22 Nisan 2001, Hatice Yürekli yoldaşı sonsuzluğa uğurladığımız gün. Aradan yıllar geçse de, yarattığı değer, savunduğu mevzi, yükselttiği çağrı unutulmayacak.
Devrimci mücadele içinde geçirdiği gençlik yılları ve birbirini kovalayan cezaevi yılları onu hiçbir zaman yormadı. Her daim dimdik, hakkını vererek kavgasını sürdürmesini bildi. Bedenini tereddütsüz bir şekilde ölüm orucuna yatırdı. Hesapsız, kendinden emin, samimi, sade, yüreği ateş saçarak… Devrim çoğu devrimci için belki farklı çağrışımlar uyandırır. Ancak devrim davasının teslim alınamayacağını kanıtlayan, kanıtlarken soru işaretleri taşımayan Hatice yoldaş ve onun gibi davayı hesapsız savunan, önüne çıkan engellerde tökezlemeyen diğer devrimciler için daha farklı bir anlam ifade etmektedir. Onlar taşıdıkları bayrağın sorumluluğunun ne kadar ağır olduğunu biliyorlardı çünkü. O bayrak ki, yiğit devrimcilerin kanı ile kızıla boyanmış, insanlığın özgürleşme mücadelesinin tarihsel olarak tek simgesi. Hatice de Denizler’den, Mahirler’den, İbolar’dan, Habipler’den, Ümitler’den devraldığı bayrağa leke sürdürmedi. Bedenini zindana kapatan düşman, bilincini de teslim almak istiyordu. İzin vermedi. Ölüm orucunu sonuna kadar sürdürerek ipi göğüsledi. Partisini ve davasını onurlandırdı.
Rosa Luxemburg katledilmesinden birkaç gün önce, Alman burjuvazisine ve hainlere ‘“Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: ‘Vardım, varım, varolacağım!’” sözleriyle seslenirken, kılıcının keskinliğini hissettirmişti. Burjuvazi ‘düzeninin’ hüküm sürmesi için ilk hedef olarak seçmişti Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i. Nasıl savaşılacağını kalemi ile defalarca gösteren Rosa için yaşamının devrim için bitmesi sıradan bir olaydı. Onun gibi nice devrimci, Hatice’ye olduğu gibi bizlere de maneviyat aşılamıştır. Hatice ölüm orucu sürecinde “yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca işçi ve emekçi için direndiğini’ dile getirmişti. Milyonlarca emekçinin sorunlarını hissetmek, bunun karşısında direnişin zorunluluğunu ortaya koymak ve gereğini yapmak... Düzen bekçilerinin hapsetmeye çalıştığı duvarlar onu bir an olsun teslim alamamıştı.
2000’de zindanlarda teslim olmayan devrimciler ağır bir sorumluluğun gereklerini yerine getirdiler. Çünkü F tipleri sadece devrimcileri teslim almak için değildi, faşist sermaye devletinin başlattığı çok yönlü sosyal yıkım politikalarının ilk durağıydı. Bir bütün olarak ülkeyi cezaevine çevirmek, emekçilere ve öncülerine korku salmak, sömürüyü dizginsiz bir şekilde sürdürmek, emperyalist tekellerin çıkarlarını harfiyen yerine getirmek vb. için öncelikle devrimci tutsaklara saldırdılar. Ulucanlar katliamıyla başlayan saldırılar 19 Aralık katliamı ve F tiplerinde durmak bilmeyen işkenceyle devam etti ve ediyor. Bugün dönülüp bakıldığında, sermaye devletinin zindanlara saldırısı ile eş zamanlı olarak başlattığı politikalar, F tipi saldırısının ne anlama geldiğine ışık tutmaktadır. Sermaye için cennet, işçi ve emekçiler için cehennem koşulları yaratıldı. Özelleştirmeler kolayından gerçekleşmeye başladı. Kürt halkına karşı imha ve inkar politikalarına teslim alma girişimi eşlik etti, vb…
F Tipi saldırısı zindanlarda devrimcileri, dışarıda emekçileri teslim alma saldırısı idi. Diğer amacı tasfiyeciliği hızlandırmak, devrimci hareketi düzen saflarına kazanmaktı. ‘80 darbesi tasfiyecilik rüzgarının esmesinde önemli bir rol oynamıştı. Devrimi, devrimci örgütü, yenilginin nedenlerini tartışmak yerine kitlelerin geri bilincine yaslanarak güya güç olma hedefi güden siyasetlerin bugün büyük kısmının esamisi okunmuyor. ‘80 darbesi gibi 2000 yılındaki F tipi saldırısı da tasfiyecilerin yelkenlerine rüzgâr oldu. Devrimci değerlere ve ilkelere sarılmak kolay değildi, olmadı da. Bunu başarmak, devrimci teoriyi, örgütü, pratiği, mirası sınıfsal zeminden kopmadan ele almaya, bilimsel dünya görüşüne sıkı sıkıya bağlı kalmaya, bunu her ne pahasına olursa olsun savunmaya bağlıydı. Bugün devrim mevzisi tüm savrulmalara karşı ayakta ise, Haticelerin ve onun partisinin savunusu sayesindedir.
Hatice Yürekli’nin zindan direnişindeki baş eğmez tutumuyla bizlere bıraktığı miras sadece direngenliği değildir. İlkeleri, dünya görüşü, programı, iktidar hedefi ile tasfiyeciliğe karşı zor dönem devrimciliği çizgisidir. Rosa gibi Hatice’nin de ismi her dilimize takıldığında, en zor anlarda da olsa, aklımıza devrimin ve sosyalizmin gelmesi boşuna değildir.
Gebze’den yoldaşların