Birlikte direnelim!

“Terör örgütlerine operasyon” kılıfı altında en büyük terörü Türk sermaye devleti uygulamaya koymuş; özgürlük isteyenleri, sömürüye karşı olanları, emperyalist savaşa karşı mücadele edenleri, sermaye düzeninin yarattığı tüm pisliklere karşı sınıfsız, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya kurmak isteyenleri adeta ezme çabası içerisine girmiştir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 03 Ağustos 2015
  • 06:33

Türk sermaye devletinin “teröre karşı operasyon” kılıfına sokarak toplumun ilerici, devrimci güçlerine karşı başlatmış olduğu azgın bir devlet terörüyle karşı karşıyayız. Operasyonlara karşı tepkilere yönelik dahi vahşice saldırılar gerçekleştiren ve mücadele edenleri katletmekten dahi geri durmayan Türk sermaye devletinin bu hamlesinin arkasındaki dinamiklerse elbette ki Türkiye içerisindeki sermaye sınıflarını fazlasıyla aşıyor. Emperyalizmin temsilcilerinin destek açıklamaları bunu açık bir şekilde gösteriyor. Türkiye’deki sınıf mücadelelerine paralel bir şekilde uluslararası alanda da sermaye sınıfları bu süreçte kendi çıkarları doğrultusunda bir konum alıyor.

Her şeyden önce Türk sermaye devleti uzunca zamandır bu koşullara hazırlanmaktadır. “İç güvenlik” yasalarıyla, interneti kontrol etmeye dönük yasalarla, devletin kurumlarında (yargıdan polise, TÜBİTAK’tan MİT’e, ordudan tüm idari birimlere...) gerçekleşen tasfiyeleriyle sermaye iktidarı kendini tahkim etmiştir. Bu adımların hepsi bugünlere, savaş ve saldırganlık koşullarına hazırlık içindir. Bunu birileri AKP’leşen devlet olarak tanımlasa da, sermaye devleti, AKP’nin de ötesindedir. Zira bu sürecin kendisi tam da emperyalizmin yaşadığı bunalımın etkisiyle NATO’nun benzer şekilde savaş hazırlıklarını tırmandırdığı bir evrede yaşanmıştır. Dünyanın dört bir yanı emekçilerin düzene karşı öfkesini haykırırken İspanya’dan Fransa’ya, ABD’den Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya sermaye sınıfları bu gibi önlemlerle kendi devletlerini güçlendirme çabası içerisine girmiştir.

Bu süreç ilerlerken Türkiye’nin kendine özgü koşulları da birikimi hızlandırmış, bunda AKP’nin de önemli bir rolü olmuştur. Yargıdan polise, ordudan MİT’e, devlet mekanizmasının birçok temel direğine toplumun geniş kesimlerinin güveni sarsılmıştır. Haziran Direnişi bu güven sarsılmasının ve biriken öfkenin doruk noktası olmuş, sonrasında ise hem AKP hem de toplamda sermaye iktidarı düzenin “istikrarı”nı sağlamak için savaş koşullarına hazırlığa girişmiştir. Dizginlerin ellerinden yitip gitmesinden çekinenlerse bu savaşın “baş mimarı” değil fakat yalnızca uygulayıcısı olmuşlardır. Zira IŞİD’e karşı elde ettiği kazanımlar başta olmak üzere Kürt hareketi, AKP’ye karşı düzen içi muhalefet yürüterek meşruiyetini arttırmış ve Türk sermaye devletiyle masada otururken dahi onun çatlaklarının su yüzüne çıkmasına vesile olarak kendisini bir tehlike olarak hissettirmiştir.

Bunun da etkisiyle Türk sermaye devleti ve temsilcisi AKP, Kürt hareketinin “terörist” olduğu yalanına bir kez daha sarılarak geniş emekçi kitleler nezdinde sarsılan meşruiyetini kurtarma çabasına girişmiştir. “Terör örgütlerine operasyon” kılıfı altında en büyük terörü Türk sermaye devleti uygulamaya koymuş; özgürlük isteyenleri, sömürüye karşı olanları, emperyalist savaşa karşı mücadele edenleri, sermaye düzeninin yarattığı tüm pisliklere karşı sınıfsız, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya kurmak isteyenleri adeta ezme çabası içerisine girmiştir. IŞİD terörüne karşı gerçek bir mücadele yürütenler “IŞİD’e karşı operasyon” yalanı ile Türk sermaye devletinin terörüne maruz kalmış, evleri basılmış, kapıları kırılmış, katil polis tarafından uykularında infaz edilmişlerdir. Terörün en vahşisi, en kanlısı bizzat Türk sermaye devletinin politikasıdır.

 

“Terör”: Emperyalist kapitalizmin silahı

Bugün bir yandan emperyalizmin örgütlediği Özgür Suriye Ordusu “Esad diktatörlüğü”ne karşı “kurtuluş mücadelesi veriyor” gibi gösterilmekte, diğer yandan ise Esad tarafından “terörist” ilan edilmektedir. Bu basit çelişki bile meselenin “silah” olmadığını göstermektedir. Bunun gibi onlarca örnek sıralanabilir. Saddam ya da IŞİD de bir dönem “terörist” değildi. Saddam, İran Devrimi’yle birlikte ABD’nin Ortadoğu’ya nüfuz edebilmesinin bir aracı olarak yükselmiş, fakat kendi politikaları ABD’nin Ortadoğu politikalarıyla çeliştikçe “terörist” olmuştur. Ya da IŞİD benzeri dinci-gerici terörizm Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesine engel olmak için AB’den AGİT’e, ABD’den NATO’ya tüm emperyalistlerin kendi elleriyle körüklenmiştir. IŞİD de bu kaynaktan beslenerek doğmuş, emperyalistlerin Suriye’ye nüfuz etmeleri için bir kapı aralamıştır. Ancak zamanla kendi çıkarları emperyalist efendilerinin çıkarlarının önüne geçtikçe miadını doldurmuş ve “terörist” ilan edilmiştir.

Burada önemli olan “terörist” ilan edilip edilmemeleri değil, emperyalistlerce ve onların çıkarları için örgütlenmiş olmalarıdır. Onların belli bir bölgeye nüfuz etme; bölgenin emekçilerini sömürme, ticarî ilişkilerini denetim altına alma amacıyla hayata geçirilmeleridir.

İşte bugün PKK, PYD ya da operasyonlarda bahsi geçen IŞİD dışındaki örgütler emperyalistlerce örgütlenmemiş ve onların çıkarlarına karşı emekçi halkların örgütlü gücü olarak çıktıkları için bütün emperyalist temsilciler tarafından operasyonlar desteklenmektedir. Yer aldıkları bölgelerin emekçi sınıflarının kendi devletlerinin zulmüne karşı örgütlendikleri partiler oldukları içinse esasta terörist değillerdir. Esad’a karşı emperyalistlerce örgütlenen ÖSO’nun kimilerince “terörist”, kimilerince “direnişçi” olarak adlandırılması gibi görünen çatışma, aslında emperyalizmin bir parçası olan sermaye devletlerinin arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün “terör operasyonları” da sınıflar arasındaki çatışmanın bir sonucudur. Bir tarafta bir blok olarak emperyalist kapitalizm ve onların karşısında ise bir blok olarak ilerici, devrimci güçler.

İşte bugün Türk sermaye devletinin “terör” aldatmacasıyla körüklediği savaş ve saldırganlık; kendi sömürü mekanizmalarına, kâr amaçlı politikalarına, ikiyüzlülüklerine, yolsuzluklarına... sermaye düzeninin bütün bir işleyişine karşı mücadele eden, haklarını arayan ilerici, devrimci güçleri, emekçi sınıfları hedef almaktadır. IŞİD de bu saldırganlığın meşruluğunu sağlamak için bir araçtır. IŞİD; emekçilerin, işçilerin, tüm sömürülen sınıfların nefretini kazanmıştır. Bu yüzden devlet terörü ilk anda “IŞİD terörüne karşı operasyon” adı ile sunulmuş, göstermelik olarak IŞİD’çilere de yönelmiştir. Bu devlet terörünün arkasında ise bir bütün olarak emperyalist kapitalizm vardır.

ABD başından itibaren büyük bir ikiyüzlülükle PKK’yi suçlamakta, Türkiye’yi adeta “kendini savunuyormuş” gibi göstermeye çalışmaktadır. NATO’dan ve Birleşmiş Milletler’den de ABD’ye paralel açıklamalar gelmiştir. Emperyalist kurumlar gerçek terörü bölgeye nüfuz etme çabasıyla nasıl ki kendileri yaydılarsa, Türkiye’nin emekçi sınıflarını bastırmak, örgütlülüklerini dağıtmak çabasıyla da azgınca bir saldırı başlatmışlardır.

Diğer yandan kendi içlerinde yaşadıkları krizden dolayı İngiltere, Almanya ve Fransa bu saldırganlıkla birlikte alınan riskten dolayı huzursuz olmuştur. Türkiye’deki istikrarsızlıktan daha çok etkilenmeleri beklenen Avrupa ülkeleri, Türkiye’ye “PKK’yle uzlaşma yolundan sapmama” çağrıları yapmıştır. Açıktan karşıt tutum almak gibi bir çıkarları olmayan bu ülkeler “çözüm sürecinin zarar görmemesi temennileri”yle süreci izlemektedir. Kürt hareketiyle yaşanacak çatışmaların IŞİD’e güç kazandırmasından kaygı duyan bu ülkelerin esas derdi Türkiye’deki sömürü düzeninin aksamamasıdır, çünkü bu ülkeler Türkiye’yle derin bir çıkar ilişkisi içerisindedirler.

İran, Suriye ve Güney Kürdistan’dan ise PYD ile kurdukları daha köklü ittifaklar dolayısıyla Türkiye’ye karşı daha sert açıklamalar gelmiş, Türkiye’nin amacının IŞİD olmadığına dair vurgular yapılmıştır. Burada Barzani’yi ve KDP’yi dışta tutmak gerekir. Zira ABD-Türkiye kirli ittifakının destekçisi konumundadır. Öyle ki, PKK’yi “çözüm sürecine zarar vermek”le suçlamıştır.

Bugün şurası açıktır ki “barış” politikasıyla sermaye devletlerini ve emperyalistleri muhatap almanın bir karşılığı yoktur. Emperyalistlerin bir politikası olan “çözüm süreci” Türk sermaye devletinin Ortadoğu politikalarıyla ancak PKK’nin silah bıraktığı koşulda uyuşmaktadır. Burada mesele emperyalistlerle Türk sermaye devletinin bu noktada uzlaştığı gerçeğini görmektedir. Emperyalistler ve Türk sermaye devleti mücadeleyi teslim almak için saldırmaktadır. Bu yüzden emperyalizmin ikiyüzlü politikalarına karşı birleşik direnişi seçmek, bunu emekçi sınıfların mücadelesini yükselterek yapmak tek kurtuluş yoludur. Çünkü yıllardır savaş ve saldırganlığı sürdüren bu emperyalist efendiler ve Türkiye’deki sermaye sınıfıdır. “Her türlü teröre karşı barış” çağrıları yapan ama devlet terörüne karşı sesi çıkmayan; IŞİD başta olmak üzere her türlü terörü yaratan NATO ile sözde IŞİD’e karşı, gerçekte ise sömürülen halklara karşı koalisyon oluşturan; bugün de “IŞİD terörüne karşı olma” yalanıyla savaş ve saldırganlığı tırmandıran sermaye devletleri ve onların kirli politikaları karşımızdadır. Yarını onlarla değil, onlara karşı ve onlarsız kurtarmaktan başka bir yol yoktur.