Adana'nın o “bereketli topraklarının” bağrından kopmuş, yaşamını yoksul halkın sesi, soluğu olmaya adamış, devrimci sanatın emektarı Yılmaz Güney bugün yaşasaydı tam 83 yaşında olacaktı.
Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937 yılında Adana'nın Yenice köyünde dünyaya geldi. Asıl adı Yılmaz Pütün'dü. Yoksul ve topraksız köylü bir ailenin çocuğuydu. 9 yaşında atıldı hayatın ceremesine. Çobanlıktan pamuk işçiliğine, simitçilikten kuryeliğe kadar uzun yıllar hayatı hem okumak hem de çalışmakla geçti. Tüm bunların yanında o yaşlarda en sevdiği işi izlemesini de çok sevdiği filmlerin bobinlerini taşımak, açık hava sinemalarında çalışmak olmuştu. Eşitsizlikler ile küçük yaşlarda tanışması gelecekte onun yaşamına ve sanatına da yön verdi.
Lise yıllarında “Doruk” isimli bir dergi çıkarmaya başladı. Bu dergide yazdığı “Üç bilinmeyenli eşitsizlik sistemleri” adlı öyküsü “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle hakkında dava açılmasına neden oldu. Hayatının hep bir parçası olmuş olan soruşturma, cezaevi ve sürgün serüveni de böylelikle başladı. Bu dönemde devletin “sakıncalılar” listesine aldığı ismini Yılmaz Güney olarak değiştirdi.
Yaşamı boyunca üretmeye, ürettikleri ile toplumun sesi olmaya adadı kendini Güney. Onlarca filmin başrolünde oynadı, 50 filmin senaryosunu yazdı, 24 filmde ise yönetmenlik yaptı. Tüm bunların yanında yazdığı bir çok roman ve öykülerle açlık, yoksulluk ve yozlaşmışlık içerisinde cebelleşen toplumun sesi olmaya adadı kendisini. Onun hakkında da yazılan birçok eser bulunmaktadır.
Yılmaz güney toplumcu-gerçekçi sanat anlaşayışının bu topraklardaki en değerli temsilcilerindendir. Sarayın soytarısı olmaktansa doğru bildiği yolda bütün zorluklara göğüs gererek icra etmiştir sanatını ve sürdürmüştür yaşamını. Devletin baskısından, şiddetinden yaşamı boyunca payına düşeni fazlasıyla almış ama asla geri adım atmamıştır.
Yılmaz Güney'i saygı ile andığımız bugün de -onun bıraktığı mücadelenin devamcıları olarak- son konuşmasına atıf yaparak sonlandıralım sözlerimizi:
“Arkadaşlar, dağlarımız ovalarımız ve ırmaklarımız bizi bekliyor. Biz, bütün ömrümüzü gurbette geçirip, gurbet türküleri söylemek istemiyoruz. Biz, yiğitlikleri ile destanlar yazmış bir halkın evlatlarıyız. Önümüzde duran güçlükleri yenecek azme, kararlılığa ve koşullara sahibiz. Türk, Acem ve halk devrimci demokratları Kürt Ulusunun kendi kaderlerini tayin hakkının en candan savunucuları olarak bu kavganın bir parçasıdırlar ve ortak düşmana karşı savaşmaktadırlar. Ezilen sınıfların sınıf kardeşliği en güçlü silahlarımızdan biridir. Dost ve düşman herkes bilsin ki kazanacağız, mutlaka kazanacağız! Bir köle olarak yaşamaktansa bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir!”
M. Nevra