Sermaye düzeninde “insan hakları”

Bugünün Türkiye’sine baktığımızda da insan merkezli değil, para merkezli bir düzen olduğunu görüyoruz. Böyle bir düzende adalet de mülkün temelidir. İnsan haklarının kısıtlı olduğu bir hukuk sistemi var ve bu, sınırlı düzey içerisinde bile işletilmiyor. İnsanlık dışı bir düzenden insan hakları merkezli bir adalet de ortaya çıkmıyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 10 Aralık 2019
  • 09:47

Türkiye’de, 2019 Ekim’inde 155, 2019’un ilk 10 ayında 1.477 iş cinayeti gerçekleşti. 2018 yılının toplamında 440, 2019’un ilk 10 ayında 299 kadın cinayeti işlendi.

Hayatlarını ekonomik olarak idame ettiremeyen ailelerin siyanürle intiharı vakaları yaşandı peş peşe. KHK ile ihraç edildiği için başka herhangi bir işe giremeyen, iş kurmasına izin verilmeyen, ataması yapılmayan, girdiği işyerindeki baskıya dayanamayıp intihar eden öğretmenler ülkesiyiz.

Türkiye’de yaşanan hak ihlali örnekleri saymakla bitmez. Sadece ölüm ile sonuçlananlara değil, genele baktığımızda korkunç bir manzara çıkıyor karşımıza. Gazeteciler tutsak ediliyor, muhalif siyasetçilerin, devrimcilerin özgür yaşamları ellerinden alınıyor. İnsanca yaşayabilme kriteri üzerinden değerlendirdiğimizde, bir avuç zengini ve saray ahalisini dışta bırakırsak, herkesin yoksun ve yoksullukla baş etmeye çalıştığını görüyoruz. Oysa bir insanın en temel hakkı yaşama hakkıdır. Ve yine yaşamlarını devam ettirmek için gerekli ihtiyaçları (gıda, barınma vb. gibi) gidermek tüm insanların doğal hakkıdır.

İnsan hakları, yakın dönemin kazanılmış hakları gibi görülse de aslında insanlık tarihine denktir. İnsan hakları, doğal hukukun kriterleri olan, insan olmaktan kaynaklı, doğuştan sahip olunan haklardır. Dünyada yaşayan insanların sınıflara bölünmesi, savaşların çıkması, rengine, inancına vb.ne göre ayrımcılığın açığa çıkması ile egemenler dışında kalan kesimlerin elinden alınan hakların yeniden kazanılması, beyan edilmesi ile insan hakları toplumsallaştırılmaya çalışılmaktadır.

İnsan Hakları Günü (!)

10 Aralık İnsan Hakları Günü, 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından oluşturulan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin imzalandığı gündür. Kişilere tanınan hakların kalıcılaştırılması yaklaşımı ile Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konmuştur.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilanının üzerinden 71 yıl geçmiş olmasına rağmen her şeyin insanlık adına daha geriye gittiğini görüyoruz. Türkiye’nin savaş ve saldırganlık politikaları, sınır ötesine dönük operasyonlar... Kürt halkına dönük baskı, yasak, tutuklama terörü... Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanlarının gözaltına alınması, tutuklanması, belediyelere kayyım atanması... İstanbul yerel seçimlerinin yok sayılması ile ikincisinin yapılmasına tek adamın karar vermesi... Kadınların kıyafetlerine, hamileliğine, yaşam tarzına karışılması...

Haklar insan merkezli mi (?)

Bir İnsan Hakları Günü belirlenmesi, öncesinde büyük bir insanlık ihlali yaşandığının itirafıdır aslında. Beyanname’nin öncesi II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’dır ve büyük bir insanlık suçudur bu. Sonrası insanlığa haklarını geri kazandırma mücadelesi ve çabası dönemidir.

Bugünün Türkiye’sine baktığımızda da insan merkezli değil, para merkezli bir düzen olduğunu görüyoruz. Böyle bir düzende adalet de mülkün temelidir. İnsan haklarının kısıtlı olduğu bir hukuk sistemi var ve bu, sınırlı düzey içerisinde bile işletilmiyor. İnsanlık dışı bir düzenden insan hakları merkezli bir adalet de ortaya çıkmıyor.