Emperyalistler arasında Asya-Pasifik’te süregelen çekişme, Tayvan sorunu üzerinden tekrar alevlendi. Tayvan, Pasifik Okyanusu’nu Güney Çin Denizi’ne bağlayan Tayvan Boğazı üzerinde yer alan önemli bir jeostratejik konuma sahiptir. 38.188 kilometrekarelik yüzölçümü ve 23 milyonluk nüfusuna rağmen dünyanın en güçlü 20 ekonomisi arasında sayılmaktadır. Tayvan sadece 22 küçük devlet tarafından resmi olarak tanınmakta ve nüfusun yüzde 98’ini Çinliler oluşturmaktadır.
Halihazırda emperyalistler arası çekişmenin malzemesi olan Tayvan sorunu yetmiş yılı aşkın bir geçmişe dayanmaktadır. Bilindiği gibi Mao önderliğindeki Çin Komünist Partisi 1949 yılındaki demokratik halk devrimi ile Çin’de iktidarı ele geçirdi ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu. Bu sırada Tayvan adasına kaçan Çin Milliyetçi Partisi (Kuomintang) de 1912 yılında kurulmuş olan Çin Cumhuriyeti’nin devam ettiğini ilan etti. Dolayısıyla bugünkü Tayvan, Çin’i terk eden Kuomintang mensubu karşı devrimcilerin kurdukları bir devlettir. Ancak Çin hükümeti, Tayvan’ı kendi yönetimi altındaki bir eyalet olarak görmeye ve o topraklar üzerinde hak iddiasında bulunmaya devam etti. Dolayısıyla Çin-Tayvan arasındaki sorunun 70 yıllık bir tarihi geçmişi bulunuyor.
Tayvan, 1970’e kadar tüm Çin adına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde temsil edilen etkili bir güçtü. 1971 yılında ise Birleşmiş Milletler kararı ile BM delegasyon pozisyonundan men edildi. Ancak adanın güvenliği bölgede bulunan ABD askeri güçleri ve ABD yönetimi tarafından garantiye alınmış, Tayvan’ın yönetim haklarını ve ticari bir liman-ada olma özelliğini korumasına imkan sağlanmıştır. 1978 yılında, ABD’nin Tayvan’la gayri resmi diplomatik faaliyetlerinin başlangıcı olarak “Tayvan İlişkileri Yasası” çıkarılmıştır. 1979’da Tayvan yönetimi tarafından alınan kararların etkisiyle, Çin hükümeti Tayvan üzerindeki etkisini artırmak ve birleşme amacıyla, “Tayvan’daki Yoldaşlara Mesaj” kampanyasını başlatmıştır. 1980 yılında Çin hükümeti tarafından sunulan “Tek devlet iki sistem” teklifi, Tayvan’a özerklik haklarının tanınmasını ve karşılığında Çin’e bağlanmasını içermektedir. 1992 yılına gelindiğinde ise Hong Kong’da iki ülke temsilcilerinin bir araya gelmesiyle dolaylı diplomatik ilişkiler başlamıştır. Bu görüşmede “Tek Çin” mutabakatına varılarak, bugünkü Çin-Tayvan ilişiklerinin temeli atılmıştır. Bu mutabakatta yer alan Tayvan Milli Yeniden Birleşme Komitesi ile ÇKP temsilcileri tek bir Çin devleti olduğunu, Tayvan’ın bağımsız bir ülke olmayacağını kabul etmişlerdir.
Gelinen yerde yeni dinamiklerin oluştuğu, askeri, ekonomik ve teknolojinin çok hızlı şekilde geliştiği ve buna bağlı olarak emperyalist sistem içerisinde çatışmaların daha da derinleştiği bir tarihsel kesitteyiz. 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde şüphesiz en hızlı yükselen ekonomilerinden birisi Çin’dir. Dünya Bankası istatistiklerine göre Çin, 2000 yılında 1,2 trilyon dolar olan gayri safi yurtiçi hasılasını 2020 yılı itibariyle 16,4 trilyona çıkartarak, emperyalist sistem içerisinde süper bir güç olarak yerini almıştır. Çin’in bugünkü çok yönlü gelişimini durdurabilmek için, Uygur, Tibet ve Hong Kong, keza Çin’in doğusunda ve güneyinde bulunan ortak deniz bölgeleriyle ilgili sorunlar ve Tayvan sorunu emperyalist ülkeler tarafından sürekli olarak kışkırtılmaktadır.
ABD’nin Tayvan’ı her açıdan desteklemesi Çin’in “Tek Çin” politikasının önündeki en önemli engeldir. Bu anlamıyla Tayvan, ABD ile Çin arasında emperyalist çatışmaya dönüşebilecek bir “stratejik rekabet” sorunudur. Ayrıca Tayvan’ın petrol ve doğalgaz rezervleri ile balıkçılık açısından çok zengin olması, ABD’nin buraya yönelik ilgisini daima diri tutmaktadır. Bölgedeki emperyalist çıkarlarını düşünen ABD, Tayvan ile yıllardır özel bir ilişki kurmakta, Tayvan ordusunu eğitmekte ve Çin’e karşı ülkeyi tepeden tırnağa silahlandırmaktadır.
Emperyalistlerin bölgede yıllardır süren bu provokasyonlarına karşı Çin Devlet Başkanı ve ÇKP Genel Sekreteri Şi Cinping, 2 Ocak 2019’da, “Tayvan’daki Yoldaşlara Mesaj” etkinliğinin 40. yıldönümünde bir konuşma yaptı. Konuşmada, Tayvan ve Çin’in doğal bir akrabalık bağının ve ortak bir ulusal kimliğinin olduğunu, birleşme yolunda Çinlinin Çinliyle kavga etmeyeceğini dile getirdi. Ancak Tayvan’daki birleşme karşıtlarına ve dışarıdan müdahale edecek güçlere karşı güç kullanma olasılığını da seçenekler arasından çıkarmadığını vurgulayarak, emperyalist ülkelerin tehditlerine boyun eğmeyeceklerini belirtti. Öte yandan Tayvan Cumhurbaşkanı Tsai Ing-Wen ise, 1992 mutabakatını kabul etmediğini ve Çin’in Tayvan Cumhuriyeti’nin var olduğu gerçeğini kabul etmesi gerektiğini dile getirmektedir.
Bugün 579,30 milyar dolar gayri safi yurtiçi hasılası olan Tayvan’ın ana ithalat ortağı yüzde 19,3 payla Çin’dir. Ardından yüzde 16,2 ile Japonya ve yüzde 11,8 ile ABD gelmektedir. ABD’nin Tayvan’a bugüne kadar ithal etmiş olduğu askeri malzemelerin toplam değeri 25,39 milyar dolardır. Tayvan ABD’den silah alan ülkeler içerisinde 9. sıradaki en büyük alıcıdır. Son olarak, Tayvan Savunma Bakanı Chiu Kuo-cheng, yaptığı bir açıklamada ABD’den F-16 savaş uçakları almalarıyla birlikte Tayvan’ın 2022 savunma bütçesinin 18,6 milyar dolara ulaşacağı bilgisini paylaştı. Tayvan’a 66 adet F-16 savaş uçağının satışını öngören anlaşmanın ardından, Çin yönetimi bunu “ülkesinin egemenliğinin ve güvenlik çıkarlarının altını oyan, Çin’in iç meselelerine ağır bir müdahale” olarak nitelendirdi.
Emperyalist çatışmaların yoğunlaşma merkezi Asya-Pasifik
Doğu ve Güney Çin denizleri haritasına bakıldığında, Çin emperyalizminin bölgedeki deniz hakimiyeti talebinin kuzeyde Japonya ile Senkaku/Diaoyu adaları üzerine çatışmalı olduğu görülecektir. ABD tarafından da Çin’in hemen güneyinde petrol yatakları ve balık avlama bölgeleriyle zengin Parasel adaları ve yıllık 5,3 trilyon dolar ticari faaliyetin geçidi olan Spratly adaları üzerinden gerici bölge devletleri Çin’e karşı kışkırtılmaktadır. Olası bölgesel çatışmaların Çin’in ekonomik gelişmesine büyük seviyede zarar vereceği aşikardır. Çin kendisine yönelik bu hamlelere karşı Pasifik’e doğrudan açılmasını sağlayacak kanallar aramaktadır. Bu da Tayvan’ın doğu cephesini Çin için kıymetli bir konuma getirmektedir. Aynı zamanda Çin’in ortak deniz bölgesindeki talepleri Tayvan’ın Çin’e dahil olmasıyla daha da güçlenecektir.
Çin karşısında ABD bölgede önemli bir konuma sahiptir. ABD’nin Asya-Pasifik’te ticari faaliyetlerinin yanı sıra önemli askeri anlaşmaları da mevcuttur. Filipin Anlaşması (AB ile Filipinler), Güney Doğu Asya Anlaşması (ABD, Avustralya, Fransa, Yeni Zelanda, Filipinler, Tayland ve Birleşik Krallık), Japon Anlaşması (ABD ve Japonya), Kore Cumhuriyeti Anlaşması (ABD ile Güney Kore), Tayvan’la İlişkiler Yasası (ABD ile Tayvan) ve son olarak AUKUS (ABD, İngiltere, Avustralya) adı altında imzalanan emperyalist paktlar üzerinden bölgedeki çıkar çatışmaları sürekli bir biçimde körüklenmektedir. ABD yaptığı bu anlaşmalarla Asya-Pasifik’te Çin’i her taraftan kuşatırken, Çin de anlaşmazlıkların bulunduğu adalar çevresinde askeri tatbikatlar gerçekleştirmekte, yapay adalar oluşturmakta ve adalar üzerine çeşitli füze tipleri konuşlandırmaktadır.
Son günlerde ABD emperyalizmi Tayvan’daki işbirlikçi gerici iktidarı kışkırtarak bölgedeki gerginliği tırmandırıyor. Çin’in kendi savaş uçaklarını adanın yakınında uçurması üzerine Tayvan’a desteğini yineleyen ABD, bir uçak gemisi grubunu da Güney Çin Denizi’ne gönderdi. ABD Savunma Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklamada “Tayvan’a olan kaya gibi sağlam bağlılığımız, Tayvan Boğazı ve bölgede barış ve istikrarın korunmasına katkıda bulunuyor” denildi. Çin Dışişleri Bakanlığı, buna “asıl kışkırtıcı olan ve bölgesel barışa zarar verenin, Tayvan’a silah satışı yapan ve Tayvan Boğazı’ndan düzenli olarak savaş gemileri geçiren ABD olduğu, Pekin’in buna kararlılıkla karşı çıkıp gerekli karşı önlemleri aldığı” yanıtıyla karşılık verdi.
Çin Komünist Partisi’nin İngilizce yayın organı Global Times’da yayınlanan bir makalede Çin, bütün bu gelişmeler karşısında başta ABD ve onun bölgedeki emperyalist ittifaklarını, keza Tayvan’ın ABD himayesindeki işbirlikçi iktidarını açıkça uyardı. Tayvan Demokratik İlerleme Partisi (DPP) liderlerinin “uyanık” olması ve Çin’den ayrılmayı savunanların “rüyalarından uyanması” gerektiği konusunda hatırlatmalar yaptı. Makalede, ABD’nin müttefiklerini yüzüstü bırakma konusunda uzun bir geçmişi olduğu hatırlatılarak, “Boğazlarda savaş patlak verdiğinde adanın savunmasının birkaç saat içinde çökeceğini ve ABD ordusunun yardıma gelmeyeceğini Afganistan’da yaşananlardan anlamalılar” denilmektedir.
Bugün emperyalist güçler arasındaki çatışmaların merkezi üssü Asya-Pasifik’e kaymış bulunmaktadır. ABD emperyalizmi dünya egemenliğini koruyabilmek için bölge gerici devletleri ile birlikte stratejik baş düşman ilan ettiği Çin’e karşı çok yönlü bir saldırı başlatmıştır. Dolayısıyla bölgede tehlikeli boyutlara ulaşan gerginliklerden başta ABD olmak üzere, emperyalist devletler ve ittifaklar sorumludur. Bütün bu gelişmelerin hatırlattığı en temel gerçek ise, dünyamızı ağır bir yıkıma doğru sürükleyen ve her türlü kötülüğün kaynağı olan kapitalizmin ortadan kaldırılmasının ivedi hale gelmiş olduğudur.