Yılmaz Güney’i tanımak

Yılmaz Güney’i anlatmak bu sayfalara sığmaz, anısı, mücadelesi, sanatı önünde saygıyla eğiliyoruz.

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 09 Eylül 2018
  • 15:45

“Ben, ülkemin tüm sorunları üzerine düşünmek, araştırma yapmak, gerekli kitapları okumak, bazı konularda yazı yazmak, günlük siyasal ve toplumsal gelişmeleri izlemek zorunda olan ve kendisini geleceğin daha zor, daha karmaşık sorunlarına hazırlamakla yükümlü, siyasal yanı ağır basan bir sanatçıyım. Ne düşündüğü, ne söylediği, milyonlarca insan tarafından merakla izlenen bir insan, bu öneme uygun bir ciddiyetle çalışmasını sürdürmek zorundadır.” (1)

Mahpusluk dönemlerinde bir arkadaşına yazdığı mektupta kendini böyle tanımlayan Yılmaz Güney sadece bir sanatçı değil, devrimci bir sanatçıydı. Yazdığı onlarca hikâye, roman, makale, senaryo ve çektiği, oynadığı sayısız filmi var. Birçoklarının tanıdığının aksine, Yılmaz Güney kendini proleter devrimci olma çabasında bir devrimci olarak görüyordu.

Yılmaz Güney’in 47 yıllık kısa bir ömrü oldu ancak bu zaman dilimine gerek mücadelesi gerek sanatı açısından çok şey sığdırdı. 1937 Adana doğumlu Yılmaz Güney 1984 Eylül’ünde Fransa’da “Türkiye vatandaşlığı”ndan çıkarılmış olarak mide kanserinden dolayı hayata gözlerini yumar. Topraksız, yoksul bir Kürt ailenin çocuğu olan Yılmaz’ın asıl soyadı Pütün’dür. “Pütün” kırılması zor, sert bir meyve çekirdeği anlamına geliyor. ‘Güney’ soy ismini ilk film çekimleri döneminde, önceden yazdığı “3 Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” isimli hikâyesinde “komünizm propagandası” yapmaktan aranıyor oluşundan kaynaklı kullanmıştır. Sonrasında da ismi Yılmaz Güney olarak kalmıştır. Çocukluğundan beri her türlü işte çalışan Yılmaz Güney, lise yıllarında “Doruk” isimli sanat dergisi hazırlar. Sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazanır, İstanbul’da Yaşar Kemal aracılığıyla Atıf Yılmaz ile tanışır ve sinema dünyasına ayak basar. 1955 yılında yazdığı hikâye nedeniyle 1.5 yıl hapis ve 6 ay sürgün cezasına çarptırılır ve 1961 yılında film setinde tutuklanır. Bu mahkûmiyet ve sürgün son olmayacaktı. Hayatının 12 yılını hapishane hücrelerinde, sürgünlerde ve gurbetlerde geçirir. Tuncel Kurtiz gençlik yılları için ikisinin de kendilerini komünist gördükleri bir inançlarının olduğunu ve Türkiye’yi sevdiklerini söylemişti. “Komünisttik, komünizmin ne olduğunu ne kadar biliyorduk ama şunu biliyorduk bir haksızlık vardı” diye tamamlamıştı sözlerini Kurtiz.

Yılmaz Güney’i ilk dönem filmlerinde daha çok kabadayı, ağabey gibi rollerde ve “Çirkin Kral” lakabı ile tanırız. Ancak hapishane süreçlerini verimli kullanan Yılmaz Güney var olan haksızlığı tanımlayabilmiş, yoksulluğun temel nedeninin kapitalist sömürü düzeni olduğunu anlamış, işçi sınıfının ideolojisini benimsemeye başlamıştı. Bu kavrayış düzeyini dergilere yazdığı makalelerden çok açık bir şekilde görebiliriz. Hapishanede roman ve senaryo yazmayı sürdürür. “Yol” filmini de burada yazar. Bu film sinema dünyasının önemli ödüllerinden biri olan Altın Palmiye ödülünü kazanır. Türkiye’de bu ödülü alan ilk filmdir. Bunun dışında Yılmaz Güney daha önce oyuncu, yönetmen, senaryo, film ve roman dallarında 32 ödül kazanmıştı. Türkiye sinemasında gerçekçi bakış açısını sanatsal incelikler ile işleyen bir sinemacıdır. Sonradan sanatını devrim mücadelesinin merkezine yerleştirecekti.

1972 yılında “devrimcilere yardım ve yataklık” gerekçesiyle 10 yıl hapis cezası alır. ‘74’teki genel aftan yararlanır. “Endişe” isimli film çekimleri sırasında kargaşa çıkar bir hâkim vurulur, suç Yılmaz Güney’e atılır. Mahkemede “İnanıyorum ki hâkim Sefa Mutlu’yu benim vurmadığımı sizler de biliyorsunuz. Fakat eliniz mecburdur. Bu koşullarda objektif davranmanız mümkün olmayacaktır. Bu karşılaştığım ilk haksızlık değildir. Son haksızlık da olmayacaktır. Saygılarımla...” diye kendini ifade etmiştir. 19 yıl hapis cezası verilir. Mahpusluk dönemi boyunca mahkûmları örgütlemesinden korkulduğu için 25 cezaevi dolaştırılır. Bu süreçte Yılmaz Güney sanatını ve mücadelesini üretmeye devam eder. Yazdığı senaryoların sansüre takılması, ona ait herhangi bir eserin kısıtlamalara uğraması Yılmaz Güney için hayattan koparılmak gibiydi. Bu yüzden 1981 yılının Ekim’inde hapishaneden kaçar. “Ben Türkiye’den değil, hapishaneden kaçtım” der. Kaçması için her zaman olanağı vardı ama sanatı engellendiği zaman kaçmayı seçti, Fransa’ya yerleşti.

“Güney” isimli dergide çokça siyasi makalesi vardır. Yılmaz Güney 1984’te hayata gözlerini kapatana kadar üretmeye devam eder. Fatoş Güney onun için, “Planlarının yalnızca yüzde otuzunu hayata geçirebilmişti oysa daha yapacak çok şeyi vardı” der.

Yılmaz Güney’i yazdığı makaleler üzerinden tanımaya çalışalım. Kayseri konuşmaları olarak yayınlanan sohbette “Siz Marksist-Leninist misiniz?” sorusuna cevap olarak “Yöneliş olarak evet… Seçiş olarak evet… fakat henüz tam anlamıyla değilim… Olmaya çalışıyorum. Eksiklerim, yetmezliklerim vardır. Ben proletarya devriminin gerekliliğine inanan, Marksizm-Leninizm’in ideolojisini ve teorisini kavramaya çalışan, bu uğurda yoğun bir çaba harcayan bir devrimciyim. ‘Ben Marksist-Leninistim’ demekle kimse Marksist-Leninist olamaz. Bir insanın Marksist-Leninist olduğunu ya da olmadığını pratiği belirler” der.

“Marksizm-Leninizm, proletaryanın ve proleter devrimcilerin önüne esas olarak, küçük burjuvaziyi değil, proletaryayı, özellikle de sanayi proletaryasını örgütleme görevini koyar; aceleciliğe karşı, nesnel koşullara uygun öznel koşul hazırlama ve bunun getirdiği sabırlı, inatçı ve kararlı çalışma koşulunu koyar. Derme çatmalığa karşı sistemli bilgi edinmeyi, sistemli düşünmeyi, planlı, programlı olmayı koyar. Ütopyanın karşısına bilimselliği, felsefi idealizm yerine felsefi materyalizmi, metafiziğin yerine diyalektik yöntemi koyar… Tepeden inme, darbeci, komplocu eğilimlerin karşısına, aşağıdan yukarı, nesnel koşullara bağlı, kitlelerin kendi deneyimlerine bağlı kitle çalışmasını koyar. Kendiliğindenciliğin karşısına bilinçli müdahale ve bilinçli eylemleri koyar. Dedikodu yerine açıklık, yılgınlık ve teslimiyet yerine kararlı mücadele ve proleter kahramanlığı geçirir. Kariyerizm yerine alçakgönüllü, fedakâr ve kolektif çalışma tutumunu benimser. Her türden dar görüşlülüğe karşı, proletaryanın geniş ufkunu, derinliğini, uzun erimli kavgasını savunur. Marksizm-Leninizm, bir eylem kılavuzu olarak, karşı karşıya geleceğimiz bütün sorunlarda, izlememiz gereken yolu bize gösterecek öze sahiptir. Marksizm-Leninizm, hiçbir sorun için reçete sunmaz; yalnızca çözüm yöntemini sunar.” (2)

Bu ifadeleri ile Yılmaz Güney’in devrimci bakış açısını anlayabiliriz. “Devrimin gerektirdiği bilgiler ve yetenekler kazanılabilir şeylerdir” der. Aynı zamanda “Bir şeyin doğru olduğunu kabulün göstergesi, ona körü körüne sadakat yemini değildir. Eleştirel olma temelinde kavramak ve özümlemektir” (3) düşüncesiyle Marksizm’i nasıl kavradığını ortaya serer. 

Türkiye’de işçi sınıfının partisinin yoksunluğuna dikkat çeker, ideolojik sapmalara karşı yürütülecek mücadeleyi temel görev olarak saptar. Marksist-Leninist temellerde bir partinin kurulacağına dair inancını hep taşır.

Yılmaz Güney’in makalelerine 10 ayrı dava açılmış, 100 yıla yakın hapsi istenmiştir. 1993 yılında ise “Türkiye vatandaşlığı” geri verilmiştir, ancak mezarı halen Fransa’dadır. Yılmaz Güney’i anlatmak bu sayfalara sığmaz, anısı, mücadelesi, sanatı önünde saygıyla eğiliyoruz.

U. Aze

(1) Yılmaz Güney - Temel Uğraşım Halkımın Hayati Sorunlarıdır, Güney Dergisi, 1. Sayı

(2) Yılmaz Güney - Küçük Burjuva Tutarsızlığı ve Proleter Devrimci Kararlılık, Mayıs dergisi, 3.sayı

(3) Yılmaz Güney - İnsan Bilinci Vestiyer Değildir, Güney dergisi, 13. sayı