Evrensel bir salgına dönüşen Covid-19’a karşı kapitalist dünyanın egemenlerinin “milliyetçi” çitler/sınırlar arkasına sığınarak sürdürdükleri insanlık düşmanı gerici politikalar, insan soyunu yeni bir sorunla karşı karşıya bıraktı. Bu süreçte kapitalist tekeller ve sermaye sınıfı servetlerini arttırırken, milyonlarca yoksul insan ise yaşamını yitirdi. Evrensel bir kriz olan iklim krizi gibi koronavirüs de bu sermaye kodamanlarının milliyetçi histeri ve egolarına aldırış etmeden dönüşüme uğrayıp yaygınlaşıyor. İnsanlık, beta, alfa, delta varyantlarından sonra yayılmaya başlayan omikron varyantıyla boğuşurken kapitalist tekeller ve burjuva devletler tarafından korunaksız bırakıldılar.
Korona salgınını ortadan kaldırmak yerine idare ederek toplumsal cinayetlere imza atan burjuva devletler, emekçilerin sağlık, emeklilik gibi kasalara ne kadar kazanç bıraktıklarını hesaplayarak, savaşa sürdükleri askerlerin ölüsünü sayar gibi ölülerimizin çetelesini tutuyorlar.
Kapitalizmin paradoksu: Stoklar aşıyla dolu ama aşıya ulaşılamıyor!
Koronavirüsün yeni omikron varyantının ortaya çıkmasından sonra BM Genel Sekreteri António Guterres bir kez daha “küresel aşı planı” çağrısında bulundu. 77 “gelişmekte olan” ülke ve Çin’den oluşan grubun dışişleri bakanlarının sanal toplantısının açılış konuşmasını yapan Guterres, bilinen gerçeği bozuk bir plak gibi tekrarlayıp milyarderlerin “vicdanına’ seslendi ve yalnızca böyle bir aşı planının pandemiyi sona erdirebileceğini söyledi. Aşı tedarikinde zengin ile yoksul ülkeler arasında geniş bir uçurum olduğunu hatırlatan Guterres, bunun “haksız ve ahlaksız” olduğunu söyledi.
Guterres’in, koronavirüse karşı aşıların kısa sürede geliştirilmiş olmasına rağmen, Covid-19’dan 2021’de 2020’den daha fazla insanın öldüğünü dile getirmesi, kapitalist toplumun temel paradoksunu, bollukla sefaletin iç içe olduğu gerçeğini gösteriyor.
Paradokslar sistemi olan kapitalist toplumun bu yapısal hastalığını “ahlaksızlık” olarak açıklamak; sistemin emek, dolaysıyla da insanlık düşmanı özünü açıklamaya yetmediği gibi çözüm yollarını da karartıyor.
Sorunun kaynağından çok sonuçlarıyla ilgilenen Guterres, “Covid-19 tüm dünyada ‘yıkıcı etkiler’ yaratmaya devam ediyor. Dünyanın her yerindeki herkesin aşılara, testlere ve terapilere erişimi olmalıdır” diyerek “kalpsiz dünyanın” egemenlerini vicdanlı olmaya çağırıyor, haksızlığı yaratanları bu “haksız ve ahlaksız” duruma son vermeye davet ediyor. Guterres’in karşılıksız kalmaya mahkum olan “çığlığı”, kapitalizmin insan soyunu nasıl bir açmazla karşı karşıya bıraktığını da anlatıyor.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), “dünya nüfusunun yüzde 40’ının yıl sonuna, yüzde 70’inin ise gelecek yılın ortasına kadar aşılanması” hedefini koymuştu. Bu hedefe atıf yapan BM Genel Sekreteri, 12 “orta gelirli” ülke, 27 “yüksek gelirli” ülke ve 71 “çok yüksek gelirli” ülkenin şimdiye kadar nüfuslarının yüzde 40’ından fazlasını aşılayabilirken, “düşük gelirli” ülkelerin hiçbirinin ise aşıya ulaşamadığını vurguladı.
Zengin ülkeler aşıyı stoklarken az gelişmiş ve yoksul ülkelerin aşıya erişememesinin pandemiye karşı mücadeleyi zayıflattığı ve yeni varyantların ortaya çıkmasına zemin hazırladığı gerçeği dürüst bilim insanlarının ortak görüşüdür. Southampton Üniversitesi’nden küresel sağlık araştırmacısı Michael Head durumu “Bu durum, aşı tedarik sürecindeki eşitsizliklerin sonucudur. Aşıların zengin ülkeler tarafından depolanması, kaçınılmaz olarak yine onları etkileyecek.” diye tanımlıyor. Buna karşın Michael Head, olmayacak duaya amin diyerek, G20 ülkelerini aşının küresel paylaşımı konusunda “adil” davranmaya çağırıyor.
Aynı günlere denk gelen Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) açıkladığı 2020 raporunda ise, rekor sayıda kişinin şiddet ve çatışma nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldığı açıklandı. IOM Genel Direktörü Antonio Vitorino, “Milyarlarca kişi Covid-19 nedeniyle olduğu yerde kalmaya zorlanırken, on milyonlarca kişi kendi ülkeleri içinde yerinden edildi” diyerek, bu trajediyi, “İnsanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir paradoksa tanık oluyoruz” sözleriyle tanımladı.
Covid-19 paradoksu: Zenginler daha zengin yoksullar daha da yoksullaştırıldı
Koronalı yıllarda kapitalist sistemin belirginleşen bir diğer temel paradoksu, dünyanın en büyük kapitalist tekellerinden Amazon, Alphabet, Apple, Facebook ve Microsoft gibi internet, dijital ve reklamcılık şirketlerinin dev bir büyüme sağlamaları oldu. Milyonlarca insan hayatını kaybederken, yüz milyonlarca kişi daha yoksul duruma düşerken en zenginlerin servetlerinde rekor artışlar oldu. Sağlık sektörü milyarderlerinin servetindeki artış teknoloji sektöründen sonra ikinci sıraya yükseldi.
Dünyanın en zengin kapitalist ülkesindeki derin eşitsizlik paradoksunun derinleşmesine bağlı olarak, ABD’li milyarderlerin Mart 2020’deki toplam serveti, 1990’daki toplam servetlerinin 12 katına çıktı.
Dünyadaki milyarderler, sadece Nisan 2020’den Temmuz 2020’ye kadar servetlerini dörtte birden fazla (yüzde 27,5) artırarak 10,2 trilyon dolar gibi akıl almaz bir seviyeye çıkardılar.
Vergi Adaleti İçin Amerikalılar (ATF) ile Politika Araştırmaları Enstitüsü’nün (IPS) raporuna göre, ABD’li milyarderlerin toplam serveti koronavirüs pandemisinin ilk dokuz ayında 1,064 trilyon dolar (yüzde 36) arttı. Geçen yılbaşından hemen önce Forbes dergisi, 11 farklı ülkeden sağlık sektöründe faaliyet gösteren en az 50 kapitalistin 2020’de dünya çapında milyarderler arasına girdiğini ortaya koyan bir araştırma yayınlamıştı. Görüldüğü üzere ölüm oranları arttıkça, bazı büyük tekellerin de servetleri artıyor.
Covid-19’a karşı mücadelede militarizm tıpla yer değiştiriyor
Devletlerin himaye ettiği kapitalist şirketlerin doğayı talan etmeleri, hayvanlardan insanlara virüs geçişine zemin hazırlarken, sağlıksız ve dengesiz beslenme, temiz suya erişimin sınırlı olması, sağlıksız barınma ve ısınma yetersizliği, ağır/uzun/stresli kötü çalışma koşulları ise, emekçileri virüse karşı savunmasız duruma düşüyor. Servetin bir yanda sefaletin öte yanda birikmesi yasası pandemi sürecinde daha acımasız bir hal aldı. Zira kapitalist dünyanın egemenleri devletlerin yardımıyla salgını da yeni servetlere el koymanın imkanına dönüştürdüler. Pandemiyi bahane ederek koydukları yasaklarla zaten sınırlı olan demokratik hak ve özgürlükleri budadılar, askeri harcamaları arttırdılar. Kapitalist devletler savaş harcamalarını arttırdıkları gibi kendi ülkelerinde de devlet terörünü pekiştiren adımlarla korku imparatorluklarını tahkim etmeye devam ettiler. Örneğin; Türkiye’de Saray rejimi valiliklere korona bahanesiyle de “olağanüstü hal” ilan etme; grev, miting, toplantı ve hatta basın açıklaması yapmayı yasaklama yetkisi verdi.
Bu saldırgan politikalar yalızca Erdoğan, Bolsonaro, Trump gibilerinin iktidarda olduğu ülkelerle sınırlı kalmadı. AB ülkelerinde de polisiye tedbirlere ağırlık veren kapitalist devletler toplumu susturmaya yöneldiler. Bu süreçte “polis devleti”ne zemin hazırlayan yasalar çıkarıldı. Almanya’da kurulan “trafik lambası koalisyon hükümeti”nin ilk icraatı ise daha saldırgan oldu. “Savaştayız” diye çığırtkanlık yapan Macron’u topluma karşı açtığı savaş çığırtkanlığında yalnız bırakmayan yeni Sosyal Demokrat Partili (SPD) yeni Başbakan Olaf Scholz, “salgınla mücadele” için bir kriz ekibinin kurulduğunu duyurdu. Ardından müstakbel Başbakan Yardımcısı liberal Hür Demokrat Partili (FDP) başkanı Christian Lindner, “En tepede bir Alman general olacak” diyerek “pandemiye karşı mücadelenin” Alman zırhlı tank birlikleri komutanına emanet edileceğini “müjdeledi.” Scholz ve ortaklarının pandemiye karşı topla-tüfekle başlattığı “savaş” Alman ilerici basını tarafından “Harika, bu güven verici. Bari Rus general olmayacak”, diye alaya alındı. Bu icraata sert eleştiriler de yönelten ilerici basın, toplumun militarize edilmesine karşı mücadele çağrıları yapıyor.
Koalisyon hükümetinin “korona ile mücadele komutanı” olarak atadığı Tümgeneral Carsten Breuer, Alman ordusunda (Bundeswehr) zırhlı piyade tugayı komutanı olarak Alman emperyalizminin yayılmacı savaş politikasının gereklerini KFOR ve ISAF komutanı olarak Kosova ve Afganistan’da yerine getirenlerden biridir. Alman emperyalizminin küresel rekabet iddialarına uygun olarak Bundeswehr’in güçlendirilmesini içeren 2016 Beyaz Kitabını hazırlayarak, şu anda AB Komisyonu Başkanı olan, Almanya’nın eski savaş bakanı Ursula von der Leyen’e sunan da bu generaldir. Dizginleri ele geçiren komutan, Balkanlar ve Afganistan’da edindiği insanları öldürme tecrübesini şimdi sözde koronavirüse karşı kullanacak(!)
Kapitalist tekellerin çıkarlarını temel alan politikaların sonucu olarak çöken sağlık sistemi, yükselen enflasyon, artan işsizlik ve yoksulluğun tetikleyeceği toplumsal hareketleri “virüs” olarak gören emperyalist-kapitalist düzenin egemen devletleri, sistemleri için yıkıcı dinamikler barındıran toplumsal mücadeleye karşı mevzileniyorlar. Bundan önce Fransa, İspanya, Hollanda, İtalya gibi devletler de ordu birliklerini korona salgınına karşı “mücadelenin araçları” olarak kent merkezlerinde kullanmıştı.
Covid-19’a karşı evrensel mücadelenin önündeki paradoks rekabet yasası
Rekabet yasasının ellerini kollarını bağladığı sermaye devletlerinin korona pandemisini kontrol altına alma politikalarının başarısızlıklarını, geçen iki yıllık süre ayan beyan ortaya koymuştur. Korona ve varyantları karşısında yenilgiye uğrayan devletler çöken sağlık sistemleriyle birlikte derinleşen ekonomik ve siyasal krizlerin yanı sıra emperyalist büyük güçler arasında keskinleşen rekabet savaşında geriye düşmemek için de toplumu militarize ediyorlar. Korona krizini bir olanağa çeviren kapitalist dünyanın egemenleri, “beni korona değil ama sizin düzeniniz öldürür” diyen emekçilerin öngörüsünü döne döne doğruluyorlar. Dünyamızı ve insanlığı hızla militarizmin ve çatışmaların girdabına sürüklüyorlar.
Pandemiyi servetlerini büyütmenin kaldıracı yapanlar halk sağlığını bir “yük” olarak görüyorlar. Koronavirüse karşı aşıların çok kısa sürede geliştirilmiş olmasına rağmen, 2021 yılında Covid-19’dan 2020’den daha fazla insanın öldüğünün BM tarafından rapor edilmesi, bu vahim durumu teyit ediyor.
İki yıldan bu yana yaşananlar, korona vurguncularından merhamet dilenerek vahşete son verilemeyeceğini kanıtlamıştır. Evrensel bir salgın olan Covid-19 gibi iklim felaketi de vahşi rekabete dayalı kapitalist sistemin çözebileceği sorunlar değildir. Bu sorunlarla baş etmek için yoksulluk ve yoksunluğa karşı dayanışma içerisinde olmak ve ortaklaşa bir mücadele başlatmak şart. Bu mücadelenin kapitalizmi ve ona içkin olan rekabet yasasını ortadan kaldırmayı da hedefleyen kapsamda olması gerekiyor. Zira kapitalizm, insan soyu için yaşamsal önemi olan bu sorunların çözülmesinin önündeki temel engeldir.
Tekellerin düzeni olan kapitalizmin emekçileri öldürmesinin önüne geçmenin yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü/birleşik mücadelesinin zafere ulaştırılmasından geçiyor. Kapitalist toplumun temel paradoksuna, bollukla sefaletin iç içe olmasına son vermeden, toplumsal zenginlikler gibi bilimin harikalarının da eşit bir şekilde insanlığın hizmetine sunulması mümkün değil. Pandemi süreci, bu gerçeği çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiştir.