Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Riskler Raporu: Kapitalist yıkımın tablosu

Dünyanın dört bir yanında birbiri ardına patlak veren halk isyanları, gençliğin dünya ölçüsünde milyonları kapsayarak yaygınlaşan iklim krizi eylemleri, cinsel ezilmişliğe, baskı ve teröre karşı ayağa kalkan ve tüm dünyada yankılar uyandıran kadın eylemleri, değişik türden yaygın ve zengin kitle hareketleri ve sınıf mücadeleleri, işçi ve emekçi kitlelerin “eşitsizliği ve bu şartlar altında yaşamayı kabul etmeyecekleri” gerçeğini döne döne ortaya koyuyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 22 Ocak 2020
  • 08:55

Her yıl Ocak ayında İsviçre’nin Davos kentinde toplanan ve “Davos Zirvesi” olarak da bilinen Dünya Ekonomik Forumu (WEF) bu yıl, “Dayanaklı ve sürdürülebilir bir dünya için paydaşlar” sloganıyla toplanıyor. Toplantı başlamadan önce WEF, artık gelenekselleştirmiş olduğu Küresel Riskler Raporu’nu açıkladı. Rapor, 750’den fazla küresel uzman ve karar vericinin değerlendirmesine dayanıyor ve Marsh&McLennan Şirketler Grubu ve Zürich Sigorta Şirketi’nin destekleriyle hazırlanıyor. “Derin ve köklü” riskler içeren rapor, Davos’ta güya “çözüm” amaçlı tartışmalara konu ediliyor.

Her yıl hazırlanan ve Dünya Ekonomik Forumu toplanmadan önce yayınlanan bir başka rapor daha var. İngiliz yardım kuruluşu Oxfam tarafından hazırlanan bu rapor da kapitalist dünya gerçeğine ve insanlığın karşı karşıya bulunduğu derin ve köklü felaketlere ışık tutan çarpıcı bilgiler sunuyor. Bu iki rapora daha yakından bakıldığında, insanlığın ve doğanın tam bir felaket tablosuyla yüzyüze kaldığı görülüyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun risk raporları, uzun metrajlı bir kıyamet filmini anımsatıyor ve insanlığın hayatta kalmak için farklı cephelerde verdiği “umutsuz” savaşı yansıtıyor. “Kurtarıcı kurumlar”ın hiçbirine güven duyulmuyor. Yanı sıra, egemenlerin ifadesiyle, “Küresel riskler artıyor, ancak onlarla mücadele için ortak irade (de) zayıflıyor.” Bu durumda “uyurgezer dünya” adım adım felakete gidiyor. Kapitalist dünyanın penceresinden bakıldığında, durum özet olarak böyle görünüyor.

Riskler raporunun sonuçlarına göre, uzun vadeli risklerde iklim ve çevre sorunu büyük bir tehdit olarak öne çıkarken, derinleşecek olan ekonomik çatışmalar ve iç siyasi kutuplaşmalar 2020 yılının temel önemde kısa vadeli riskleri olarak tanımlanıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 78,5’i ekonomik çatışmaların, yüzde 78,4’ü iç siyasi kutuplaşmaların, yüzde 77,1’i aşırı ısı dalgalarının, yüzde 76,2’si doğal kaynak ekosistemlerinin tahrip olmasının ve yüzde 76,1’i ise siber saldırıların artmasını bekliyor.

Atom bombasının tahribatına eşit iklim değişikliği

İklim değişikliği ve sonuçları, felaketler listesinin başında yer alıyor. “Doğal afetler giderek yaygınlaşıyor ve kötüleşiyor” diyen rapor, iklim değişikliğinin “bizi beklenenden daha sert ve daha hızlı vurduğu”na işaret ediyor. İlk kez en büyük beş küresel riskin çevresel riskler olduğunun altı çiziliyor.

Türlerin yok olmasının dehşetli sonuçlarını ortaya koyan rapor, hayvan ve bitki türlerinin yok olma oranının, son on milyon yıllık ortalamadan binlerce kat daha hızlı olduğunu ve bunun artacağını belirtiyor. “Şimdiye kadar, insanlık tüm vahşi memelilerin %83’nü ve tüm bitkilerin yarısını yok etti” saptamasında bulunuluyor. “Türlerin yok olması ya da azalmasının insanlar için dramatik sonuçları var” diyen rapor, bunun gıda ve sağlık sistemlerinin çökmesine neden olabileceği uyarısında bulunuyor. Eylül ayında sunulan BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne göre ise, deniz seviyesi yılda 3,66 milimetre yükseliyor. Bunun 20. yüzyıldakine göre iki buçuk kat daha hızlı olduğu söyleniyor.

Uzmanlar özellikle olağanüstü hava olaylarını en büyük risk potansiyeli olarak görüyorlar. Bu örneğin, Avustralya’daki yangınlar anlamına geliyor. Ekim ayından bu yana 6,3 milyon hektardan fazla arazi kül oldu ve bazı hayvan türlerinin kalıp kalmadığı belirsizliğini koruyor. İklim değişikliğinin iyileştirilmesi ve uyum çabaları konusundaki başarısızlık ikinci büyük riski oluşturuyor. Üçüncüsü, petrol sızıntıları ve radyoaktif kirlilik gibi çevresel suçlar dahil olmak üzere insan kaynaklı çevresel hasarlar ve afetler. Dördüncü ve en büyük çevresel risk ise, biyolojik çeşitlilik kaybı ve ekosistemlerin (kara veya deniz) çöküşüdür. Deprem, tsunami veya volkanik patlamalar gibi büyük ölçekli doğal afetler ise beşinci sırada geliyor.

Özellikle genç nesiller gezegenin durumunun alabildiğine endişe verici olduğunu düşünüyorlar. Rapora göre, 1980’den sonra doğan gençler kısa vadeli ve uzun vadeli çevresel riskleri diğer katılımcılardan daha yüksek olarak derecelendirdiler. Yaklaşık yüzde 90’ı 2020’de “aşırı sıcak dalgalarının”, “ekosistemlerin yok edilmesinin” ve “kirliliğin” kötüleşeceğine inanıyor.

WEF Başkanı Borge Brende, hiçbir önlem alınmazsa, “on yıl sonra Titanik’in üst güvertesinde olduğunuzu hissedeceksiniz” diyor. Uzmanlar ise yaşanan iklim değişikliğini atom bombasının yarattığı yıkımla eşdeğer görüyor.

“Kapitalizm insan soyu ile birlikte tüm canlı yaşamı, gezegenimizin tüm ekolojik dengesini tehdit etmektedir. Buna ilişkin veriler bizzat burjuva dünyasının kendi içinden döne döne büyüyen kaygılar eşliğinde dile getirilmektedir. Fakat bunun emperyalist karar mercileri üzerinde göz boyama amaçlı göstermelik girişimlerin ötesinde herhangi bir etkisi olmamaktadır… Nasıl ki insani, sosyal ve kültürel yıkım kapitalizmin umurunda değilse, çevresel yıkım da umurunda değildir, olmayacaktır. O sınırsız kâr hırsına ve dizginsiz bir kör piyasaya dayalı olarak işlemektedir. Bu işleyiş onun neden olduğu her türden yıkıcılığın temeli, temel mekanizmasıdır. Bu temel ortadan kaldırılmadan, bu mekanizma parçalanmadan, özel mülkiyete, kapitalist kâra ve kör piyasa anarşisine dayalı toplumsal düzen tasfiye edilmeden bu sorunlar çözülemez. Emekçilerden de öteye bütün bir insanlık ve gezegenimiz için ürkütücü boyutlarda yıkıcı sonuçlar üreten bu gidişatın önüne geçilemez.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi)

2020’de dünyada ekonomik ve siyasi kutuplaşmalar artacak!

Rapor ekonomik çatışmaları ve iç siyasi kutuplaşmaları 2020 yılının korkulacak en önemli kısa vadeli riskleri olarak öne çıkarmakta ve uluslararası bölünmenin yoğunlaşacağını öngörmektedir. Yanı sıra jeopolitik kargaşanın, emperyalist dünya güçlerini daha hızlı bir rekabet kavgasına sürüklediğini belirtmektedir.

Yanı sıra, 2020’de yerel ve uluslararası kutuplaşmanın artacağı, ekonomide yavaşlama yaşanacağı, büyük güçler arasındaki rekabetin istikrarsızlığı derinleştireceğini ileri sürülüyor. Küresel ticaret çatışmaları, yüksek borçlar ve ekonomide “senkronize bir gerileme” olacağı belirtiliyor.

Ayrıca, savaşlara, ekonomik krizlere ve kronik hastalıklara dikkat çekiliyor. Kitle imha silahları, büyük ölçekli siber saldırılar, veri sahtekarlığı ve hırsızlığı, kritik bilgi altyapısı ve ağlarının çökmesi, yüksek yapısal işsizlik, teknolojik ilerlemelerin olumsuz sonuçları, gıda ve su krizleri, aşırı gelir eşitsizliği vb., önümüzdeki on yılın şiddetli riskleri olarak kabul ediliyor.

Rapor, sosyal, ekonomik ve politik değişimlerin insan refahı üzerindeki doğrudan sonuçlarına da işaret ediyor. Dünya çapında 700 milyon insanın ruhsal hastalıklardan etkilendiği iddia ediliyor. Bu gelişme “belirsizlik karşısında kontrolü kaybetme hissinden kaynaklanan psikolojik stres” olarak tanımlanıyor. “Psikolojik ve duygusal refah geriliyor” ve artan eşitsizlik bunu ağırlaştırıyor.

“Kıyamet” tablosunu tamamlayan Oxfam raporu

Davos Zirvesi öncesinde İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın raporuna göre, dünyanın en zengin 2 bin 153 kişisinin elinde bulunan servet, 4,6 milyar kişinin toplam servetinden daha fazla. TKİP Programı bu akıl almaz olayın mantığını şöyle açıklıyor:

“Üretici güçlerin gelişmesinin toplumsal servette yarattığı her artış, kapitalist sınıfın daha da zenginleşmesine, çalışan kitlelerin ise nispi ya da mutlak olarak yoksullaşmasına yol açar. Toplumsal zenginliğin artışına toplumsal eşitsizliklerin artışı eşlik eder. Servet sefalet kutuplaşması gitgide büyür, sermaye sınıfı ile emekçiler arasındaki uçurum derinleşir.”

Bu adaletsizliğinin ortadan kaldırılabilmesi için hükümetleri zenginlerden daha fazla vergi almaya çağıran Oxfam, sadece yüzde 0,5’lik vergi artışının dahi eğitim ve sağlık alanlarında 117 milyon yeni istihdam yaratabileceğini belirtiyor.

Oxfam raporu kadınların ekonomideki durumuna da değiniyor. Dünya genelinde kadınların ücret almadan çalıştığı sürenin yıllık 12.5 milyar saat olduğunu, bunun küresel ekonomiye katkısının 18.8 trilyon doları bulduğunu kaydediyor. Bu, teknoloji sektörünün küresel ekonomiye katkısından üç kat daha fazla.

Kuruluşun Hindistan CEO’su Amitabh Behar, bir taraftan Hindistan’da günde 16-17 saat çalışan kadınların, diğer tarafta “Davos’ta kişisel uçakları, kişisel jetleriyle toplanan milyarderlerin olduğunu” dile getiriyor. Devamında, “Şu an en az 30 ülkede protestolar düzenleniyor. İnsanlar sokaktalar ve ne söylüyorlar? Eşitsizliği kabul etmiyorlar, bu şartlar altında yaşamayacaklarını söylüyorlar” gerçeğine işaret ediyor.

Dünyanın dört bir yanında birbiri ardına patlak veren halk isyanları, gençliğin dünya ölçüsünde milyonları kapsayarak yaygınlaşan iklim krizi eylemleri, cinsel ezilmişliğe, baskı ve teröre karşı ayağa kalkan ve tüm dünyada yankılar uyandıran kadın eylemleri, değişik türden yaygın ve zengin kitle hareketleri ve sınıf mücadeleleri, işçi ve emekçi kitlelerin “eşitsizliği ve bu şartlar altında yaşamayı kabul etmeyecekleri” gerçeğini döne döne ortaya koyuyor.