Sermaye devletini yönetenler, sömürü düzeninin çarkları nispeten ‘istikrarlı’ döndüğü sürece toplumun ezici çoğunluğunu umursamadan işlerine bakarlar. Ancak ya sistem krize girdiğinde ya da seçimler öncesinde riyakarlığın bütün sınırlarını alt-üst eden laflar eder, halkın oyunu almak ya da emekçilere krizlerin yükünü taşıtmak için tiksinti verici ‘birlik’ söylemine sarılırlar. Bu söylemin en yaygın, en rezil klişesi ise, “hepimiz aynı gemideyiz” nakaratını tekrarlamaktır. Saraya dalkavukluk yapmayan herkese pervasızca saldıran AKP şefi de 20 yıl sonra bu nakaratı tekrarladı. Etrafa saldıran, saltanatına itiraz edenlere kin kusan, birlikte yola çıktığı kişileri bile paçavra gibi buruşturup çöpe atan Erdoğan’ının “hepimiz aynı gemideyiz” diye vaaz vermeye başlaması dikkat çekici.
Çöküş korkusu belirginleşiyor…
Tek adam rejiminin tepesinde sarayında oturan AKP şefinin “aynı gemideyiz” nakaratını söylemesi pek alışıldık bir durum değil. Zira Erdoğan, kutuplaştırma siyasetiyle toplumu dikey olarak bölerek iktidarını 20 yıldır ayakta tutuyor. Toplumun yarısından fazlasına sayısız kez saldırdı, küfür etti. Hareket etti, vatan haini, terörist ilan etti, aşağıladı, hakkını yedi. Rant için emekçilerin bir kesiminin evlerini yıktı, derelerini beşli çeteye peşkeş çekerek sularını çaldı, altın çıkaran şirketlerin kârı için zeytinliklerini kesti, ormanlarını yağmaladı. Kürtlere, Alevilere, kadınlara, Gezi Direnişi’ne katılanlara, 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na çıkmak isteyen işçilere küfürler etti…
“Hepimiz aynı Türkiye gemisinin içindeyiz. Bu gemi hızla yol alırsa kazanan hepimiz olacağız. Bu gemi, güvenlik gibi ekonomi üzerinden açılan deliklerden su alarak batarsa hepimiz boğulacağız. Döviz, altın almayın, Türk Lirası’nda kalın…”
Bu kadar kibirli, bu kadar acımasız, bu kadar kural tanımaz bir burjuva siyasetçinin yukarıdaki sözleri etmesinin seçimle ilgili boyutu olsa da mesele bundan ibaret görünmüyor. Bu tür adamlar ancak bir iflas ve çöküş korkusuna kapıldıklarında bu söylemlere sarılırlar. Görünen o ki, sarayın karanlık dehlizlerinde korku paçaları sarmış durumda.
Yandaşları, Erdoğan’ı kurtaracak mı?
Bir zamanlar Türkiye’yi şaha kaldırmaktan, çağ atlatmaktan söz eden AKP şefi, geminin ekonomik ve güvenlik alanında delindiğini, deliklerden sızan suyla dolmaya başladığını, nihayet batma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor. Bu ‘asrın lideri’ için sadece bir iflasın ilanı değil, 20 yıldır ülkeye ve toplumuna karşı işlediği suçların itirafıdır aynı zamanda. 20 yıldır gemiyi kendisi ve adamları yönettiğine göre açılan deliklerden de batma tehlikesinin belirmesinden de onlar sorumludur.
“Hepimiz aynı Türkiye gemisinin içindeyiz” lafları genele hitap için söylense de dikkat çekici olan bir başka vurgu var: “…Bu gemi, güvenlik gibi ekonomi üzerinden açılan deliklerden su alarak batarsa hepimiz boğulacağız. Döviz, altın almayın, Türk Lirası’nda kalın…”
Bu sözlerin muhatabı, toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçiler olmaz. Çünkü işçi ve emekçilerin ezici çoğunluğunun sağlıklı beslenmeye bile yetecek geliri yokken dövize, altına hücum edecek halleri de olmaz. Döviz/altın alabilecek kişiler kapitalistler ve mafyatik saray rejiminin yağma ve talan düzeninden beslenenlerdir. Dolayısıyla Erdoğan, bir anlamda kendi yandaşlarına yalvarıyor. “İflas ettik, size sağladığımız rantın en azından bir kısmını Türk Lirası’na yatırın, belki batmaktan kurtuluruz. Yoksa hep birlikte batacağız” diye hem uyarıyor hem tehdit ediyor.
Burada kastedilen Türkiye’nin batması değil, zira ellerinden geldiği kadar batırdılar. Sorun yağmacı/yiyici takımının lüks kamalarında keyif sürdüğü geminin de batma tehlikesiyle karşı karşıya olmasıdır. Yani Erdoğan, yandaşlarına diyor ki, “saray rejimi batarsa, yağmadan, talandan sağladığınız büyük kazançlardan mahrum kalacaksınız.” Burada şu soru akla geliyor: yandaşları, Erdoğan’ı kurtaracak mı ya da kurtarabilir mi?
Tabloya bakıldığında durum pek öyle görünmüyor. Zira AKP’nin kaleleri diye tabir edilen kentlerde, banka mevduatlarındaki döviz hesapları Türkiye ortalamasının çok üzerinde. Yani Erdoğan ne derse desin, yandaşları dövizden, altından vazgeçip Türk Lirası’nda kalmıyorlar.
Onların gemileri…
İşçi sınıfı, emekçiler, ezilenler, yoksullar ile sömürücü sınıflar ve onların hizmetindeki devletin yönetici kademelerini işgal edenler genellikle siyasi ve coğrafi olarak aynı ülkede yaşıyorlar. “Hepimiz aynı gemideyiz” nakaratı da bu olgudan hareketle üretilmiştir. Gerçek hayatta ise farklı dünyalarda yaşarlar. Sermaye sınıfının önünde sınır engelleri de kalmadığı için, “aynı gemi” metaforu fiilen geçersizdir. Onlar için gemi, yani ülke ve orada yaşayan emekçiler sömürülmek, talan edilmek için varlar. Ülkede insan hayatının “sudan ucuz” olduğu bir gerçekken “aynı gemideyiz” nakaratı, ancak tekrarlayanların riyakarlığını gözler önüne serebilir. Bir tarafta sağlıklı beslenemeyen on milyonlar öte tarafta saraylarda sefahat süren bir azınlığın olduğu yerde ‘gemi’ değil başka şey vardır.
Sermaye kodamanları ve 20 yıldır onlara hizmet eden saray rejiminin kaymak tabakasının ‘gemi’ değil ‘filoları’ var. Bir kısmı İsviçre’de açılan gizli hesaplara para taşır, bir kısmı Latin Amerika’dan kokain taşıyor, bir kısmı Londra, New York, Madrid, Jakarta ve daha pek çok kentte yapılan gayrı-menkuller için dolar/euro taşıyor, bir kısmı ‘vergi cenneti adaların’ sahillerine demir atmış…
Emekçilerin ise içinde barındıkları bir ‘gemi’ var, o da yaşadıkları ülkedir. Ancak bu gemide yazık ki halen haramilerin saltanatı hüküm sürüyor. Oysa onurlu ve insanca bir yaşama kavuşabilmenin tek yolu haramilerin gemideki saltanatını yıkıp işçi-emekçi iktidarını kurmaktır.