Yeni rejimin krizi derinleşiyor. İçeride olduğu gibi dışarıda da ciddi bir dağılma söz konusu. Karadeniz’den Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya, Doğu Akdeniz’den Batı dünyası ile ilişkilere kadar her yerde bunun izlerini görmek mümkün. Her sorun bir diğerini tetikliyor, besliyor. Büyük bir çıkmaza doğru yol alınıyor. Her iki küresel aktör birlikte memnun edilmeye çalışılsa da hem Rusya hem de ABD ile ciddi krizler yaşanıyor.
Ülkeyi maceradan maceraya koşturan Saray rejimi egemen güçler arasında bir denge tutturmaya çalışsa da bir bağımlılıktan diğerine koşturuyor. Aylardır beklenen Biden görüşmesi gerçekleşse de istenilen elde edilebilmiş değil. İçerideki sıkışmışlığı bir süreliğine de olsa aşmak, kronikleşen sorunların üstünü örtmek için yeni sınır ötesi askeri operasyonlar peşinde koşan iktidarın yanlış dış politikasının ülkeye faturası katlanıyor.
Yuvarlak Masa Tartışmaları’nda bugün AKP’nin dış politika açmazlarını sonuçlarını ele aldık. Prof. Dr. İlhan Uzgel, Dış Politika Uzmanları Soli Özel ve Ceyda Karan ile genel bir dış politik fotoğraf çekmeye çalıştık.
Dünyanın nereye doğru gittiğini okuyamıyorlar
Genel tabloya bakarsak dağılan dış politikaya dair nasıl bir okuma yapmak gerekiyor?
Soli Özel: Dış politika konusunda da galiba ekonomide olduğu gibi yöneticilerin kendilerine kurmuş olduğu bir dünya var. O dünyaya giriş yapamayacak olan hiçbir veri kabul edilmiyor. Onlar ayrı bir dünyada yaşıyorlar biz ayrı bir dünyada yaşıyoruz. Bu işin galiba bir tarafı. İkinci tarafı da bana göre şu, bizi yönetenler özellikle Biden’ın seçilmesi sonrası dünyanın hangi yöne doğru gittiğini okuyamıyorlar. Türkiye’nin yeni dengelerdeki konumunun ne olması gerektiği konusunda yeni bir şeyler düşünmekten acizler. Bunun bir sonucu olarak da Rusya’yla çok eşitsiz bir ilişki kurmak pahasına sürdürdükleri ABD ile Rusya’yı birbirine kırdırma politikası sürdüremeyeceklerinin farkında değiller. Diplomasi denen mesleğin birtakım inceliklerine birtakım özelliklerine uluslararası ilişkilerde istediğini elde etmek için başvuracakları araçlara inanmak veya bunları kullanmak konusunda inanılması güç gelen bir derbederlik ve umursamazlık içindeler. Dolayısıyla Türkiye’nin gerçekçi olarak kendisini çevreleyen bölgelerle, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği ile ilişkilerine yönelik olarak bir stratejik bakış açısı ile hareket ettiğini görmekte zorlanıyorum. Geçtiğimiz her dönemde hemen her yaptığı yanında kar kalmış olan ve kendi vazgeçilmezliğini ilan etmiş bu ülkenin yöneticileri şu anda ki durumu doğru okumadıkları için herkesle kavga ederek ya da herkese çiçek dağıtarak kendi yollarında gidebileceklerini düşünüyorlar. Bunun sonuçlarını görüyoruz.
Denge oyununun sonuna doğru
Ceyda Karan: Ben açıkçası giderek bir sıkışmışlık halinin patlamasını görüyorum. Zaten bugüne kadar sürdürülebilirliği de tartışmalı idi. Ama bir şekilde bu politika sürdürüldü. Son yıllarda Rusya-Amerika arasında dengeye oynandı. Uçak krizinden itibaren iktidar kaçabileceği yolları geliştirdi. Emperyalist dünyanın Türkiye’ye göre olan ihtiyaçlarıyla da alakalı bir biçimde küresel dengelerden de faydalanmasını bildi iktidar. Biden yönetimine Obama’dan farklı bakmak gerekir. AKP iktidarının Batı ile ilişkilerindeki sarsılma Biden yönetiminin başa gelmesiyle daha da görünür oldu. Onun öncesinde de krizler vardı. Hatırlayalım, ABD büyükelçisi John Bass’ın gönderilişi, rahip Branson vakası vs… Biden yönetimi başa geldiğinden beri bozulan ilişkileri herkes dikkat çekici bir biçimde S-400’lere bağlıyor. Açıkçası ben S-400 krizini biraz daha hafifseyenlerdenim. ABD’nin hala Türkiye’ye duyduğu birtakım ihtiyaçlar olduğunu düşündüğüm için. Ama yetmedi tabi. Biden yönetimi ile Erdoğan çok yakın durma arzunda oldu on ay boyunca. Çok kısa bir görüşmesi oldu NATO zirvesi sırasında o da iktidarın dişinin kovuğunu yeterince doldurmadı. Amerika’ya yüzü dönük şekilde Rusya’yı araçsallaştırmaya çalışırken Rusya yönetimi Türkiye’yi araçsallaştırdı. Erdoğan yönetiminin Rusya’yı araçsallaştırarak ABD’ye kendini kabul ettirme girişimleri sonuçsuz kaldı. Bunun sıkıntısı NATO zirvesindeki kısa görüşmeden itibaren baktığımızda gitgide büyüdü. Dengeleri tutturma siyaseti Erdoğan yönetimini zorlayan bir neticeye neden oluyor. Amerika ve Rusya dengesini stratejik bir akılla yürütemediklerinden bunun da bir sonu var Ankara için. O sona doğru yaklaştığımızı düşünüyorum açıkçası. Bu nereden patlayacak, bu biraz da Türkiye’nin iç siyasetteki dinamikleri de ile alakalı. Daha ziyade olması gereken bir süreç bu. Dış politikayı iktidar, içerideki varoluşunu meşrulaştırmak aracı olarak kullanıyor. Velhasıl başa dönersek sıkışmışlığın düzeyinin giderek artmakta olduğunu düşünüyorum. Tabi ki bu her şey bitti tüketildi anlamında değil ama çok zor olacak Erdoğan yönetimi için 4 yllık Biden dönemi.
Paradigma değişti, AKP ıskartaya çıktı
İlhan Uzgel: Yapısal unsurlara baktığımızda, doğrusunu isterseniz Türkiye’nin çok da Batı sisteminin dışına çıktığını düşünmüyorum. Türkiye Batı sisteminin içinde hep. Türkiye, AKP öncesi dönem ile karşılaştığında Batı’dan o kadar uzak bir ülke değil. En rahatsız edici eylem S-400 satın almaktı. İsrail ile ilişkiler çabuk telafi edildi. Doğu Akdeniz’de de biraz Avrasyacıların yörüngesine giriyor gibi yaptı, çabuk çıktı. Dolayısıyla baktığımızda Afrika’da Türkiye ABD ile ortak hareket ediyor. Libya’da gayet rahat tolere edildi. Suriye’nin batısında Türkiye’ye alan açıldı. İdlib’de ABD Türkiye’nin de gizli ortağı, beraber hareket ediyorlar. Barış Pınarı harekâtı biraz sıkıntı yaratmıştı. Evet Putin ile bir flört var ama bölge ülkeleri arasında Moskova ile iyi ilişki kurmayan yok. Katar, Suudi Arabistan, İsrail, BAE hepsinin Rusya ve Çin ile yakın ilişkileri var neredeyse. Hatta Mısır, Mısır savaş uçağı aldı Rusya’dan. Füze pazarlığı yapmaya başladı. O yüzden sanki bir tek Türkiye bir dengeleyici arıyormuş gibi algılanıyor. Dolayısıyla bu dünya sisteminde geldiğimiz noktaya dair bir gelişme aslında. AKP buna uymak istedi ama NATO sistemi içinde olduğu için AKP hükümetine daha fazla eleştiri geldi. Türkiye’ye dair şuradan çıkıyor. Erdoğan yönetimi 2000’lerin bir ürünüydü. Çok geniş bir ittifakın ürünü olarak çıktı ortaya; Bir tarafta Amerika bir tarafta Avrupa Birliği, Körfez sermayesi, içerde liberaller, büyük sermaye, TÜSİAD ve Anadolu sermayesi hepsi destek verdi. Bu kadar geniş bir konsansüs üzerine oturan iktidar olmadı Türkiye tarihinde neredeyse. Dolayısıyla o dönemin çok özel koşulları içerisinde çıkmıştı. Bana sorarsanız Trump yönetimi, Erdoğan iktidarının ömrünü uzattı, öyle bir dört yıl bir ara girdi. Amerikan iç siyasetine ve dış siyasetine göre olmayacak şeyler oldu. Kapanışını da hep beraber izledik. O da bitti. Dolayısıyla da bence Erdoğan yönetimi de bu sıkıntının farkında. Gayet iyi biliyorlar. Trump’ın yeniden seçilmesi için çok dua ettiler. Başta Diyanet İşleri Başkanı başta olmak üzere Trump duasına da çıkmış olabilirler ama olmadı. Şöyle söyleyeyim. Biden ile Amerika’da paradigma ve dış politika anlayışı değişti ve benim analizim bu konuda bu yeni dönem için Erdoğan, Biden yönetimi neyi temsil ediyorsa o da antitezi oluşturuyor. O yüzden de bu sıkışıklığın nedenlerinden bir tanesi kendi ‘akılsızlıkları’… Kimler akıl veriyor bilmiyorum ama duvardan duvara vurarak ilerlemesini görüyoruz dış politikada. İç ve dış koşullar nedeniyle sıkışmış durumdalar. Onun getirdiği panik ve endişe içinde de bence çok fazla hata yapmaya başladılar.
AKP’nin hesabı yine tutmadı
Cumhuriyetin 100’üncü yılına doğru giderken Kemalizm ile hesaplaşmanın bir aracına dönüştürülen dış politikadaki paradigma değişikliğinin faturası ağır oldu.
Soli Özel: Bugün izlenen dış politikayı yok onun alternatifi yok bunun antitezi diye taçlandırmak saçma geliyor. Türkiye’nin ne kadar Amerikan sistem içerisinde olduğunu görüyoruz. Yoksa Biden ile ille de görüşeceğim diye bu kadar uğraşılmaz. Yalnız en basitinden şuna bakalım. Amerikan sistem içerisindesin Ukrayna’ya insansız hava araçları satıyorsun. Ukrayna gidiyor bununla Donbass’daki Rusya’nın müttefiklerini bombalıyor. Karadeniz’de Amerika ile iş birliği yapıyorsun. NATO’da hiç olmadığım kadar aktifsin. Ondan sonra Rusya’yı kullanarak ona buna kafa tutmaya kalkıyorsun. Bir de çok şartmış gibi Kırım’daki seçimi biz tanımayız gibi neye hizmet eden belli olmayan çıkışlar yapıyorsun. Açıkçası bu çıkışlar senin gücünü falan göstermiyor. Havada asılı kaldığı için bütün bunlar aslında senin zayıflığını gösteriyor, bu nedenle Türkiye ciddiye alınmaz, fakat bir çılgınlık yaptığı zaman herkese zarar verebilecek bir ülke kategorisinde. Rusya’nın tercihleri Türkiye’ye zarar vermek üzere şekillendiği takdirde bundan çok büyük bir hasar göreceğimizde çok ortada. Özellikle Suriye’de… Tabi bütün bunlarla beraber Amerika ile Rusya ile iyi geçinerek Amerikan sistem içerisinde bulunabilirsin. Sadece sen değil, herkes bunu yapıyor. Çevre ülkeler de Almanya da, Fransa da yapıyor bunu. Bir tek Doğu Avrupa’dakilerin tarihsel nedenlerden dolayı daha fazla, ki buna Macaristan dahil değil, ABD’ye yanaşmış durumda. Ama Türkiye’nin yaptıklarının mantığı nedir?
İlhan Uzgel: Kemalizmle hesaplaşma 2010’lara dair bir tartışmaydı. O aşamalardan geçtik. O zamanlar yeni Osmanlıcı dönemiydi. Şu an milliyetçi Avrasyacı biz çizgi var. MHP ve Doğu Perinçek ile ittifak yapan iktidardan söz ediyoruz. Dolayısıyla 2013’te denendi ve çöktü o hikâye… Bana sorsalar Türkiye’nin dış politikasının ana ekseni nedir diye? Böyle bir ekseni nasıl kavramsallaştırız? Yanıtı zor verilir. Ahmet Davutoğlu’nun bile bir kavramı vardı; Yeni Osmanlıcılık. Şimdi öyle bir şey de yok. Konuşunca Erdoğan’ı taklit etmeye çalışan bir Dışişleri Bakanı var. Ne dış politikanın ekseni var ne de kendileri bunu kavramsallaştırabiliyor ne de bizim bunu kavramsallaştıracağımız bir çizgisi var.
Ceyda Karan: İktidarın ideolojik olarak Kemalizm ile hesaplaşma meselesinin dış politikada da geçerli olduğunu düşünüyorum. Yeni Osmanlıcılık ve politik İslamcılık diye dayattıkları şeyi gördük. Batı sisteminin dışında kalma olasılıkları yok. Ama bunların batı sistemi içerisinde kalış biçimleri bizim geleneksel Türkiye’den anlayabileceğimiz bir şey değil. Emperyalizmden mütemadiyen bir ihale almaya çalışan Erdoğan politikası izliyoruz. TSK’yı bu politik yönelimleri doğrultusunda aygıt haline getirdiler. Suriye’ye topraklarına kaymak, Suriye Milli Ordusu kurdurmak adeta Amerikalılar gibi başka yerlerdeki rejimleri biçimlendirmeye çalışmak, “buralar bizden sorulur, buralar bize aitti” vb argümanlar ideolojik takıntılar ile alakalı. Her seferinde de işe yaramıyor. Kemalizmin antitezi olmaya ve bu haliyle de kendilerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu haliyle Batı emperyalizmi Türkiye’yi böyle çat diye harcayamaz. Ortada vazgeçilemeyecek çıkarlar söz konusu. Bir ideolojiler var ama ama kabul ettiremiyorlar. Sonra da dönüp dünya beşten büyüktür diye son derece romantik yani soldan bakan insanların bile bıyık altından ancak gülebileceği işte acayip Putin’in düzeltmesine maruz kalan bir tablo ortaya çıkardılar. Bu ideolojik zemini çünkü içeride bir tüketim alanı buluyor. Eski Kemalist ya da ulusalcı diyebileceğim insanlar Libya’dan heyecan duyabiliyorlar mesela ya da Suriye’nin kuzeyinden. Erdoğan kardeşim bak münhasır ekonomik bölge oraya gitmezsek kaybederiz diyerek kendince pragmatik biçimde o ideolojik zehri zerk edebiliyor.
Militaristleşen dış politikanın faturası ağır
Bugün militaristleşen bir dış politikadan bahsediyoruz. Libya’dan Karabağ’a, Irak’tan Suriye ve Doğu Akdeniz’e, Karadeniz’den Kuzey Afrika’ya her tarafta bunun pratiklerini görüyoruz. Ukrayna’da SİHA krizi ve Suriye’ye yönelik yeni bir operasyon tartışmaları eşliğinde bu “militer” dış politikayı nasıl değerlendirmek lazım?
Türkiye’de her zaman bir yayılmacı damar var
Soli Özel: Bu Cumhuriyetin Ortadoğu’ya sırtını döndüğü hikâyesi bunların kendi kendilerine kurdukları, inandıkları ve herkesi de inandırdıkları bir şey. Ama öyle değil tabi ki. 1930’lara, 50’lerde cumhuriyetin ilk dönemlerinde Ortadoğu’ya dibine kadar müdahil olmaya çalışan bir ülke vardı. İşte Bağdat Paktı’nın kuruluşuna heyecan ile kalkışan Suriye’de neredeyse bir savaşa gidecek olan, 1958’de Irak’ta darbe olduğunda Irak’a müdahale etmek isteyip her ikisinde de Amerika tarafından engellenen bir ülkeden bahsediyoruz. Bu mu yani sırtını Ortadoğu’ya dönmüş olan Türkiye? Sırtını Ortadoğu’ya dönmekle Ortadoğu’da Araplar arası bir şeylere meselelere karışmamak bunlar birbirinden farklı. Militer dış politika geçen iki yılda uygulandı. Bundan geri adım atılıyor. Libya da ne oldu? Bugünkü gelişmelere baktığımız zaman hala bir etkisi falan belki de var ama kontrolden çıkmış gibi görünüyor. Suriye’ye gelince bugün operasyonlarda Rusya’nın iznini almak gerekiyor çünkü hava sahası Rusya’nın kontrolünde. O zaman da nerde bağımsız dış politika filan ben bunu anlayamıyorum. Kafkaslar’da aslında Batı’nın ya da Rusya’nın, ya işine gelen ya da uğraşmak istemedikleri bir kilidi açtı Türkiye ve ben o yüzden Ermenistan ile ilişkileri normalleştirme çabalarını o yapılmış olan askeri hamlenin doğal bir diplomatik uzantısı olarak görme eğilimindeyim. Bugün artık Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de de gördük bu militer politikaları daha fazla sürdürebilmesi mümkün değil. Militer politika uygulayacağız diye ortaya çıktı ama Amerika’sı Avrupa’sı seni bir şekilde dizginlemeye çalıştı. Bunun sonuçlarını da görüyoruz.
Hangi akla hizmet bir takım politikaların izlendiğine, diplomasiye neden yer verilmediğine başka ülkeler ile ilişkilerini düzeltmek için niye düzgün bir çaba gösterilmediğini cidden anlayamıyorum. Bunun en üzücü sonucu, Türkiye’nin hafife alınan bir ülke haline gelmesidir. Dış politikada yaşanan fiyaskolarda İslamcıların ergenlik hayallerini, özellikle Arap Baharı’ndan sonra çok önemli bir rol oynadığı doğru, fakat dış politikada ideolojik bir boyut olması ya da ideolojiye göre dış politika sürdürüyor olmasının da bir adabı olması gerekir. Bu diplomatik ya da siyasi olarak işleri doğru düzgün yürütmeyeceğin anlamına gelmez. Türkiye’de her zaman bir yayılmacı damar var. Türk dış politikasında cumhuriyetçi paradigma ile emperyal paradigmada aslında iki damar olarak hep var olageldi. Emperyal damar asla ölmedi, başını çıkarttığı dönemler oldu, 1950’lerde, Özal döneminde ve şimdi olduğu gibi. Unutmayın bu ülkede her zaman “Musul niye verildi?” diye soranlar var, Süleyman Demirel’in Meclis’te söylediği sözler unutulmamalı. Çok insan ağladı Musul verildi diye! Suriye konusunda duyulan heyecan ortada.
Yayılmacı istek her tarafta görülüyor
İlhan Uzgel: Ağır bir militarizasyon yaşandı Türk dış politikasında. Askeri araçları kullanmak, yani doğrudan kuvvet kullanmak ciddi bir olay ve bu coğrafyada bunu yapan çok az ülke var. Doğrudan hibrit savaş tekniğini geliştiren Türkiye var. Yalnızca askeri güce sahip değil aynı zamanda askeri güç kullanma iradesine de sahip olduğunu Türkiye çok somut bir şekilde gösterdi. Yani orta büyüklükte bir ülke ama askeri gücünü her şeye rağmen tahkim etti. Silahlı kuvvetlerde yaptığı onca tasfiyeye rağmen bu coğrafya için arta kalan hala yetiyor. Neden yetiyor, birincisi çünkü bir kurumsallığı var. İkincisi kuvvet kullandığı muhatapları yani IŞİD, PKK ve PYD hepsi devlet altı aktörler. Hepsinde Türkiye’nin hava üstünlüğü var. Dolayısıyla bu konuda eli korkak değil Türkiye’nin ve hedeflerine şimdiye kadar ulaşabildi. Bu şeydi Türkiye’nin cumhuriyet tarihinde gördüğü en yüksek en kapsamalı militarizasyon dönemiydi. Bölge ülkelerinde bir zayıflama ve dağılma varken; Irak, Suriye, Libya kısmen Katar, Somali bu durum kullanılmaya çalışıldı. Buralarda sınır ötesinde askeri varlık bulundurularak kalıcı bir konum sağlanmak istendi. Burada sadece AKP’den değil İslamcı-milliyetçi koalisyondan söz ediyorum. Burada bir “devlet aklı” da devreye girdi, bu da AKP’nin işine geldi. Bu durumu iç politikada bir başarıya tedavül etmeye çalıştı. Amerika da Avrupa Birliği de göz yumdu buna. Dünyanın ilk SİHA savaşını Türkiye Libya’da yürüttü galiba. Libya’da bu yayılma bitti artık. Bundan sonra Doğu Akdeniz boyutu var. Askeri gücü gerektirdiği için biraz burada ilerleyebildi Türkiye. Karabağ’dan başlayıp, Irak’ın kuzeyine çok yerleşti, 20 civarında üssü var. Hatta öyle bir oldu ki yani Hulusi Akar, neredeyse Doğu’da bir kışlayı ziyaret eder gibi oraya gitmeye başlayınca tepki gösterdi Bağdat, “Burası bizim ülkemiz” diye. Türkiye’nin uzantısı olarak algılanmaya başlandı Irak’ın kuzeyi. Suriye’nin kuzeyi, Kıbrıs’ın kuzeyi, Doğu Akdeniz ve Libya her tarafı kontrol etme istediği var.
Suriye’nin ardından yeni saha Karadeniz
Ceyda Karan: Militaristleşen politikaları pek çok noktada görmek mümkün. Ancak iktidarın Suriye’de gidebileceği daha fazla yer yok artık. Yeni saha Karadeniz olabilir mesela. Ama orda da Amerikalılar gerçekten çok stratejik hamleler yaptılar, Dedeağaç meselesi ile. Balkanlar’da, Yunanistan’ın Körfez hattı ve Mısır üzerinden kurduğu ile Mısır üzerinden kurduğu ilişkiler hepsi aslında çok stratejik hamleler. Türkiye bunların hepsini ıskaladı. ABD’nin Akdeniz, Avrupa ve Rusya’yı çevreleme bağlamında ne yapacaklarına da henüz karar verdikleri kanaatinde değilim. Bütün bunların göbeğinde yer alıyor Türkiye ve hiçbirini okuyamadılar. Hala İhvancılık ve ideolojik zemin üzerinden yüzlerine gözlerine bulaştırarak, bir takım süslü laflar ile dünya beşten küçüktür, büyüktür bilmem ne gidiyorlar. İhvancı akıl Türkiye’yi zora sokuyor. Şimdi, Suriye’de sınırda 30 kilometre alma peşinde bir iktidar var. Bu iktidarın, Amerika Birleşik Devletleri’ne yaranma çabalarını çeşitli zeminlerde görüyoruz. Ama bir sonuç vermiyor artık ve tek bir yer kaldı karşılığını alacağı. Orası da Karadeniz olabilir. Ama Karadeniz’de bile Amerika’nın dayanakları var açıkçası yani ne kadar o Karadeniz’in büyüsü, Kanal İstanbul ve Montrö ile süslenirse ne olur, ondan emin olamıyorum. Dağlık Karabağ’da hakikaten Rusya’nın istediği çerçevenin dışına çıkıldığının ben kanaatinde değilim. Kilidi Rusya zaten açamaz durumdaydı, geçmiş tarihsel bağları bağlamında, Türkiye açılmasına yardımcı olmuş oldu. Yani unutmamak gerekiyor ve o çizilen çizginin dışına çok da fazla çıkmış olduğu kanaatinde değilim.
Krizler silsilesi
Suriye
Siyasal İslamcı AKP iktidarının izlediği Suriye politikası en büyük kriz başlıklarından. Suriye’ye yönelik politika sadece Şam ve bölge ülkeleriyle değil küresel egemen güçler olan Rusya ve ABD ile de büyük kriz nedini. Her iki ülkeyle bazı konularda birlikte hareket edilse de pek çok konuda da ayrışma yaşanıyor.
Irak
Bir başka önemli kriz arteri de komşu Irak. AKP iktidarının Kuzey Irak politikası Bağdat yönetimi ile gerilime yol açarken sık sık Washington ve Moskova ile de karşa karşıya geliniyor. Türkiye’nin halihazırda Kuzey Irak’ta onlarca askeri üssü var. Başika’daki TSK askeri üssünde binlerce asker konuşlu.
YPG/SDG
Türkiye’nin Suriye politikası konusunda ABD ile en çok ayrıştığı konu YPG/SDG’nin Washington tarafından silahlandırılması Ankara’nın tepkisine neden oluyor. Ankara her fırsatta en üst düzeyde Beyaz Saray’ın bu stratejiden vazgeçmeye davet etse de istediği sonucu alamadı.
Doğu Akdeniz
Doğu Akdeniz enerji paylaşım mücadelesi de büyük bir kriz nedeni. Türkiye’ye karşı İsrail, Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs’tan oluşan ittifak Batı’nın da desteğiyle her geçen gün yeni adımlar atıyor. Türkiye’nin bu hamlelere karşı ilan ettiği "Mavi vatan" doktrini ve Libya ile imzalanan anlaşma kriz yaratıyor.
Libya
Kaddafi’nin NATO müdahalesiyle devrilmesinin ardından iç savaşa sürüklenen Libya’da da Türkiye yalnızları oynuyor. Ankara, Trablus’taki hükümeti desteklerken Tobruk merkezli Hafter güçlerinin kontrolünde olan Temsilciler Meclisi ise Mısır, ABD, BAE, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya’dan destek buluyor.
S-400
Türkiye ile ABD ve NATO arasındaki en önemli sorunların başında ise Rusya’dan alınan S-400 füzeleri var. Türkiye ve ABD ilişkilerinde gerginliğe yol açan S-400 krizine ara bir formül bulunmaya çalışılsa da Washington geri adım atmıyor. ABD Ankara’yı cezalandırmak için yaptırımlar uyguluyor.
Sarraf / Halkbank
Türkiye’deki 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarının kilit ismi Rıza Sarraf’ın ABD’de tutuklanması Türk-Amerikan ilişkilerinde bir başka sorun başlığı. Sarraf’a yönelik soruşturma Halkbank’a kadar uzandı. Bankanın Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla uzun süre ABD’de tutuklu kaldı.
Ukrayna
Türkiye’nin Ukrayna’ya İHA/SİHA satması Rusya ile büyük bir krize neden oluyor. Ukrayna’nın, Türkiye’den aldığı SİHA’ları Donbass’ta kullanması, Ankara-Moskova hattındaki gerilime yeni halka ekledi. Rusya, Türkiye’yi Batı’ya itmemek için temkinli davransa da her fırsatta uyarıyor.
NATO
NATO’nun saldırgan ve yayılmacı politikasına neferlik yapan Türkiye bu konuda da Rusya ile karşı karşıya. Moskova, ABD liderliğindeki NATO’nun kendi sınırlarına dayanmasına şiddetle karşı. Bunu bir savaş ilanı olarak kabul ediyor. NATO’nun önemli aktörlerinden Türkiye ise ABD ile birlikte bu krizde.
Kırım
Ankara Kırım konusunda da Moskova ile kriz yaşıyor. Rusya’nın Kırım’ı kendisine bağlamasını kabul etmiyor. Son olarak Kırım’daki seçimi tanımayacağını açıklayan Ankara’ya Kremlin tepki göstermişti. Kremlin "Türkiye, Rusya’nın Kırım’daki pozisyonunun doğru ve haklı olduğunu er ya da geç anlayacaktır" dedi.
F-35 uçakları
Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmazlıklarda ana konulardan birini F-35 Taarruz Uçağı Programı oluşturuyor. 1995 yılından beri F-35 program ortağı olan Türkiye, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın aldığı için yaşanan kriz sonrası 23 Eylül’de ortak mutabakat zaptından resmin çıkartıldı.
Avrupa Birliği
Avrupa Birliği ile üyelik müzakereleri konusunda yaşanıyor. AB’den üyelik için yeşil ışık alamayan Ankara ile Brüksel arasında son dönemlerde ipler kopma noktasına geldi. Avrupa Birliği ülkelerinden ve AB kuruluşlarından Ankara’ya yönelik gelen insan hakları eleştirilerine iktidar sert tepkiler gösteriyor.
***
Hata yapılıyor
Geçtiğimiz her dönemde hemen her yaptığı yanında kar kalmış olan ve kendi vazgeçilmezliğini ilan etmiş bu ülkenin yöneticileri şu anda ki durumu doğru okumadıkları için herkesle kavga ederek ya da herkese çiçek dağıtarak kendi yollarında gidebilceklerini düşünüyorlar. Bunun sonuçlarını görüyoruz.
Miadı doldu
Erdoğan 2000’lerin ürünüydü. Çok geniş bir ittifakın ürünü olarak çıktı ortaya; Bir tarafta Amerika bir tarafta AB, Körfez sermayesi, içerde liberaller, büyük sermaye, TÜSİAD ve Anadolu sermayesi hepsi destek verdi. O dönemin çok özel koşulları içerisinde çıkan AKP artık günün ihtiyaçlarını karşılamıyor.
İbrahim Varlı - BirGün / 02.11.21