Asıl ismi Yılmaz Pütün olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937 yılında Adana’nın Yenice ilçesinde yoksul ve topraksız bir ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya geldi.
Daha ilkokul sıralarında iken ırgatlık yapmaktan simit satmaya, izlemesini de sevdiği sinema filmlerinin film bobinlerinin taşınmasına kadar birçok işte çalıştı. Yoksul ve emekçi bir aileden gelmesi, daha küçük yaşlarda görmüş olduğu sömürü ve ağır yaşam koşulları Yılmaz Pütün’ün Yılmaz Güney’e dönüşmesinde ve ezilen halkın sesine sanatı ile kulak vermesinde en önemli etkendi.
Hem okuyup hem çalışan Yılmaz Pütün, eşitsizliğe karşı düşüncelerini lise sıralarında yazılara dökmeye başlar. O yıllarda çıkarmış olduğu “Doruk” isimli dergide yazdığı “Üç bilinmeyenli eşitsizlik sistemleri” adlı öyküsü, “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle hakkında dava açılmasına ve 1,5 yıl hapis yatmasına ve sürgünlere gönderilmesine neden olur. Komünizmi ideolojik olarak bilmediği halde komünizm propagandası yüzünden davaların açılması ve tutuklanması Yılmaz Güney’i Marksizm ve Komünizm ideolojilerine ilgi ile bakmasının vesilesi olur. Düşüncüleri ve yazdığı yazılar yüzünden devletin sakıncalılar listesine girince, Pütün olan soyadını Güney olarak değiştirerek yazılarını ve yaşamını artık bu isimle sürdürmeye başlar.
1957 yılında Atıf Yılmaz ile tanışması Yılmaz Güney’in sinemaya daha fazla ilgi duymasına yol açar ve bu tanışma ile oyunculuk yaşamı başlar. İlk oyunculuk yıllarında oynadığı roller ve filmler kabadayılık üzerinedir. Fakat, 1968’li yıllardaki toplumsal mücadelenin gelişmesi ile Yılmaz Güney de toplumsal mücadeleye hem sanatsal hem de düşünsel yönden katkılarını sunar. Fikir ve görüşlerini yazdığı Güney dergisini de toplumsal mücadelenin gelişkin olduğu bu dönemde çıkarmaya başlar. Sadece oyunculuk ve yazar olarak mücadeleye katkı sunmaz. Bir devrimci dayanışma örneği olarak, Efraim Elrom’um öldürülmesi sonrasında dönemin öncülerinden olan ve sermaye devleti tarafından aranan Mahir Çayan’ı bizzat kendi evinde saklar. Sermaye devleti ise 1972 yılında Yılmaz Güney’e devrimcilere yardım ettiği gerekçesi ile 10 yıl hapis cezası verir. Yılmaz Güney 2 yıl hapis cezasını yattıktan sonra 1974 yılında çıkarılan af yasası ile tekrardan serbest kalmıştır. Serbest kalmasının ardından Adana’da bir savcıyı öldürdüğü gerekçesi ile 19 yıl hapis cezası ile tekrardan tutuklanır.
Yılmaz Güney’in 1976 yılında başlayan tutukluluk süreci, 1981 yılında izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Hapishanesi’nden kaçarak yurtdışına çıkması ile son bulur. Yurt dışında ise emekçilerin sesi olmayı daima sürdürür. Yurtdışında kaldığı süre içerisinde, 1976 yılında kaldığı hapishanelerin koşullarını ve hapishanedeki tutuklu bulunan çocukların yaşamını da anlatan Duvar adlı filmi çeker. Yılmaz Güney yurtdışına çıkmasından 3 yıl sonra, 9 Eylül 1984 yılında Türkiye hapishanelerinde yaşadığı kötü koşulların da etkisiyle mide kanseri yüzünden Paris’te yaşamını yitirir. Ezilenlerin sesi, proleter sanatın yorulmaz savaşçısı şimdi sömürüye karşı özgürlük mücadelesi vermiş komün direnişçilerinin yanı başında Père Lachaise’de mezarlığında yatmaktadır.
Baskılara, yasaklara, sürgünlere karşı vermiş olduğu mücadele ve onurlu duruşuyla Yılmaz Güney, toplumsal gerçekçilerin arasından en değerli yeri şimdiden almıştır. Büyük bedeller ödeyerek ürettiği eserler ise aradan geçen yıllara rağmen bizlere proleter kültürü ve sanatı aşılamaya devam etmektedir.
Proleter sanatın yorulmaz savaşçısı Yılmaz Güney mücadelemizde yaşayacak. Ölümünün 36. yılında Yılmaz Güney’in anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz…
K. Sönmez