ABD’de halk isyanı, seyri ve bazı sonuçları

Dünya ölçüsünde yankılanan bu tür büyük kitle hareketleri, isyanlar ve ayaklanmaların sınıf mücadelesi açısından büyük anlamı ve önemi yeterince açıktır. Ve bunlar öğretici derslerle doludur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 28 Haziran 2020
  • 12:00

Amerika’da büyük bir halk hareketliliği yaşanıyor. Haftalardır tüm dünyada dikkatler, sarsıntısı ve etkisi dünya ölçüsünde yankılanan bu halk hareketi üzerinde odaklanmış bulunuyor. Gerisindeki dinamikleri, sosyal bileşimi, muhtemel seyri ve yol açacağı sonuçları anlama çabası, çeşitli değerlendirmelere konu ediliyor. Söz konusu olan, etkisi kendi sınırlarını aşıp tüm dünyada büyük bir ilgiye ve emekçiler dünyasında büyük heyecanlara konu olan bir sosyal patlamaysa eğer, başka türlüsü düşünülemez.

25 Mayıs’tan bu yana ABD’de yaşanan halk isyanı adeta bir “dünya hareketi”ne dönüştü. Böylece pandemiye birlikte girilen uzun süreli “sessizlik” perdesi beklenmedik bir anda, beklenmedik bir nedenle büyük bir sosyal patlamayla yeniden açılmış oldu. Emperyalist dünya gücünün ve kapitalist çürümüşlüğün kalbi olan Amerika, üç haftayı aşkın bir süredir büyük kitle gösterileriyle sarsılmaya devam ediyor. Göstericilere karşı uygulanan her türlü zorbalık ve şiddete, Trump’ın 1807 tarihli Ayaklanma Yasası’na dayanarak ABD ordusunun “sınırsız gücü”nü kullanacağı tehditlerine rağmen yüzbinlerin büyük bir öfkeyle sokaklara çıkması engellenemedi.

Giderek yatışması beklenirken, ikinci bir polis cinayeti ve ABD’de köleliğin kaldırıldığı 19 Haziran kutlamalarıyla birlikte hareket yeniden alevlendi. İşçi sınıfının son hafta bu harekete ilk kez kendi sınıf kimliğiyle katılmış olması ise harekete anlamlı bir boyut kazandırdı. Uluslararası Liman ve Depo İşçileri Sendikası (ILWU) batı yakasında örgütlü olduğu 29 limanda 8 saatlik greve gitti. Kaliforniya’nın Oakland kentindeki limanın yakınında on binlerce işçi “ırksal adalet” talebiyle önemli bir çıkış yaptı. Aynı nedenle 1 Haziran’dan bu yana 500 işyerinde grev ve iş bırakma eylemlerinin gerçekleştiği söyleniyor. “Siyah Yaşamlar için Emekçiler” inisiyatifinin sendikaların protestolara katılması gerektiği çağrısında bulunması da yansıyan bilgiler arasında.

Bir kıvılcımın yarattığı patlama

Amerika’da büyük halk hareketinin fitilini ateşleyen bir polis cinayeti oldu. Fakat bu bulutsuz gökyüzünde çakan bir şimşek değildi. Toplumun derinliklerinde oluşan patlayıcı birikimler olmasaydı, beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik bir olay vesilesiyle bu tür bir sosyal patlama yaşanmazdı. Söz konusu olan, on yılları bulan bir birikimin, sosyal ve siyasal hoşnutsuzluğun büyük bir toplumsal öfke olarak kendini dışa vurmasıdır. Amerika’da uzun bir dönemdir bu türden bir sosyal patlamayı hazırlayan dinamikler, bunun gelebileceğini duyuran ön işaretler çoğalmakta, zemin düzlenmekteydi.

Bununla tek başına tüm dünyaya dayatılan sosyal yıkım ve soygun politikalarının biriktirdiği patlama dinamiklerinden söz ediyor değiliz. Bunların yanı sıra, bu ülkeye özgü isyan ettirici dinamikler de sürekli birikiyordu. Pandemi öncesinde, 30 binin üzerindeki metal işçisinin grevi ile sayısız işçi grevi ve direnişleri, kitle eylemleri ve ırkçılık karşıtı kitlesel protestolar yaşandı. Pandemi koşullarında da benzer hareketler nispeten yaygın olarak gündeme geldi. Tüm bunlara pandeminin yol açtığı yıkıcı sonuçlar eklendi. Floyd’un katledilmesi ise toplumsal patlamanın tetikleyicisi oldu.

Dolayısıyla, ABD’yi haftalarca sallayan muazzam toplumsal öfke, sadece işlenen cinayete yönelik değildi. Sisteme öfke, seçkinlere öfke, burjuva politikacılarına ve sahte demokrasiye öfke, ırkçılığa, ötekileştirmeye, cinsiyetçiliğe ve yok sayılmaya öfke, adaletsizliğe, polis kurumunun şiddet ve cinayetlerine öfke, akıl almaz eşitsizliklere, yoksulluk ve açlığa, tırmanan işsizliğe, konutsuzluğa, çaresizliğe ve geleceğe ilişkin umutsuzluğa karşı büyüyen bir öfkeydi. 2008’de patlak veren krizin yarattığı yıkıma, pandemi felaketi eklenmişti. Pandemi ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri yeni bir düzeyde derinleştirmişti.

Amerikan işçi ve emekçileri bu büyük salgının ekonomik ve sosyal faturasının acımasızca kendilerine çıkarıldığını ve geniş çaplı yeni bir saldırı dalgasının da kendilerini beklemekte olduğunu yaşayarak görüyorlar. Bunlara yapısal ırkçılık ve sistematik polis cinayeti-şiddeti eşlik ediyor. “Koruma ve güvenlik talep etmeliyiz ama polisten değil. Sonunda, her ikisini de nadiren sunuyor” çığlığı, polis kurumunun emekçiler için ne anlama geldiğinin çarpıcı bir anlatımı. Polis şiddeti ve cinayetlerinin mahkemelere nadiren intikal etmesi ve sonuçsuz kalması ise isyanı büyütüyor. “Adalet yoksa barış da yok” şiarı bunun ifadesi.

“Yorulduk ve konuşmaktan bıktık”, “Sistemi yıkıp farklı bir Amerika yaratmanın zamanı gelmiştir” haykırışları, durumun özlü bir anlatımıdır. Göstericilerle yapılan röportajlar, taşınan dövizler, sürdürülen tartışmalar ve yansıyan talepler üzerinden, gittikçe daha fazla insanın “farklı bir Amerika” istek ve özleminin büyüdüğünü ve sistemin reforme edilemeyeceğine duyulan inancının giderek güç kazandığını göstermektedir. Bu çerçevede büyük protesto dalgaları “Birleşik Devletler’in kendisine yöneliktir” değerlendirmeleri yaygınlık kazanmaktadır.

Hareketin gerisinde iktisadi ve sosyal sorunlar bulunmasına rağmen, sistemin sözcüleri ve propaganda aygıtları olup bitenleri sadece ırkçılığa karşı bir tepki olarak sunmaya özel bir dikkat gösteriyorlar. Ancak sorunun bundan ibaret olmadığı yeterli açıklıkta orta yerde duruyor.

Benzer nedenler ve benzer sonuçlar

Günümüz dünyasında herhangi bir ülkede yaşanan büyük kitle hareketleri, isyan ve ayaklanmalar, sadece patlak verdiği coğrafya ile sınırlı kalmayıp dünyanın birçok ülkesinde yankılanarak, “enternasyonal” bir karakter kazanabiliyor. Hele de söz konusu olan ülke, kapitalist dünya ekonomisinin en büyük gücü ve hala da emperyalist dünyanın jandarması Amerika ise, bu hayli hayli böyledir. Öte yandan, kapitalizmin çok yönlü kriz sarmalı ve bunun sınıf ve emekçi kitlelerin yaşamında yol açtığı yıkıcı sonuçlar ortaktır. Dolayısıyla her bir ülkenin özgün koşulları üzerinden yaşanan ve kendine özgü biçimler ve boyutlar kazanan olayların dinamikleri aynı ortak kaynağa işaret etmektedir.

Amerika’daki patlamanın, dünyada, özellikle de Avrupa’nın kentlerinde yankılanması ve haftalar boyunca devam etmesi, insanlığın ezici çoğunluğunun bu sorunlardan muzdarip olması gerçeğinin bir sonucudur. Tüm ekonomik ve sosyal sorunların yanı sıra, polis şiddeti, tırmanan ırkçı saldırılar, güçlenen neo-faşist hareketler kapitalist dünyanın, ama özellikle de Avrupa’nın en temel siyasal gerçeği olarak orta yerde duruyor. Bir dizi ülkede başkanlık koltukları Trump gibi “neo-faşist gangsterler” tarafından işgal edilmiş durumda. Dolayısıyla söz konusu olan, son 40 yıllık neo-liberal saldırı politikalarının yarattığı büyük sosyal yıkıma, büyüyen ekolojik tehlikeye, cinsel ayrımcılığa ve şiddete, ırkçılığa ve faşist kudurganlığa karşı birikmiş öfkenin sermayenin sistematik olarak bardağı taşıran damlalarıyla kendisine patlayacak kanal aramasıdır.

Nitekim iklim/ekolojik yıkıma karşı 2019 yılında, özellikle gençlik ağırlıklı olmak üzere milyonlarca insan, Avrupa’da ve küresel ölçekte “İklimi değil sistemi değiştir” sloganıyla eş zamanlı olarak alanlara aktılar. Bunu, küresel kadın isyanı dalgası izledi, 40’ı aşkın ülke gösterilerle sarsıldı. Sarı Yelekliler bir yıl boyunca Fransa’yı salladılar. Bunları değişik ülkelerde işçi direnişleri, grev ve genel grevler, yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa karşı büyük kitle protestoları tamamladı. Pandemi süreci ise dipten dibe patlama dinamiklerini mayaladı.

İşte Amerika’daki halk isyanlarının Avrupa ve dünyanın öteki ülkelerinde yankılanması ve üç hafta boyunca sürmesi, bu gelişmeler biriktirdiği dinamikler üzerinden mümkün olabildi.

Dikkate değer gelişmeler ve bazı önemli sonuçlar

Şu an sadece Amerika’da değil genel planda da kendiliğinden patlak veren kitle hareketlerinin, isyan ve ayaklanmaların nasıl bir seyir izleyeceğini, ortaya hangi mücadele biçimlerini çıkaracağı ve hangi hedeflere yöneleceğini önden bilmek olanaklı değil. Fakat yaşanan büyük toplumsal hareketler üzerinden aydınlatıcı ve öğretici dersler ve kimi önemli sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Amerika’daki hareket üzerinden de bunun dikkate değer biçimler aldığı görülmektedir.

Amerika’daki isyan hareketinin temel talepleri, katil polislerin yargılanması, polis cinayetlerinin son bulması, polis kurumuna ayrılan bütçenin kesilerek sosyal, eğitim ve sağlık hizmetlerine ayrılması ve polis kurumunun kaldırılmasıdır. Sınırlı taleplerle başlayan hareket, gelişim seyri içinde daha ileri talepler ileri sürmekle kalmadı, ortaya dikkate değer bazı olgular da çıkardı. Bunlardan biri, “Polis bütçesini kesin, eğitime, sağlığa ve evsizlere aktarın”, “Polisten, ordudan ve hapishanelerden alın, eğitime, sağlığa ve sosyal hizmetlere yatırın” istemlerin sonucu olarak, kimi yerlerde polise ayrılan bütçenin kısılması, polis kurumunun kaldırılması talebinin gittikçe daha geniş kesimler tarafından sahiplenip tartışılması oldu. İrili ufaklı polis reformlarının gündeme geldiği gibi birçok eyalet ve kent yönetimi 19 Haziran gününü resmi tatil ilan edeceğini duyurdu. Önemli bir diğer gelişme ise Seattle kentinde 100 bin işçiyi ve 150 sendika şubesini temsil eden bir emek konseyinin, eylemcilerin “Polis sendikalarını bünyenizden çıkarın” çağrısına yanıt vererek, polis sendikasını bünyesinden çıkarması oldu.

Önemli bir başka nokta ise, hareketin Amerika burjuvazisinde çatlak yaratmış olmasıdır. Trump’ın eyalet valilerine orduyu göstericilere karşı seferber etme talimatı, valiler tarafından karşılıksız bırakıldı, tek bir eyalet bile asker görevlendirmedi. Orduyu halkın üzerine sürmek isteyen Trump’a itiraz, emekli subay ve generallerden de geldi. Trump’ın arkasına takılarak Beyaz Saray’ın karşısındaki St. John Kilisesi’nin kapısına koşan Genelkurmay Başkanı Mark Milley bile açıklama yaparak, “Orada olmamalıydım. O anda o ortamdaki varlığım, ordunun iç siyasete müdahil olduğu algısı yarattı” deyip, özür dilemek zorunda kaldı. Trump’ın federal ordu birliklerinin protestoları bastırmak için ülke çapında konuşlandırılması yönündeki önerilerine karşı olduğunu yineledi. Ordunun tutumuna, polis ve muhafız birliklerinin diz çökmek türünden sembolik anlamı olan tutumlarının da eklenmesiyle, Amerika burjuvazisi bünyesindeki çatlak dışa vurmuş oldu.

ABD ordusunun bir kurum olarak Trump’ın talimatını reddetmiş olması ona bir hezimet yaşatsa da, bunun Amerika demokrasisi ve ordunun politikaya karışmamasıyla uzaktan yakından bir alakası yoktur. Söz konusu olan, ordunun yıpranmaması, zamansız olarak halkla karşı karşıya kalmamasıdır. Durum gerektirdiğinde bu ordunun emekçilere karşı sermayenin hizmetinde neler yapabileceği konusunda hiçbir kuşku duyulamaz.

Hareketin ortaya çıkardığı temel önemde dikkat çekici bir başka olgu ise, ABD’deki gösterilerin en güçlü geçtiği Seattle kentinin bazı bölgelerinde özerklik ilanı oldu. Belediye binasını işgal edip “Seattle Otonom Bölgesi” tabelası asan “Siyahların Hayatı Değerlidir” hareketi tarafından 8 Haziran’dan itibaren “Capitol Hill Özerk Bölgesi” isimli komünün kurulduğu duyuruldu. Dünya Sanayi İşçileri Sendikası tarafından tanınan özerk bölgede ücretsiz su, el dezenfektanı, maske, yiyecek vb. malzemeler dağıtan “Polise ‘hayır’ kooperatifi” kuruldu ve özerk bölgeciler 30 maddelik talepler listesi ileri sürüdüler.

Eylem dalgasının yarattığı önemli sonuçlardan biri de, ABD ve Avrupa’nın sömürgecilik mazisini yeniden gündeme taşımak ve tartışma konusu yapmak oldu. Bu tartışmaları, köle tüccarlarının ve sömürgecilerin heykellerinin çöplüğe gönderilmesi izledi. Sadece ABD’de değil, Avrupa’nın tarihinde de ırkçılık ve kölelik dönemini hatırlatan heykeller göstericilerin hedefi oldu. Birçok Avrupa ülkesinde kölelik ve sömürgecilik karşıtı “heykel yıkma” eylemleri yaygınlık kazandı. Tüm bu gelişmeler hareket içindeki kitlelerin bilinç planında yaşadıkları değişime işaret ediyor.

Devrimci krizin ön belirtileri: Küresel halk hareketleri dalgası

Son yıllardaki büyük sosyal patlama dalgalarının dikkat çekici yanı, küresel ölçekte yaygınlığı ve birbirinden etkilenip “evrenselleşmesidir”. Farklı sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik özelliklere-özgünlüklere sahip ülkelerde, farklı olayların tetiklediği büyük toplumsal eylem dalgaları tüm kıtalarda hiç bu denli bir yaygınlık kazanmamıştı. Uluslararası büyük yıkımın, dünya devrimci ve komünist hareketin yaşadığı büyük bozulmanın ve etkisizleşmenin, sosyalizmin uğradığı prestij kaybının ve on yılları bulan büyük durgunluk ve gericilik atmosferin ardından gelen ve yıldan yıla yayılıp güçlenen, zaman zaman da birçok ülkede eş zamanlı olarak başlayan isyanlar, devrimci kriz öncesi dönemin ön işaretleri sayılmalıdır.

Dünya ölçüsünde yankılanan bu tür büyük kitle hareketleri, isyanlar ve ayaklanmaların sınıf mücadelesi açısından büyük anlamı ve önemi yeterince açıktır. Ve bunlar öğretici derslerle doludur. Fakat tüm bu hareketlerin yapısal zayıflıkları, yetersizlikleri, bir çizgi ve programdan, politik bir önderlikten yoksun olmaları da bir başka açık gerçekliktir. Ve bu günümüzdeki hemen tüm hareketlerin ortak özelliğidir. Yanı sıra işçi sınıfının bir sınıf olarak bu tür büyük patlamalarda henüz etkin bir rol oynayamaması hareketin en önemli yapısal zaafıdır.

Temel önemdeki bu zaafın yarattığı sorunlara rağmen bu mücadelelerin çok büyük bir politik öneme sahip olduğu tartışmasızdır. Yıldan yıla büyüyüp yaygınlaşan işçi direnişleri, grev ve genel grevler, halk hareketleri, isyan ve ayaklanmalar, sermaye dünyasına ve onun gerici propagandasına önemli bir darbedir. Öte yandan tüm bu gelişmeler, yeni bir devrimci kriz döneminin yaklaşmakta olduğunu işaretlemektedir. Kapitalizmin çok yönlü kriz sarmalının yol açtığı büyük sosyal yıkım ve acıların yanı sıra küresel salgın da kapitalizmin temel gerçeklerini ve bunun emekçilere faturasını ayrıca açığa çıkarmış ve kapitalizmin sorgulanmasını derinleştirmiştir.

Sonuç olarak, büyük işçi direnişleri, grev ve genel grevler, isyan ve ayaklanmalar bundan sonrada da dünya ölçüsünde yayılmaya devam edecektir. Bu gelişmeler yeni devrimci akımların filizlenip boy vermesinin, var olanların ise moral ve maddi açıdan toparlanıp güç kazanmasının maddi zeminini hazırlayacak, bu yöndeki süreci hızlandıracaktır. Dolayısıyla devrimcilerin tarih sahnesinin ön planına geçecekleri bir tarihi evre yaklaşmaktadır.