Bugünün dünyasında savaş, kapitalizmin karakteristik bir ürünüdür. Kapitalist ekonomik sistem rekabet ilkesine dayanır. En azami kârı elde etmek için mümkün olan “en iyi” yola başvurur. Sömürü ve sömürüye dayalı genişleme kapitalizmin doğasında vardır. Kendi kârını yükseltmek, kaynaklara erişimi güvence altına almak ve bunların sömürülmesini sağlamak için askeri yöntemlere başvurulması ve zorun kullanılması, kapitalist işleyişin bir sonucudur. Bulut nasıl ki yağmurla yüklü ise, kapitalizm de savaşı taşır kendi içinde.
Günümüzde savaş, askeri araçlarla kârın maksimize edilmesinden başka bir şey değildir. Savaş dahil her şey, ekonomik çıkarların tereddütsüzce uygulanmasına tabi kılınır. Hammaddelerin ve doğal zenginlik kaynaklarının fethi kampanyaları, tabiri caizse klasik savaşın nedenlerini oluştururdu. Günümüzde de bu değişmiş değil. Hammaddeler çeşitlilik kazanmıştır sadece. Enerji ve su kaynaklarının yanı sıra petrol, ayrıca elektronik cihazların ve elektrikle çalışan arabaların üretiminde ve kullanımında gerekli olan nadir hammaddeler “modern savaşların” merkezinde yer almaktadır.
Nereden bakılırsa bakılsın, hemen hemen tüm savaşlar, iç savaşlar, vekalet savaşları, bölgesel savaşlar ve silahlı çatışmalar hammadde ve doğal zenginlik kaynakları sebebi ile yürütülmektedir. ABD’nin Irak’a savaş açmasının nedeni, hiç bulunamayan “kitle imha silahları” değildi elbette. Bunun bir uydurma olduğu, Irak talan edildikten sonra, iddia sahipleri tarafından zaten itiraf edildi. Irak’ın, Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olması, emperyalistlerin “fetih” kampanyalarına maruz kalmasına neden olmuştu. Birinci ve İkinci Körfez Savaşları ile yürütülen “fetih” bugün hala bitmiş değil. Fransa ve Rusya’nın Irak petrollerinden “faydalanmasını” sindiremeyen ABD ve İngiltere Körfez’deki kanlı savaş için fetva vermişlerdi.
Ancak enerji kaynakları için savaşmaya hazır olan sadece ABD değil. “Enerji güvenliği” NATO’nun stratejik ve yeniden düzenlenmesinin bir parçası olarak kendini dayatıyor. Avrupa Birliği de (AB) enerji kaynakları “mücadelesine” hazırlıklı olmak çerçevesinde kendi konumunu güçlendirmek için güçlerini yeniden konumlandırıyor. AB, çıkarlarını güvenceye almak için, “Gerekirse askeri olarak hareket edebilmeliyiz” demekte ve yeniden silahlanmayı teşvik etmektedir. AB’nin, “Enerji ve ulaşım yollarının güvence altına alınması için gerekli önlemlerin alınmasından kaçınılmayacaktır” türünden açıklamaları veya AB’nin en az 60 bin kişilik bir “acil durum kuvveti” geliştirme planı savaş hazırlığından başka bir anlam taşımıyor. AB, “enerji ve enerji yolları güvenliği için” gelecekteki çatışmalara hazırlanıyor.
Savaş ve iç savaşın sürdüğü bazı ülkelerde her zaman büyük zenginlik kaynaklarının olması gerekmiyor. Bir ülke jeo-stratejik olarak önemli bir konuma sahip olduğu için de silahlı çatışmaların merkezinde yer alabiliyor. Buna, enerji geçiş güzergahı olarak Ukrayna örnek verilebilir. Afrika’daki çatışmaların çoğu da buna örnek verilebilir. Ayrıca sözde “etnik savaşlar”, çoğu zaman emperyalist güçlerin hammadde kaynakları ve nüfuz alanları üzerindeki vekalet savaşlarından başka bir şey değildir. Örneğin, ABD ve Fransa’nın dolaylı karşı taraflar olduğu ve milyonlarca insanın ölümüne yol açan Ruanda’da durum buydu.
Özelleştirme saldırısı olarak savaşlar ve savaşların özelleştirilmesi
Kapitalist sermayenin esas amacı sürekli kendine yeni pazarlar açmaktır. Bu safhada “küresel kalkınma”, gerekirse savaş da dahil her yola başvurularak, özelleştirme “uyumlu” rejimlerin kurulmasını zorunlu kılar. Bu yolla Yugoslavya parçalandı. Bombaların yardımıyla “uyumlu hükümetler” kuruldu. Bu hükümetler aracılığı ile özelleştirme furyasına gidildi. “Uyumlu” hükümetler aracılığı ile Balkanlar bomba yağdıran tarafların şirketlerinin yağmasına açıldı.
Öte yandan savaşlar ve iç savaşlar giderek daha fazla özel güvenlik şirketleri ile anılmaktadır. Irak’ta, Libya’da, Yemen’de, Sudan’da adından söz ettiren emperyalist savaşların özel savaşçıları, sermayenin yeni kolluk güçleri olarak sürekli büyütülüyorlar. Her geçen gün daha fazla özel güvenlik şirketi “savaş hizmetleri” sunuyor.
Bu özel savaş sektörünün sadece 2006 yılında en az 200 milyar dolarlık ciro yaptığı ve en az 1,5 milyon kişiye “istihdam” sağladığı biliniyor. Çağımızın “karanlık orduları” olarak nitelenen paralı askerlerin kullanımı dünya genelinde giderek artıyor. BM’nin verileri bu sektörün her yıl en az yüzde 10 oranında arttığına ve her yıl dünya genelindeki paralı asker cirosunun yaklaşık 250 milyar euroyu bulduğuna işaret ediyor. Dünyada paralı askerler için en fazla para harcayan ülkelerin başında ABD geliyor. ABD her yıl özel güvenlik şirketlerine 140 milyar dolar ödüyor.
Bir endüstri olarak savaşın özelleştirilmesi, her zamankinden daha büyük bir özel sektörün doğrudan savaştan yararlanması, beslenmesi ve dolayısıyla silahlı çatışmaların sürdürülmesinde ekonomik çıkarı olması anlamına gelir. Bu bağlamda muazzam bir endüstri olan savaş, sürdürülebilirliği için de savaşa ihtiyaç duyuyor ve savaş “ekmek kapısı” olarak “sürekli savaş” olarak karşımıza çıkıyor.
Savaşla krizi aşmanın krizi
Sermaye, savaşa ekonomik kriz dönemlerinde tıkanıklığı aşmanın bir yolu olarak da başvurur. Bu dönemlerde siyasetle silah endüstrisi iç içe geçer. Tarih böyle örneklerle doludur. 1930’ların ekonomik krizinde silah endüstrisi ve büyük tekeller Nazilerin “muzaffer” ilerlemesini destekledi ve dünya çapında büyük bir felakete yol açtılar. ABD’yi Büyük Buhran’dan çıkaran da büyük felakete yol açan Nazi Almanya’sı karşısında silahlanması oldu.
Birinci ve İkinci Dünya savaşları insanlık için elbette ki büyük ve yıkıcı sonuçları oldu. Her iki savaş, milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Ancak kapitalizm, bu savaşlar sonrası da savaşsız yapamadı. Ruanda’da bir milyondan fazla insan öldürüldü. Keza Suriye’de öldürülen insan sayısı da milyonlarla ifade ediliyor. Irak, Yemen, Filistin ve daha nice coğrafyalarda süren savaş, iç savaş, vekalet savaşları ve silahlı çatışmalarda her gün binlerce insan öldürülüyor.
Bugün Arap Yarımadası’ndan Afrika Kıtası’na, Asya’dan Latin Amerika’ya kadar her yerde “Beyaz Adam”ın çıkarları uğruna süren savaşlar, iç savaşlar ve vekalet savaşları mevcut.
Bütün yaşanmışlıklar ve yaşananlar bize bulutların yağmurla yüklü olduğu gerçeği kadar, kapitalizmin savaşla yüklü olduğunu gösteriyor ve “Kapitalizm savaş demektir” gerçeğine işaret ediyor. Kapitalizm savaş demekse, barış ancak kapitalizm aşılarak mümkün olacaktır.
Sosyalizm kısa ömrüne ve tüm kusurlarına rağmen, barışın mümkün olduğunu gösterdi. O güne kadar “etnik” nedenlerle birbirini boğazlayan halklar, barış içinde bir arada yaşamanın örneğini sergilediler.
İnsanlık ya barbarlık içinde yok olacak ya da sosyalizm mücadelesini yükseltecek. Bugüne kadarki deneyimler, başka bir seçeneğin olmadığını yeterli açıklıkta göstermiş bulunuyor.