Saray rejimi azgın bir mezhepçilikle bezeli neo-osmanlıcı hayaller eşliğinde bölgemizdeki kardeş halklara yönelik tehditlerini ve saldırgan politikalarını sürdürüyor. Dış politika alanında bataklığa saplanmış olan AKP, her adımda daha derinlere gömülüyor. Ortadoğu’daki cihatçı artıkların hamiliğini üstlenen AKP/Erdoğan iktidarı, Suriye’deki savaşın son bulmasının önündeki en büyük engellerden biri olmaktan vazgeçmiyor. Kürt halkının Rojava’da elde ettiği kazanımlara büyük bir kin besliyor, işgal ve provokasyonlara başvuruyor, kirli ve kanlı tırnaklarını Güney Kürdistan’a uzatıyor.
Bu saldırgan politikanın bir parçası olarak Türk sermaye devleti tarafından Suriye sınırına yapılan yığınakların ardı arkası kesilmiyor. Son olarak geçtiğimiz hafta yine Telabyad’ın karşısında bulunan Urfa/Akçakale sınır kapısına termal kameralı tank, obüs ve mühimmat yığınağı yapıldı. Öncesinde de Hatay-Kırıkhan’a benzer bir sevkiyatın yapıldığı biliniyor.
Tüm bunlar AKP/Erdoğan diktasının “beka”sı hesabına yapılıyor. AKP’nin -son yerel seçimlerin de gösterdiği gibi- kitle tabanında belli bir erime yaşandığı biliniyor. Yıllardır işçi ve emekçileri din ve milliyetçilikle uyuşturmayı gayet iyi beceren din istismarcısı iktidar, siyasal, sosyal ve ekonomik sorunların ağırlaşması sebebiyle bu konuda eskisi kadar başarılı değil. Zira ayyuka çıkan yolsuzluklar, emekçi kitleler her geçen gün derinleşen bir yoksulluğa mahkum edilirken sarayda süren şatafat, sürekli düşmanlaştıran bir nefret dili, ekonomik krizin faturasını çalışan yığınlara kesme politikası gibi etkenler, işi epeyce zorlaştırmış bulunuyor.
Bu durumun farkında olan saray rejimi, çözümü topluma daha büyük bir karanlık dayatmakta görüyor. Şovenizm tırmandırılıyor, neo-osmanlıcı hayaller körükleniyor. Türkiye’de “Ey Amerika!” diye kükrenirken ABD’de el etek öpülüyor. İçeride “bir gece ansızın gelebiliriz” denirken, dışarıda emperyalistlerden icazet alabilmek için sıraya giriliyor. İşçi ve emekçilerden (ç)alınan vergilerle dolan devlet kasası, emperyalist silah tekellerine akıtılıyor. Hangi tehdit için alındığı hâlâ belli olmayan 4 milyar dolarlık S400’lerin diyetini ABD’den 40 milyar dolarlık silah alarak ödemeye çalışıyorlar. Bir yandan emperyalizme kölece bağımlılık sürerken, diğer taraftan onlardan alınan icazetle sınırötesine tehditler savruluyor, kardeş halkların tepesine bombalar yağdırılıyor. Bu yolla milliyetçi histeriyi kışkırtan Erdoğan, kitleleri gerici bir temelde kendine yedeklemek istiyor.
İşçi sınıfı ve emekçilerin bu politikalardan hiçbir çıkarı yoktur. Saray “itibarından tasarruf etmezken”, sermayedarlara vergi affı üzerine vergi affı, teşvik üzerine teşvik yağarken, toplumsal servet silah şirketlerine peşkeş çekiliyor. Hakkını arayan işçiye ve emekçiye ise kurşun fiyatı hatırlatılıyor. Kendine tek oturuşta yüzde 40 zam verenler, emekçiye yüzde 5-6’yı reva görüyorlar. Azgın bir mezhepçilikle, şoven histeri ile işçi ve emekçileri birbirlerine düşmanlaştırmaya çalışıyorlar. Bu yolla asıl sorunların üzerine karanlık bir perde örtmek istiyorlar. İşçi ve emekçileri açlıkla sınayıp işsizlikle terbiye edenler, diğer yandan da zafer nutukları çekiyorlar.
Bu savaşın, düşmanlığın kimlere kazandırdığı ortadadır; silah şirketleri, emperyalist devletler ve işbirlikçileri. Her dilden, her inançtan emekçiler ise sürekli kaybetmektedirler. İşçi sınıfının ve emekçilerin gerçek düşmanları emek üzerinde saltanat sürenlerdir, yayılmacı istekleri için Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenlerdir. İşçilerin grevini “milli güvenliğe tehdit” olarak görenler ile işçi sınıfı ve emekçilerin ortak bir “milli güvenlik” sorunu yoktur. Dolayısıyla işçi ve emekçiler bu savaş ve saldırganlığın karşısında durmalı, işçi sınıfının evrensel çıkarları için “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını rehber edinmelidirler.