yıkımın, şiddetin ve ölümün başlangıcına işaret etmektedir. Siyonizm'in sömürgeci tarihi 19. yüzyıla kadar uzandığı için, 7 Ekim'de ne olduğunu ve sonrasında neler yaşandığını anlamak için İsrail devletinin kuruluşundan bu yana geçen 76 yıla bakmak gerekir.
Knut Mellenthin, “Dünya Filistin'i nasıl böldü?” başlıklı makalesinde, İsrail propagandası tarafından önceden belirlenmiş ve Batılı ana akım tarafından büyük ölçüde benimsenmiş olan, İngiltere tarafından yönetilen bölgedeki toprak sorununa ilişkin küresel bir ittifak fikrini incelemektedir. 1947'de “dünya” sömürge ve imparatorluk hakimiyetindeyken, bugün dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 75'i BM'nin o zamanlar marjinalleştirilmiş bölgesel gruplarında yaşamaktadır. Bunu şiddet ve yerinden etmeler izledi. Filistinli coğrafyacı ve tarihçi Salman Abu Sitta, Jamal Iqrith ile yaptığı söyleşide Nakba'yı on yaşında bir çocuk olarak nasıl yaşadığını anlatıyor. BM tarafından garantisi verilen geri dönüş hakkının nasıl hayata geçirilebileceğini ayrıntılı bir şekilde ele aldı.
Buna rağmen İsrail yüksek teknolojili öldürme yöntemlerine geçti. Jakob Reimann “Yüksek Donatımlı Kutsal Toprak” adlı kitabında Yahudi öz savunma birimlerinin ve terör grupların gelişimini ve son Gazze savaşında ölümcül yapay zekâ kullanımına kadar anlatmakta. İsrail, başta ABD olmak üzere Almanya ve genç bir devlet olarak Çekoslovakya gibi mali açıdan güçlü müttefiklerinden silah sevkiyatı şeklinde destek aldı ve almaya da devam ediyor. İsrailli gazeteci Gideon Levy'nin süregelen şiddet ve savaşların nedeni “İsrail'e koşulsuz destek” verilmesini temel sorunlardan biri olarak görmekte. Özellikle ABD'de güçlü olan İsrail lobisi bunun siyasi kararlara da yansımasını sağlamakta. İsrailli tarihçi Moshe Zuckermann'ın analiz ettiği “En alttakiler ile en üsttekiler arasındaki uçurum” ülkede derin bir bölünmeye neden olmakta: Avrupa'dan göç eden Aşkenazlar ülkenin elit kesimini oluştururken, sosyo-ekonomik olarak bağımlı olan Mizrahimler “Shas” gibi dini-ideolojik partilerde toplanıyor.
Mevcut savaşta da Arap devletlerinin sorumluluğu sorusu tekrar tekrar gündeme geliyor. Wiebke Diehl, metninde sadece “Filistin'e ihanet” tanımlamakta. Arap dokusundaki çatlaklar İsrail devletinin kuruluşundan önce belirgin olsa da bugüne kadar devam eden “normalleşme” yolu 1979'da Mısır Devlet Başkanı Enver El-Sadat ile başladı- her zaman Filistin ile dayanışma içinde oldukları açık olan halklarla bir gerilim alanında. Ancak bu da Nakba sırasında sürgün edilen ve bu ülkelere sığınmak zorunda kalan yüz binlerce kişi için herhangi bir iyileşme anlamına gelmiyor. Karin Leukefeld'in Suriye, Ürdün ve Lübnan örnekleriyle açıkladığı gibi, bu insanlar çoğunlukla mülteci kamplarında “devletsiz ve haklardan yoksun” bir şekilde yaşamaktalar.
Ancak Filistinliler İsrail tarafından işgal edilen kendi topraklarında şiddete, yıkıma maruz kalmakta ve geçim kaynaklarından mahrum bırakılmamaktadırlar. Helga Baumgarten “Sonu olmayan Nakba” adlı metninde, radikal yerleşimcilerin sömürgeci davranışlarında nasıl devlet ve polis tarafından korunduklarını ve bunun sonucunda ise iki devletli çözümün temellerinin nasıl fiilen yok edildiğini anlatmakta. Bu nedenle bölgesel çatışmaya alternatif çözümler bulmak gerekmekte. “Ütopya ve Gerçekçilik Arasında” başlıklı yazısında Jörg Tiedjen, herkes için eşit yurttaşlık haklarına sahip ortak bir devlet fikrine odaklanmakta.
Çeviri: Kızıl Bayrak
İna Sembder- Junge Welt / 18.05.24