AKP-MHP koalisyonunun ekonomik krizin de etkisiyle ciddi bir düşüşe geçtiği artık gizlenemeyen bir gerçek olarak orta yerde duruyor. Yine de “bir umut, belki gizleyebiliriz” telaşıyla yalan, tehdit ve entrikaların ardı arkası kesilmiyor.
AKP şefi Erdoğan, “Amerika’nın halini görüyorsunuz değil mi, İngiltere’nin halini görüyorsunuz değil mi. Benzin yok benzin. Aynı şekilde Almanya’da kuyruklar, Fransa’da kuyruklar. Yiyeceklerini bulamıyorlar. Elhamdülillah Türkiye’de böyle bir sorun yok” diyor. Anlaşılan o ki Erdoğan, Hitlerin Propaganda Bakanı Paul Joseph Göbbels’e ait “Söylediğiniz yalan ne kadar büyükse o kadar etkili olur ve insanlar o yalana daha kolay inanır” sözünü, temel düsturuna dönüştürmüş. Ve neredeyse her konuşmasında, Göbbels’in ruhuna Fatiha okurcasına “yalan öyle değil böyle söylenir” minvalinde savurup duruyor.
Aslında AKP şefi, Göbbels’in sıkı bir öğrencisi olduğunu başka tutumlarıyla da yansıtıyor. Örneğin Göbbels, “Asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin” demiş. Erdoğan “haşa” bugüne kadar rakiplerinden herhangi birinin bir üstünlüğü kabul edip öyle bir ‘günah’ işlemedi.
Aynı Göbbels, “Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın” da demiş. Ne tesadüf, Erdoğan’ın iki sözünden biri “Bay Kemal”. Hani Türkiye’de kötü giden her şeyin sorumlusu olan “Bay Kemal”!
Çakma diplomalı AKP şefi, “Tüm bunlara bir de Hitler’in yaptığı gibi korku imparatorluğu ekledim mi tam olur” diye düşünüyor ki, dolu dizgin bir zorbalık hüküm sürüyor Türkiye’de.
Bütün yalanlara, entrikalara, korku imparatorluğuna rağmen, seçimle iktidarını korumayacağını anlayan Erdoğan, zorla da olsa iktidarda kalmanın yollarını arıyor canhıraş bir şekilde. Son haftalarda yapılan kamuoyu araştırmaları ve anketlerde iktidarın iyice düşüşe geçtiği görülüyor. Siyaset cephesinde Türkiye’de bir “iktidar değişikliği umudunu” artıran gelişmeler, Erdoğan’ın korkularını artırıyor ve daha da hırçınlaşmasına yol açıyor. Bu ruh haliyle sık sık şirazeyi kaybediyor. Örneğin muhalefet partilerini, “Ülke yönetimine talip olmaktan vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını hatırlatmak istiyoruz” diyerek, alenen tehdit edebiliyor.
“Ekonomiden ben sorumluyum” deyip pembe tablolar çizen Erdoğan Türkiye’sinde geçinebilmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Ekmek tam anlamıyla “aslanın ağzında”. Dışa bağımlı ekonomi ve döviz dalgalanmaları, işçi ve emekçilerin eline geçen üç kuruşun her geçen gün daha da değersizleşmesine neden oluyor. Ekim 2021’de Türk Lirası en çok değer kaybeden para birimi olarak birinci sıraya yerleşti.
Bir süre önce resmi enflasyon yüzde 19,58 olarak açıklandı. Oysa çarşı-pazardaki, market raflarındaki gerçeklik, Erdoğan ve bürokratlarının açıkladıklarından oldukça farklı. Bir yıl içinde yumurta yüzde 70, tavuk yüzde 69, ayçiçeği yağı yüzde 58, mercimek yüzde 52 zamlandı. Saray aparatı TÜİK’in iddia ettiği yüzde 19,58’lik enflasyonu, bağımsız akademisyenlerin yaptığı enflasyon hesaplaması da yalanlıyor. ENAG adlı grubun açıkladığı ağustos ayı enflasyonu yüzde 44,7.
İnsanlar artık ev, araba, yeni iş kurmak için değil, geçinebilmek için bankalara borçlanıyorlar. Bankalardan kredi çekenlerin yüzde 75’ini ücretli çalışanlar oluşturuyor. Vadesi gelen krediler ek borçlanmalarla kapatılmaya çalışılıyor. 82 milyonluk nüfusun 34,4 milyonunun ya tüketici kredisi ya da kredi kartı borcu var. Borcunu ödeyemediği için hakkında yasal takibat başlatılanların sayısı yüzde 82 arttı.
Geçtiğimiz günlerde bir süpermarket zincirinin “18 ay taksitle market kredisi. Hemen başvurun” ilanını da gördü bu ülke. Sadece bankalara değil, bakkala, markete ve hatta berbere bile borçlanıyor insanlar.
Vatandaşlara “Tasarruf için porsiyonlarınızı küçültün” diyen sarayın günlük harcamaları 7 milyon TL’nin üzerinde. İşçi, emekçi ve dar gelirlilerin sofrasındaki lokmalar her geçen gün azalırken, sarayın mutfak harcamaları bir yılda yüzde 64 artış gösterdi.
Erdoğan işçi ve emekçilerin vergileriyle yaptırdığı kaçak sarayında sefa sürerken, kiralar bir yıl içinde yüzde 70 ile yüzde 300 arasında arttı. Bu nedenle kalacak yer ve yurt bulamayan üniversite öğrencileri parklarda, öğrenci olarak uyuyup “terörist” kalkıyorlar.
Sorunlarına dikkat çekmeye çalışan üniversite öğrencilerini “yalancı, terörist” diye yaftalayan Erdoğan, aynı günlerde New York’ta 291 milyon dolara mal olan “Türk Evi”nin açılışını yaptı. Beraberinde, orada iki saat kullanabilmek için 300 bin dolar harcayarak Türkiye’den askeri uçakla ABD’ye iki tane Mercedes marka makam aracı götürmeyi de ihmal etmedi. “İtibardan tasarruf olmaz” dediği bu olsa gerek.
“Beşli çete” diye tabir edilen müteahhitlere oluk oluk akıtılan bütçe gelirleri, kepçe kepçe özel hesaplara aktarılarak, tekrardan Erdoğan hanedanlığının hizmetine sunuluyor nasıl olsa. “Pandora Papers”da anılan, Deutsche Welle Türkçe’nin de yayınladığı belgelere göre, Erdoğan’ın kaçak sarayının müteahhidi Rönesans Holding, sarayın inşaatının devam ettiği tarihlerde, vergi cenneti olarak bilinen Britanya Virjin adalarından birine 210 milyon dolar aktarmış. Off-Shore hesabına aktarılan bu paranın 105 milyonu kısa bir süre içinde “bağış” adı altında ‘bilinmeyen’ bir hesaba aktarılmış. Sözü geçen “bağış”ın neden Türkiye üzerinden değil de Virjin Adaları’ndaki bir hesap üzerinden yapıldığını ve merak edilen bağışın alıcısını ‘bilen’ yok.
İşçi ve emekçi kitleler öğütlenip ayağa kalkmadıkça, bu mafyatik iktidardan hesap sormadıkça bilinen ve bilinmeyen bu hırsızlıkların, yalan imparatorluğunun ve zorbalığın sonu gelmeyecektir.