Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Orhan Kemal...

Onurlu kavgamızın namuslu kalem işçileri

Ahmed Arif, Nazım Hikmet ve Orhan Kemal… Onlar onurlu bir kavganın, haklı bir isyanın sesi oldular.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 03 Haziran 2021
  • 08:00

Ahmed Arif, Nazım Hikmet ve Orhan Kemal… Onlar onurlu bir kavganın, haklı bir isyanın sesi oldular. Onlar sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın; her türden zorbalığın son bulduğu, kardeşliğin, özgürlüğün, eşitliğin ve emeğin iktidar olduğu bir dünya için mücadelede yer aldılar. Hayatları boyunca buna bağlı kaldılar.

Şiire dağların isyanını ve kekik kokusunu taşıyan şair: Ahmed Arif

Ahmed Arif, 21 Nisan 1927’de Diyarbakır’da doğar. Ortaokulda iken ilk şiirlerini yazmaya başlar. İlk şiirleri 1942 yılında yayınlanır.

Kendisine göre, bir doğulu olması farklı bir şiir tarzı tutturması için önemli bir faktör olmuştur. DTCF felsefe bölümünde okuduğu yıllarda “Rüstemo”yu ve “Otuzüç Kurşun”u yazar.

O dönemde gençliğin ilerici örgütü olan Türkiye Gençler Derneği’ne üye olur. Bir süre sonra kendi çizgisini bulmuş olarak yazdığı şiirler daha yayınlanmadan elden ele dolaşmaya, devrimci gençler tarafından ezberlenmeye başlar. 1951 tevkifatında tutuklanan 184 kişi arasında Enver Gökçe’yle beraber o da vardır. Komünistlere destek olduğuna dair bir ifade imzalatmak isteyen polis, A. Arif’i Ankara’dan İstanbul’a götürüp ünlü Sansaryan Hanı’nda aylarca işkenceden geçirir. A. Arif İşkenceye boyun eğmez. Rahatsızlandığı için hastaneye kaldırılır. Daha sonra Harbiye cezaevine konulur. İki yıl hapis ve 8 ay sürgün cezasına çarptırılır. Bu zorlu süreçte yaşadığı deneyimler, şiirinin bir diğer temasını oluşturur.

Yazdığı şiirleri 1968 yılında Hasretinden Prangalar Eskittim adlı bir kitapta gün yüzüne çıkaran Ahmed Arif, bu tek kitabı ve 19 şiiriyle, başka hiç kimseye nasip olmayan bir yer edinmiştir edebiyatımızda.

Ahmed Arif, her gerçek sanatçı gibi, yalnızca çağına tanıklık etmekle kalmamış, taraf olmuş bir ozandır. Yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarından, yaşadığı topraklardaki çelişkilerden yola çıkar. Çağının gerçekliğine sıkı sıkıya bağlıdır, ama onun tutsağı olmaz. Serzenişte bulunmaz, umutsuzluğa düşmez hiçbir zaman. Varolanı değiştirmeye çağırır büyük bir inançla.

Sevdanın, isyanın, umudun en güzel şiirlerini yazdı Ahmed Arif. Yoksul Kürt emekçilerinin acılarını, umutlarını dokudu şiirinde. Şiirleri yıllar geçse de dillerden düşmeyecek.

İşçilerin, amelelerin bereketli romancısı: Orhan Kemal

Asıl adı, Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana-Ceyhan’da doğar. Ailesine katkı yapmak için Beyrut’ta işçilik yapan Orhan Kemal 1932 yılında Adana’ya döner. Adana’da işçilik yaptığı sırada tanıştığı işçilerin etkisiyle okumaya başlar.

1938 yılında askerlik yaptığı sırada Nazım Hikmet ve Maksim Gorki’nin kitaplarını okuduğu ihbarı üzerine yargılanır ve 5 yıla hüküm giyer. Orhan Kemal edebiyattaki asıl atılımını ise bir süre sonra gittiği Bursa Hapishanesi’nde Nazım’la tanıştıktan sonra yapar.

1943 yılında tahliye olan Orhan Kemal, amelelik de dahil, pek çok işte çalışır. Fakat kimliği nedeniyle uzun süre aynı işte çalıştırmazlar. Dostlarının çağrısıyla 1950 yılında İstanbul’a taşınırlar.

Fakat İstanbul’da hayat çok daha zordur. Orhan Kemal de var gücüyle roman ve öykü yazarak aile bütçesine katkı yapmaya çalışır. Bu en verimli yıllardaki çalışmasından Murtaza (1952)ve Bereketli Topraklar Üzerinde (1953) ve ardından Grev ve 72. Koğuş’ adlı romanlarını peşpeşe yayınlar. Bu arada romanları ve öyküleri devleti rahatsız etmeye başlamıştır. 1956’da Ara Sokak adlı öykü kitabı nedeniyle, mahkemede, niçin sürekli yoksulların yaşamını işlediği, bu ülkede zenginlerin yaşamını niçin yazmadığı sorulduğunda “Ben gerçekçi yazarım. En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından haberim yok” diye cevap verir. 1966’da iki arkadaşıyla beraber bu kez “hücre çalışması ve komünizm propagandası” yapmak iddiasıyla ceza alır, iki ay hapis yatar.

Bir davet üzerine gittiği Sofya’da 2 Haziran günü rahatsızlanan Orhan Kemal, 3 Haziran 1970 günü hayatını kaybeder. Cenazesi 6 Haziran’da özel bir konvoy eşliğinde Türkiye’ye getirilir.

“Saat 11:30’da cenaze arabası sınırdan içeri girer. Uzun bir araba konvoyu onu izlemektedir. Edirne’den Babaeskiye gelindiğinde, asfaltın dönemecinde bir işçi, arabaya yaklaşır. Elindeki çiçek demetini uzatır. Demetin üzerindeki bantta şunlar yazılıdır: ‘Biz işçiler, hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz” (Asım Bezirci, Orhan Kemal, Evrensel yay., 1994, s.43)

Komünist şair: Nazım Hikmet

İşçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci ozanı Nazım Hikmet’in ölümünden bu yana tam 51 yıl geçti. 3 Haziran 1963’te yaşamını yitiren Nazım Hikmet, 61 yıllık yaşamının ardından yüzlerce şiir, onlarca oyun, roman ve komünizme adanmış bir yaşam bıraktı.

Devrime ve sosyalizme sevdalı bu yürek, 61 yıllık yaşamında işçi sınıfının davasına ve sosyalizme bağlılığından dolayı baskılar, saldırılar, karalamalar, 13 yıllık tutsaklık ve en ağırı da yurdunu terk etmek zorunluluğu ile karşı karşıya kaldı. Birçok insanın ilk kez sosyalizm ile tanışmasında etkin bir rolü olan Nazım’ın şiirlerini okuyanlar, üzerlerinde taşıyanlar yargılandı, tutuklandı.

Nazım Hikmet, ülkenin emperyalist güçlerce işgal altında olduğu dönemlerde, bağımsızlık savaşına katılmak amacıyla öğretmenlik yapmak gerekçesiyle Anadolu topraklarına geçer. Burada Almanya’da okumuş ve sonrasında Türkiye’ye dönmüş, kendini Spartakistler olarak tanıtan grupla tanışır. Sosyalizm bilinci Spartakistler sayesinde bu dönemde gelişir. Bir süre sonra Marksizm’i, Leninizm’i daha iyi öğrenmek ve sosyalist inşayı yerinde görmek amacıyla Sovyetler Birliği’ne gider. Nazım, bir süre sonra devrime ve sosyalizme sevdalı bir yürek olarak ülkesine geri döner. Dışarıda verdiği mücadele, kısa süreli tutsaklık dönemi, ardından 13 yıllık cezaevi yaşantısı, ülkesinden sürgün edilmesi... Nazım tüm bu süre boyunca yüzünü işçi sınıfına döndü, devrime ve sosyalizme inancını hiçbir zaman yitirmedi, komünizmin militan bir savunucusu oldu.

Nazım işçi sınıfı ideolojisini en kararlı tarzda savunmanın ancak örgütlülükle mümkün olacağı bilinciyle davranarak 1923’te Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldu. TKP’nin yaşadığı sürece rağmen hiçbir zaman umutsuzluğa, karamsarlığa kapılmadı ve daima örgütlü mücadelenin gerekliliğini savundu. Tüm hayatı boyunca TKP’yi ve onun üyesi olduğunu büyük bir gururla söyledi. Hayatının en karanlık dönemlerini tek başına geçirdiği zindanda bile, örgütlü bir devrimci gibi davranabilmeyi bildi.