Gündemlerin sürekli değiştiği, manipülasyon ve spekülasyonun eksik olmadığı Türkiye'de ekonomik kriz, son 1 yılın değişmez gündemini oluşturuyor. İşsizlikte önlenemeyen artış, her geçen gün yeni rekorlar kıran enflasyon, kronikleşen zamlar olağanlaşmış durumda. Bıçak işçi ve emekçilerin gırtlağına dayanmış bulunuyor. İŞKUR önünde uzun kuyruklar oluşturan, sesini duyurabilmek uğruna kendini yakmaya kalkışan, umudunu yitirdiği noktada yaşamına son veren emekçiler krizin ağır bedelini ödemeye devam ediyorlar.
2018 yılında elektriğe 4, doğalgaza 3 kez zam geldi. Zam furyası 2019'da da devam etti. Geçtiğimiz günlerde doğalgaza yine yüzde 14,97 zam geldi. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2019 Temmuz ayı verilerine göre geçen yılın nisan ayına oranla gıda fiyatları yüzde 31,86, çeşitli mal ve hizmetler yüzde 27,47, sağlık yüzde 19,58 arttı. Son bir yılda işsizler ordusuna 1 milyon 200 bin kişi katıldı. Resmi işsizlik oranı yüzde 14’ü bulurken, gerçek işsizlik yüzde 20’lere erişti.
Türkiye’de işçi ve emekçiler sefaletin karanlığına itilirken, devletliler şatafatların taviz vermiyorlar. Asgari ücretli bir işçinin açlık sınırının altında bir maaşla yaşam mücadelesi verdiği ülkemizde, ayda 22 bin TL maaş alan milletvekilleri “geçinemiyoruz” diyebiliyorlar. Bu koşullarda hakkını arayan işçi ve emekçi ise anında “vatan haini-terörist” ilan ediliyor.
31 Mart seçimleri öncesi Tayyip Erdoğan'ın bir taşeron işçisiyle tartışması hatırlanacaktır. Kadro talebini dile getiren işçi, AKP şefi tarafından, “Biz KİT’lere filan herkese kadrosunu verdik. Bizden bir şey beklemeyin. Bu toplantıyı provoke etmeyin. Bizler Cudi’de, Tendürek’te mücadeleyi verirken sizin söylediklerinize bakın. Ne diyorlar domates, ne diyorlar patates, düşünün ya düşünün bir merminin fiyatı nedir? Bizi George, Hans bir yerlerden vurmak istiyor. Bunlar da ona ön ayak oluyorlar” sözleriyle azarlanmıştı. Ağırlaşan ekonomik kriz şartlarında zamların tartışılmaya devam etmesine tepki gösteren Devlet Bahçeli de “Sarımsağın yüzde 89, salçanın yüzde 90, çocuk bezinin yüzde 40 zamlandığını söylüyorsanız da, terörle mücadelenin artan maliyetlerini, bombaya, mermiye, askerî operasyonlara harcanan paraları hiç duydunuz, hiç hesap ettiniz mi?” diyerek, büyük ortağından aşağı kalmamıştı.
Bu zatların ağızlarından büyük bir pervasızlıkla dökülen bu sözler aslında genel devlet politikasının bir dışavurumudur. ‘90’lı yılların başında haklarını aramak için yürüyen maden işçilerinin karşısına Körfez Savaşı bahanesiyle barikat örülmesi de metal işçilerinin grevlerinin tekrar tekrar yasaklanması da aynı politikanın sonucuydu.
Kendi kirli çıkarları için savaş çıkaran, bu savaşları körükleyen, akan kanı kâra çeviren silah tekelleri habire palazlanırken, savaşların faturasını ödemek emekçilere düşüyor. İşçi ve emekçiler seslerini çıkardıklarında ise merminin fiyatıyla susturuluyorlar. Kaz Dağları’ndan Salda Gölü'ne, Karadeniz yaylalarından Hasankeyf'e ülkenin tüm doğal zenginliğini sermayenin talanına açanlar, toplumsal serveti emperyalist silah şirketlerine aktaranlar işçi ve emekçilere “vatan-millet-Sakarya”yı oynuyorlar. Haklarımız, geleceğimiz ve onurumuz için bu yalanlara prim vermemeli, “vatan-din-millet” hamasetiyle hayatı zehir eden gerici-faşist kudurganlığa baş eğmemeliyiz.