Ehliyetini yitirmiş mevcut sendikal anlayışı ve temsilcilerini içimizden söküp atalım!
Türkiye’de koronavirüs salgınında can kayıpları 44'e yükselirken, virüs bulaşanların sayısı da 1872'ye çıktı. Dünya genelinde ise salgında hayatını kaybedenlerin sayısı 15 bine yaklaşırken, vaka sayısı da 300 bine ulaştı. Sağlık bakanı Fahrettin Koca ise son yaptığı açıklamada “iyi durumdayız” söylemini bir kez daha diline doladı. Halbuki resmi veriler dahi vakaların katlanarak arttığını gösteriyor.
Vaka sayısı artarken her yerde “evde kal, kendini izole et, sosyal mesafeni koru” çağrıları da sürüyor. Koronavirüs salgınına karşı toplu halde yan yana durmamak gerektiği ortadayken, yüzlerce hatta binlerce işçi fabrikalarda dip dibe çalıştırılıyor. Sermayedarların aldığı tek “tedbir” hastalanan işçiyi tespit edip, ayıklayıp üretime devam etmek. Bunun yanı sıra, bazı fabrikalarda ücretsiz izin ve yıllık izinden kullandırma dayatmaları da sürüyor. Bizler yarını dahi öngöremezken Hacı Sabancı gibileri ise yalılarında, yatlarında, katlarında hiçbir gelecek kaygısı duymadan yaşıyor. Kısacası sermayenin sömürü çarkları dönerken biz işçilere ya açlıktan ya virüsten ölüm reva görülüyor.
***
Öte yandan, hastalığı iş arkadaşlarımıza ve ailemize taşımamız işten bile değil. Gıda, enerji, iletişim, sağlık sektörleri gibi çalışması zorunlu işyerleri dışında tüm işçilere ücretli izin verilmesi bu salgını kontrol altında tutmanın tek çaresidir. Çalışması zorunlu işyerlerinde ise acil ve üst düzey tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Tablo bu iken işçi sınıfının kitlesel örgütleri sendikalar ücretli izin talebini dillendirmekten öteye geçen bir tutum almış değil. Örgütlü- örgütsüz milyonlarca işçi ölümle burun buruna üretim alanlarında çalışmaya devam ediyorken; DİSK’inden Türk-İş’ine kadar hemen hemen tüm sendikalara derin bir sessizlik hâkim. Bu durum işçiler arasında mevcut sendikal yapıya dönük güvensizliği haklı olarak büyütüyor. Meydanlarda ve fabrika önlerinde “ne kadar güçlü ve örgütlü” olduklarını iddia eden sendika bürokratları, işçinin canı söz konusu olduğu koronavirüs günlerinde “işin sürekliliği”ni mi onaylıyor? Görünen o ki öyle! Bu tablo çözümü sendika bürokratlarından bekleyemeyeceğimizi tüm açıklığı ile gözler önüne sermiş bulunuyor.
Sendikalara hâkim anlayışlar, bugün geçelim birtakım hakları güvencelemeyi işçi sınıfının canını dahi koruyamamaktadır! Bizler bu noktaya nasıl gelindiğini biliyor ve sendikal bürokrasinin bu süreçte oynadığı uğursuz misyonunu çok iyi tanıyoruz. Nereden mi? Her sözleşmede sermayenin karını korumak adına “iş barışını” dillendirmelerinden! “Bu dönemde ancak bu kadar olur” diyerek aza kanaat etme öğütlerinden! “Üzüm yemeye geldik, bağcıyı dövmeye değil” demelerinden, uzlaşmacı bakışlarından, işçiye güvenmediklerinden, grevleri örgütlemekten kaçmalarından biliyoruz onları! Komiteleşmenin ve örgütlenmenin önüne koltuklarını korumak için geçtiklerinden tanıyoruz onları. Tam da bu nedenle haklarımızı ve canımızı savunamayacaklarını çok iyi biliyoruz!
Dostlar, kendi göbek bağımızı kendimizin kesmesi gerektiği bir süreçten geçtiğimiz açık. Ne “Herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” diyerek bizi tedbirsiz koşullarda çalışmaya zorlayan, hak gasplarına göz yuman sermaye devleti, ne de mevcut sendikal anlayış bizleri kurtarabilir. Koronavirüs salgını gibi tüm dünyada on binlerce insanı öldüren bu beladan ancak tabandan birleşerek, örgütlenerek en başta yaşam hakkımıza sahip çıkarak kurtulabiliriz. Fabrikalarımızda bizimle aynı kaderi paylaşan işçi kardeşlerimizle birbirimize kenetlenelim, yaşam hakkımız için ücretli izin talebiyle eylem yapalım, üretimden gelen gücümüzü kullanalım! Böylesi bir dönemde tek bir işçi arkadaşımızın dahi işten çıkartılmasına izin vermeyelim. Sendikalarımızın asıl sahipleri olarak harekete geçelim, ehliyetini yitirmiş mevcut sendikal anlayışı ve bugünkü temsilcilerini içimizden söküp atalım!
Petrokimya İşçileri Birliği