Türkiye işçi sınıfı yeni bir dönemin kapılarını aralamak üzere. Son dönemde ivmelenen işçi eylemlerinin birbirini takip eden grev ve direnişlerin bize gösterdiği budur. Derinleşen ekonomik krizin yarattığı öfke ve tepki Ocak ayından başlayarak büyüyerek gelişti. İşçi sınıfı bu tekil mücadeleler içinde önemli bir deneyim biriktirdi. Gelinen yerde eylemlerin rüzgârı kesiliyor görünse bile bu tablo aldatıcıdır. Zira eylemlere yol açan sorunlar derinleşmeye devam ediyor, bu da önümüzdeki dönemde hareketin bir biçimde devam edeceğini gösteriyor.
Kapitalist sistemin tüm dünyada bir kriz dalgası ile karşı karşıya olduğu aşikâr. Ekonomik kriz ve pandeminin yarattığı tablonun birleşmesi emekçilerin yaşamlarını çekilmez hale getirmiş durumda. Dünyada yaşanan bu tablonun daha ağırı Türkiye’de yaşanıyor. Ve çıkışsızlığın ürünü olarak bir yıkıma doğru ilerliyor. En temel insani gereksinimler dahi emekçilerin yaşamlarında lüks durumunda. Beslenme, ısınma, elektrik, ulaşım, barınma vb. gibi temel ihtiyaçlar ulaşılmaz hale geliyor. Bağımsız kuruluşlar enflasyonun %100'ün çok üstünde olduğunu dile getiriyorlar. Yağ kuyrukları, benzin istasyonu önünde birikenler, askıda ekmek almak için bekleyen insanlar dönemin ağır tablosunu resmediyor. İşten atma saldırılarının, hak gasplarının, iş cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor.
Ülkeyi yöneten siyasal iktidar ise uyguladığı sosyo-ekonomik politikalarla kendi yandaşlarını daha da zengin ederken krizin tüm faturasını biz işçi emekçilerin sırtına bindiriyor. Sınıflar arası uçurumun gittikçe derinleşmesinin, servet-sefalet kutuplaşmasının artmasının ve krizin faturasının sonuçlarının işçi ve emekçilere yüklenmesinin arkasındaki temel faktörlerden biri AKP-MHP iktidarının ve onun tek adam rejiminin emek düşmanı politikalarıdır. Bunun dışında kalan burjuva düzen partileri ise işçilere hayaller satmak dışında bir şey ortaya koymuyor. Parlamenter sisteme dönüleceği söylemi dışında sözü olmayanlar, konu işçilerin çalışma ve yaşam koşullarına gelince elle tutulur tek bir vaat bile ortaya koyamıyorlar.
İşçi sınıfı ve emekçiler olarak bu koşullardan ancak kendi mücadelemizle çıkabiliriz. Bu da Çimsataş’ta Farplas’ta, Trendyol’da, Yemeksepeti’nde, çorap fabrikalarında, Antep’te tekstil fabrikalarında, Gemi Söküm’de yükselen seslere kulak vermekle, ortaya çıkan mücadelelere ortak olup büyütmekle mümkün.
Yaklaşan 1 Mayıs, mücadelemizi büyütmenin, gücümüzü ve birliğimizi göstermenin tek tek mevzilerde süregiden mücadeleleri birleştirmenin bir imkânı olarak önümüzde duruyor. Başta biz Petrokimya işçileri olmak üzere Türkiye işçi sınıfına düşen görev krize karşı Ocak ayından bu yana açılan bayrakları büyütmek, mücadele için kavuşan elleri çoğaltmaktır. 1 Mayıs alanlarına kendi taleplerimizle akmaktır. 1 Mayıs hepimizi sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için mücadeleye davet ediyor.
Hep beraber kazanacağımız bir yolun başlangıç adımlarını daha da güçlendirmek için 1 Mayıs'ta “gücümüz birliğimizdir” diyelim! Ekonomik krizin yarattığı faturaya karşı fabrikalarımızdan, rafinerilerden, işletmelerimizden, atölyelerimizden "Haydi 1 Mayıs alanlarına!” çağrısını yükseltelim!