“Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.”
Ahmed Arif, bu topraklarda onurlu, insanca bir yaşamın mücadelesinin emekçisi, kavgamızın şairidir. Ahmed Arif’in umutsuzluğa umut, karanlığa ışık, sessizliğe çığlık olma çağrısı yapan yukarıdaki dizeleri, bugünlerde “rüsva” olmamamız için birbirimize hatırlatmamız gereken onlarca dizelerinden yalnızca biridir. Hep ölüm yıldönümlerinde “Haziranda ölmek zor” diyerek Nazım Hikmet ve Orhan Kemal ile birlikte andık onu, bugün ise Ahmed Arif’i doğum günü vesilesiyle hatırlayacağız.
23 Nisan 1927’de, Ahmed Arif Önal adıyla Diyarbakır’da doğdu. Ahmed Arif çocukluğunu “O çocuklar kavgacıydı, sonradan ben de öyle oldum. Ama kimseyi benden zayıf diye gözüme kestirip dövmedim. Mahalle için, sınıfım için ya da okul için kavga ettim” diye anlatır. Çocukluk yıllarında Kürt bir ailenin çocuğu olmanın getirdiği ezilmişliğe karşı verdiği mücadelesini, üniversite yıllarında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne devam ettirir. Yazdığı şiirler o yıllarda dilden dile dolanıyor, devrimci mücadelenin ezgileri olmaya başlar.
Yazdıklarından kaynaklı 1951 yılında tutuklanır. 38 ay hapiste yatar. 1954’te hapisten çıktığında bir tuğla ve kiremit fabrikasında çalışmaya başlar. Birçok işe girip çıktıktan sonra “Öncü” ve “Halkçı” gibi gazetelerde çalışmaya başlar. Bir dönem Ankara’ya geri dönse de üniversite eğitimini hiçbir zaman tamamlayamaz.
“Gelen elçi değil, Azrail olsun, anam avradım olsun kaçarsam…”
Ahmed Arif’in ilk şiiri 1948 yılında yazdığı Rustemo şiiridir. Rüstemo şiiri için şöyle söyler Ahmed Arif: “Namus uğruna, zulme karşı dağa çıkan sayısız yiğitlerden herhangi birini, yaralı iken ve üzerine büyük kuvvetler gönderilmişken Köroğlu ya da Dadaloğlu gibi halini arzetmesidir.” Bu şiir Ahmed Arif’in ilk şiiri olarak bilinse de Arif bu şiirini kitabına eklemeyecektir. Çünkü onun için şiirlerinde “Otuzüç Kurşun”a doğru giden bir dönüm noktası vardır. Ahmed Arif, o dönüm noktasını şu şekilde tarif eder: “Şiire yeni başlamış devrimci bir delikanlının karşısına Nazım’ı dikerseniz çocuk ya paniğe kapılır ya da ezilir. Hidrojen bombasına karşı Kürt hançeri ne yapabilir?” Ahmed Arif bu sözleri ile Nazım gibi şiir yazmakla Nazım’dan sonra şiir yazmak arasındaki ayrımı ortaya koyar.
“Kirvem hallarımı aynı böyle yaz, rivayet sanılır belki…”
Otuzüç Kurşun’u, 1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde 33 insanın sorgusuz sualsiz kurşuna dizilmesinin ortaya çıkmasıyla birlikte kaleme alır. Bu olay Ahmed Arif’i derinden etkiler. Konuya dair derin araştırmalar gerçekleştirir. “Otuzüç kurşun”un ardından Sansaryan Han’da 128 gün tutulduğu ve türlü işkencelere maruz kaldığı süreci başlar. “Otuzüç kurşun” Ahmed Arif’in uğruna bedeller ödediği şiirlerden biridir. Yıl 1951, alıp götürürler Arif’i “Oku” derler. Yaşadıklarını “Öyle diyorlar ya inat ettim ölürüm okumam dedim. Ne hakkınız var. Küfür edip dayak attılar sabaha kadar” sözleriyle anlatır Ahmed Arif. Sabaha kadar işkenceye maruz kalır, öldü sanılıp bir çöp konteynırının yanına bırakılır.
Bu olay bir an olsun Ahmed Arif’te tereddüt yaratmamış, kavgaya olan bağlılığını daha da körüklemiştir. Hayatı boyunca türlü işkence ve baskılara maruz kalsa da Ahmed Arif “Acı çekmek de bir yerde sevda gibidir, her kula nasip olmaz” diyerek olgunlukla karşılamıştır bu süreçleri.
“Bunlar aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları, tanı da büyü…”
Adiloş Bebe şiirindeki Adiloş Ahmed Arif’in kız kardeşi Nezihe’in oğludur. Adiloş o sırada yeni doğmuştur. Diyarbakır bağları, Dicle kıyısı havalimanı için tarumar edilmektedir. Bu talanın acısıyla Ahmed Arif, “Diyarbekir kalesinden notlar ve Adiloş bebenin ninnisi”ni kaleme alır. “O şiir benim sevgili vatanımın şiiridir” der.
Bir röportajında Ahmed Arif, halkına, yaşadığı topraklara ve hayata olan bağlılığını ve şiiri şu sözleri ile özetler: “Bu hayat ile şiirin, hayat ile sanatın iç içe olduğu bir durum. Bir zaman gelecek tarih ile sanatın, şiirin iç içe olduğu bir durum olacak. İnsanın kendi köklerini araştırması çok önemli.”
Ahmed Arif 1991 yılında geçirdiği kalp krizi sonrası hayatını kaybetti. Ama yaşamı ve şiirleri bugün zindanlarda yatanlara, barikat başında olanlara ve gelecek nesillerin yüreklerine umut ve direnç aşılamaya devam ediyor. Şimdi iyi ki doğdun Ahmed Arif diyelim ve son sözü ona bırakalım:
“Ben sessiz ve derin bir halkın çocuğuyum. Yalnız sessizlik değil, genel olarak korkusuzlukta halkımın belirgin bir özelliği. Buna diretme ve başkaldırmayı da eklemek gerek. Ancak böylece kestirip atmak, salt ırkçıların hoşlanacağı bir bağnazlık olur. Evet, bu korkusuzluğu, soya çekim yasalarından çok, devrimci öğreti, devrimci bilinç ve kavga koşullarına borçluyum.”
İstanbul’dan bir DGB’li