- Desen Triko’da sendikal çalışma yürüttüğünüz için işten atıldınız. Süreci anlatır mısınız?
Çalışma koşullarının düzeltilmesi, küfür ve hakaretlerin, fiziki ve psikolojik baskıların son bulması için, işyerindeki arkadaşlar ile ilkin birer birer bir araya gelmeye başladık. Bu süreçte baskılara karşılık verdik, biat etmedik. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi amacıyla attığımız her adımda gücümüzün daha da pekişmesini sağladık.
Bizim gücümüz birliğimizle büyüdükçe, patron ve idari kadro ne yapacaklarını bilemez halde, baskıları arttırmaya devam ettiler. Bizlerse patron ve idari kadronun karşısında dimdik ayakta duruyorduk. Çünkü biliyorduk ki o kapıdan çıktığımız zaman, aynı baskıları başka fabrikalarda yaşamaya devam edecektik. Bunu düzeltmekten başka bir yolumuz yoktu. Patron ve adamları artık karşımızda ne yapacaklarını şaşırmış, direncimizi kırmak için ellerinden geleni yapıyor ve yapmaya da devam edeceklerini dile getiriyorlardı. İşten kaynaklı bir gerekçe uyduramadıkları için saçma sapan sebepler ile tutanak tutuyor, bazı tutanaklarda şahit olarak kimseyi bulamıyorlardı. İşyerindeki arkadaşlarımızın çoğu bu tarz konularda şahitlik yapmayı reddediyordu. Onlar da şahit bulamadıkları için ya çalışma alanında olmayan kişilere geçersiz şahitlik yaptırıyor ya da şahit bulamadıklarından tutanaklar zaman aşımına uğruyor, yırtılıp atılıyordu.
Eninde sonunda istediklerini yaptılar, yine çok şaşırtıcı bir sebep göstererek. Bir gün işe erken gelmemi gerekçe gösteren ilk bölüm sorumlusu olan Bülent Erdemci beni yanına çağırdı. Sesini yükselterek, erken gelmiş olmamdan kendini haklı çıkaracak bir sebep bulmaya çalışıyordu. Fakat onun çabası boşa çıkınca, patron Hasan Akgül küfür savura savura yanımıza geldi. Yine istedikleri olmamıştı fakat kararlılardı. Patron bir açık bulmaya, üstünü başını yırtarak hâlâ küfür etmeye devam ediyordu. Ben de bu yaptıklarının doğru olmadığını, elle tutulur bir sebep bulamayacaklarını söylemekten çekinmeden karşılarında durmaya devam ediyordum.
Sonra işyerini terk etmemi istediler. Ben de bunu kabul etmedim. Bunun üzerine patron şiddeti bir doz daha arttırıp üstüme yürüdü. Beni sağa sola itip tahrik ederek, ona aynı şekilde karşılık vermemi istiyordu. Ellerinde elle tutulur bir şey olmalıydı. Bunun boşa çıkması ve benim de çalışma alanını hiçbir şekilde terk etmeyeceğimi söylemem üzerine, idari kadro zorla belimden ve kollarımdan tutup beni dışarı attı. Ben de kollarımı yukarı kaldırarak, patron ve idari kadroyu işyerindeki arkadaşlarıma teşhir ettim. Bir şey yapmadığımı, bizleri ağır koşullarda ve baskıyla çalışmaya zorlayanın patron tarafı olduğunu, karşılarında durduğumuz zaman, ellerinden zor kullanmaktan başka bir şey gelmeyeceğini, hep birlikte bunların saltanatını yıkacağımızı duyurdum.
- İşyerindeki mobbing, şiddet ve baskılara karşı nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Örneğin bizlere, üretim yaparken makineleri durdurmadan temizlik yapmamız dayatılıyordu. Bizler de böyle bir şeyin yapılamayacağını yönetime söylüyorduk. Üretim durmadan temizlik yapmayacağımızı savunuyor ve temizliği yapmıyorduk. Birlikte hareket edemediğimiz arkadaşlara da bu durumu anlatıp, bunun iş kazasına yol açacağını ve asıl sebebinin sadece fazla kâr etmek olduğunu açıklıyorduk. Nitekim çoğunluğun da o şekilde temizlik yapmamasını sağlamış olduk.
Bir de hatalı yapılan üretimlerin fotoğraf çıktısını alıp psikolojik baskı amacıyla makinelerin üstüne asıyorlardı. Bizler de bu çıktıları taktıkları yerden alıp ya idari kadronun masasına koyuyor ya da yırtıp atıyorduk. Sonuçta bu işyerinde üretimde başarılı çalışmalarımız da oluyordu, fakat bunlar için hiçbir şekilde bir kere bile tebrik edilmiyorduk. Bizler de kendi tutumumuz ile ilerliyorduk. Bu da işyerindeki gücümüze güç katıyordu.
Küfür ve hakaretlere karşı ise bu tarz konuşmalara haklarının olmadığını ve bunlara son vermeleri gerektiğini söylüyor, karşılarında dimdik durmaya devam ediyorduk. Bizlerin kaybedeceği bir şey yoktu. Bizlerin talepleri bu baskıların ve mobbingin son bulması, insanca çalışma koşullarına kavuşmak ve bu koşullarda üretime devam etmekti.
- Sendikal faaliyetinizi engellemek için yüksek miktarda para teklif ettiler ve siz kabul etmediniz. Bunun sonucunda işten atıldınız…
Benimle birlikte TEKSİF sendikasına üye arkadaşlar vardı. Toplamda 7 kişi TEKSİF üyesi idi. Daha önce arkadaşlarla, “Aynı sendikadan olmayabiliriz. Fakat bu bir arada çalışma yürütüp mücadele etmemize engel değil” mealinde konuşmuştum. Onlar da haklı olduğumu, fakat birlikte hareket etmeyeceklerini dile getirdiler. Sonrasında TEKSİF üyesi 5 arkadaşımız patron ile pazarlığa oturup 12’şer bin liraya anlaşmışlar.
Bunun üzerine patron tarafı benimle de bir miktar para karşılığı anlaşacağını düşünmüş. İşten ayrılmam karşılığında bana 20 bin lira teklif edildi. Ben de “Beni diğer arkadaşlardan ayıran bir şey var. Sadece sendikalı olduğumdan ve sendikal faaliyet yürütüyor olmamdan dolayı benden kurtulmak istiyor ve beni para karşılığında satın alabileceğinizi düşünüyorsunuz. Fakat yanılıyorsunuz. Benim taleplerim net. İçerideki çalışma şartları düzelecek, uygulanan baskılar, hakaretler, küfürler ortadan kalkacak, mobbing son bulacak. Beni para ile satın alamazsınız.” diyerek teklifi reddettim. Ve bunun üzerine beni tehdit ederek, “O zaman biz de senin ile uğraşmaya devam edeceğiz. Gerek tutanak gerek başka bir şey bularak seni yollayacağız” dediler. “Biz bunlara alışığız ve bunlar için mücadele ediyoruz” diyerek yanıt verdim. “Elinizden geleni ardınıza koymayın, suç işlemeye devam edin, şartları iyileştirmek yerine” dedim. Bülent Erdemci “Ben de sendikal faaliyette bulundum, senin gibi yapanı görmedim” diye çıkıştı. Hangi sendika olduğunu sorduğumda, Asalettin Arslanoğlu ile dedi. Ben de “Belli, ondan dolayı direk pazarlığa oturuyorsunuz” şeklinde karşılık verdim.
Yaka paça işyerinden atıldığımın ertesi günü yine işbaşı saatinde işyerine gittim. Yüz okuma cihazına yüzümü okutarak içeri giriş yaptım. Çünkü işten çıkarıldığıma dair evrak vermemişlerdi. Muhasebeci beni odasına çağırarak iş akdimin feshedildiğini söyledi. Önüme bir gün öncesi yaşanan olayın sözde tutanağı konuldu. Yalan ve yanlış şeyler yazılı olduğu ve şahidin olmadığı tutanağa savunma yapmamı istedi. Ben de şirket kaşesi ve imzalar atıp gerildiği taktirde savunma yapacağımı söyledim. İmzalar atılıp şirket kâsesi basıldı. Bunun üzerine 3 sayfa savunma yazdım. Avukatlarına yolladıkları savunmamın ardından avukat “başınıza bela olacak bu, gönderin” demiş. Avukat muhasebeciyi arayıp benimle konuşmak istedi. Ne yapmak istiyorsun, ne istiyorsun kaç para istiyorsun, söyle bana dedi. Ben taleplerimin ortada olduğunu, derdimin para değil insanca bir hayat ve onurlu bir mücadele olduğunu söyledim. Bunların para ile satın alınamayacağını ekledim. “O zaman mahkemede görüşürüz” diyerek gözdağı verdi. Ben de gülerek, yasal yollardan da hakkımı aramaya devam edeceğim dedim, telefonu kapattık. O gün de 43 bin lira teklif ettiler. Yine reddedip, taleplerimi biliyorsunuz dedim.
- İşten atılmanızı protesto etmek için bir basın açıklaması gerçekleştirdiniz. Mücadeleyi sürdüreceğinizi belirttiniz açıklamada. Bununla birlikte talepleriniz neler olacaktır?
Fabrika önünde Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası olarak basın açıklaması yaptık. Kavgamıza omuz veren dostlarımız ile birlikte taleplerimizi dile getirdik. Taleplerimiz, işyerinde uygulanan baskıların, hakaret, küfür ve mobbingin son bulmasıdır. Ayrıca şimdi işe iade talebimiz var. Bunun için fiili ve yasal mücadelemize devam edeceğiz.
Yanı sıra uluslararası küresel sözleşmede, sendikal faaliyeti baltalamayacaklarına dair Mango ve Zara gibi tedarikçileri ile birlikte imzaları olduğunu açıkladık. Gerekli savunmayı yapıp, bu süreçte onları da karşımıza alacağımızı belirttik. İşçilere karşı yapılan düşmanlığa karşı çıkacağımızı bildirdik.
- Krizin etkisiyle fabrikalarda baskılar, sendikal haklara tahammülsüzlükler artıyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ülkemizde her zaman bir kriz gündemi var. Krizin faturasını biz işçiler ödememeliyiz. Nasıl ki tüm zenginlikleri bizler ürettiğimiz halde, sermayedarlar hiçbir şekilde kârlarından bir kırıntı bile vermiyorlarsa, bu krizin faturasını da patronlar ödemelidir. Krize yol açan biz işçiler değiliz.
Türkiye’de kriz olmamış olsa bile kapitalistlerin hiçbir şekilde fabrikalarda sendikal faaliyete tahammülleri yoktur. İşçilerin bilinçlenip haklarını aramalarını hiçbir zaman kabul etmiyorlar. Eğer örgütlü değilsen, bireysel olarak hakkını arıyorsan bir şekilde seni diskalifiye etmenin yollarını arıyorlar. Gerek psikolojik baskılar, hakaretler, küfürlerle gerek birkaç kuruş para vererek susturmaya çalışıyorlar.
- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Hiçbir hakkımızın sermaye sınıfı tarafından bahşedilmediğinin, kendiliğinden verilmediğinin bilincindeyiz. Türkiye işçi sınıfı tarihinde Kavel, 15-16 Haziran, Greif, Metal Fırtınası gibi direnişler var. İşçi sınıfı elindeki hakları direnerek, mücadele ederek kazanmıştır. Bizler bize ışık tutanlara sırtımızı dönmeyeceğiz. Bizlere bırakılan bayrağı daha da yukarılara taşıyacağız. Hemen hemen tüm fabrikalarda benzer sorunlar yaşanıyor. Bunlara karşı mücadelemiz ve direnişimiz sürekli olacaktır. Sınıfa karşı sınıf savaşımız sürecek. Geçmişten bugüne yaşanagelmiş mücadeleleri omuzlayan güzel yürekli insanlar gibi onurumuz ile yaşamaya devam edeceğiz.