Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın meşhur “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” dizeleri bana hep şair Orhan Veli Kanık’ı çağrıştırır. Kanık’ın ömrü 36 yıl vefa etti. Ancak Kanık, sanki erken ölümünü öngörmüş gibi, Tarancı’nın “yarım ömür” dediği otuz beş yıla koca bir ömür sığdırmayı başarmıştır. Kanık’ın ölümü, dostu şair Cemal Süreya’nın dizelerindeki gibi, “her ölüm erken ölümdür”, “üstü kalsın” denebilecek türden zamansız ve talihsiz bir ölüm şeklidir.
Bu kısacık ömre birçok ürün sığdırmış, çeviriler yapmış, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte Türk Edebiyatı’nda Garip denilen akımın öncülüğünü yapmıştır. Garipciler, günlük yaşantıdaki olayları tüm sadeliğiyle yansıtmayı amaç edinen, şiirde her türlü kurala karşı çıkmış, ölçü, kafiye ve dörtlüğü bir yana itmiş, ağdalı, mecazlı, süslü, sanatlı dili kabul etmemiş, karşı çıkıp sade bir dili kullanmayı esas almıştır.
Garip Akımı’nı toplumsal gerçeklikten kaçış olarak değerlendirenler de var. Başını Nazım Hikmet’in çektiği toplumcu gerçekçi şair ve yazarlar dönemin iktidarının ağır baskısı altındadır. Hapisler, işkenceler, sürgünler peşlerini bırakmaz. Sabahattin Ali ise, katledilir. Nazım’ın yanı sıra A. Kadir, Niyazi Akıncıoğlu, Enver Gökçe, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Orhan Kemal ve daha pek çok şair ve yazarın yolu zindanlardan geçer. Garip Akımı’nın ortaya çıkışında bu ağır baskı döneminin etkili olduğu kabul edilir.
***
‘Bir garip şair’ Orhan Veli Kanık, 13 Nisan 1914 yılında orta halli bir ailenin üyesi olarak İstanbul’da dünyaya gelir. Okumaya çok hevesli olan Orhan Veli şöyle özetlemiş özgeçmişini:
“1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım. 7’sinde mektebe başladım. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 19 yaşından sonra da avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok âşık oldum. Hiç evlenmedim. Ben, Orhan Veli; “Yazık oldu Süleyman Efendiye” mısra-i meşhurunun yazarı…”
Okuma merakı, edebiyata tutkuyla sarılmasını getirmiştir. Galatasaray Lisesi, ardından İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun olan Kanık’ın edebiyatla olan bağı derinleşir. Kendisinin de belirttiği gibi küçük yaşlarda yani ilkokul sıralarından itibaren şiire ve yazı yazmaya çok heveslidir. Kanık daha beş yaşındayken bir yanık kazası yaşar. Şairin en çok yaşadığı sıkıntılar küçüklüğünden beri başını kurtaramadığı sağlık sorunları olmuştur. Bir dönem öğretmenlik ve devlet dairelerinde çeşitli memurluk görevlerinde bulunmuş ve sonrasında bu atmosferin basıncına dayanmayıp “isyan” etmeyi seçmiş ve dizelerinde belirttiği gibi kendini “mahveden” güzel havların esintisine bırakmıştır:
“Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.”
Türk edebiyatının aydınlık ve üretken siması olan Kanık Türk edebiyatının önemli iki siması olan şair-yazar Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile birlikte Garip Akımı’nın öncüsü olmuştur. Klasik şiir yerine modern şiir tarzını Türk edebiyatına kazandıran Garip Akımı’nda Kanık’ın büyük rolü olmuştur. Ağdalı anlaşılmaz ağır bir dil yerine sade halkın anlayacağı bir dili hedefleyen garipçilerin şiir tarzı kalıplar ve kafiyeler olmadan duyguları anlatıyordu. İstanbul aşığı olan Kanık, o duygularını içten ve naif bir biçimde “İstanbul’u Dinliyorum” adlı şiirinde şöyle dile getiriyor:
(...)
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.”
Kanık şiirlerinde insanların günlük yaşantısını, mücadelesini çarpıcı bir şekilde aksettirir. Sevdayı, yoksulluğu, sokaktaki bağrışmayı, koşturmayı, denizdeki balıkçıları, cıvıldayan kuşları, ağlar üzerinde uçuşan martıları dokunaklı ve incelikli şekilde bir ressam gibi belleğimize çizer.
Kanık kendi deyimiyle “ne İngiliz kıralı kadar mütevazi” ne de “Celal Bayar’ın Sadık ahır uşağı gibi aristokrat”tır.
O işçinin, emekçinin bilcümle “baldırı çıplakların” dostudur. Kendisi de yoksulluğu ve sefaleti yaşamıştır. Nitekim öldüğünde dönemin gazetelerinde çıkan haberlerde, “Orhan Veli ceketsiz öldü” deniliyordu. “Delikli Şiir”in dizeleri bu yaşantının dışavurumu gibidir:
“Cep delik, cepken delik,
Kol delik, mintan delik,
Yen delik, kaftan delik,
Kevgir misin be kardeşlik!”
Otuz altı yıla koca bir ömür sağdıracak olan Kanık; Garip, Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı gibi şiir kitapları yayınlamıştır. La Fontaine Masalları, Nasrettin Hoca Hikayeleri, Nesir Yazıları, Edebiyat Dünyamız, Fransız Şiiri Antolojisi gibi düzyazılarının yanı sıra çevirmenlik de yapan Kanık, Bir Kapı ya Açık Durmalı ya Kapalı, Barberine, Scapin’in Dolapları, Sicilyalı yahut Resimli Muhabbet, Tartuffe, Versailles Tulûatı, Üç Hikâye, Turcaret, Hamlet ve Venedikli Tüccar, Batıdan Şiirler, Antigone, Saygılı Yosma, Bütün Çeviri Şiirleri, El Kapısında gibi kitapları da Türk edebiyatına kazandırmıştır.
Şair, Ankara’da belediyenin caddede kazmış olduğu bir çukura düşer. 10 Kasım 1950’de meydana gelen bu talihsiz kazayı önemsemez ve sonrasında İstanbul’a döner. Kanık, “Birkaç gün sonra, 14 Kasım Salı günü, bir arkadaşının evinde öğle yemeği sırasında fenalaşır. Hastaneye kaldırılır. Alkol zehirlenmesi teşhisini koyan doktorlar, bu doğrultuda tedavi uygularlar. Ancak saat 20.00’da komaya giren Orhan Veli, yanlış tedavi sonucu saat 23.20’de, 36 yaşında Cerrahpaşa’da hayatını kaybeder” (fikriyat.com).
Kullandığı sade dille her daim işçi-emekçilerin ve yoksul halkın yaşantısını şiirinde eksik etmeyen Orhan Veli, sınıfsal farklılıkları da dile getiriyor. Nitekim “Kuyruklu Şiir”in de karakterize ettiği sokak kedisi ile ciğercinin kedisi aynı zamanda verili sistemin sınıfsal analizidir.
“Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.”
Yaşadığı kısa zaman dilimine birçok eser sığdıran bu “Garip Şair”i 70. ölüm yıldönümünde sevgiyle anıyoruz!
M. İmran