Bir devrimci işçinin ardından: Acımız ve öfkemiz büyük…

"Ölüm hayatın bir parçasıdır" derler, ki bu doğrudur. Bununla birlikte burjuvazinin doymak bilmez oburlukları uğruna erken gerçekleşen, beklenmedik her ölüm çok acı vericidir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 27 Aralık 2020
  • 17:48

Bir işçiyi, kendi sınıfının savaşçısı devrimci bir işçiyi, Veysel Akgül yoldaşı yitirdik. Acımız ve öfkemiz büyük... 

Ölüm raporunda ölüm nedeni Covid-19 yazıyor. “Covid-19'dan dolayı yaşamını yitirenler” istatistiğine bir rakam olarak dahil edildi. Bunun hesabı elbette sorulacaktır!

Yürürlükteki özel mülkiyet ilişkilerine, bu ilişkilere yasal statü kazandırarak güvence altına alan kapitalist sistemin yasa ve hukuk sistemine göre, milyonlarca işçi ve yoksul gibi Veysel yoldaşın ölümünden de hiç kimse sorumlu değil! Biliyoruz ki işçileri yaşam haklarını hiçe sayarak çalışmaya zorlayanlar bu cinayetlerin sorumlusudurlar. 

Kendi sınıfının kurtuluşu uğruna sürdürdüğü mücadelede sınırsız acılar yaşayan Veysel yoldaşın beklenmedik ve erken bir zamanda aramızdan ayrılmasının sorumluları dün ona işkence yapanlar ve bugün de onu çalışmaya zorlayanlardır. O, emeğinin sömürülmesine karşı sesiz kalmadı. Gücünü, “sınıfa karşı sınıf” programı ekseninde verilen kavgada yer alanlarla birleştirdi. Emeğin kurtuluşunun, emeği sömürülerek yaşam hakları ellerinden alınan işçilerin eseri olacağı bilinciyle kavgasını sürdürdü. 

***

Veysel yoldaşımızın zamansız olarak aramızdan ayrılması, sermayenin hükümran olduğu düzende, sermayenin çoğalmasının kaynağı olan işgücünü fiziksel varlığında bütünleştiren işçilerin payına doğal bir ölümün bile düşmediğini gösterdi. 

Doğa ve doğa üzerindeki bütün canlıların varlığını azami kâr uğruna heba eden, insan toplumuna karşı savaş anlamına gelen kapitalist sistemin ömrünün uzaması, yoğun bir sömürüye maruz bıraktığı işçi ve emekçilerin yaşam sürelerinin kısaltılmasına bağlıdır. Sermayenin yeniden büyümesi zenginliklerin kaynağı olan doğa ve emek gücünün tahrip edilmesinden bağımsız olarak gerçekleşmez. İşçinin sefaleti gibi, doğanın tahrip edilmesi de sermayenin büyümesinin önkoşuludur. İşçi ücretlerini sürekli baskılayarak asgaride tutma eğilimi taşıyan sermaye, çalışma süreleri ve verimliliği ise azamileştirmeyi hedefler. İşçinin kölelik koşullarında çalışmasını sağlamak için her durumda devletin yargı ve zor aygıtını devreye sokar. Minimize edilen işçi ücretlerini kapitalist tekellerin kârlarının azamileştirilmesi tamamlar. Burjuva ahlak, kültür ve önyargıların egemen olduğu sistemde asgari ücret bir pazarlık konusu olarak utanmazca masaya yatırılırken, kârların azamileştirilmesi bir doğa kanunu gibi sunulur. 

Kapitalist üretim koşulları altında bir işçi, çalıştığı zaman bile hayatını idame ettirmek için yeterli bir ücret ve hayat standardından yoksundur. Çalışma koşullarından çalışma süresine, barınmadan kültürel ihtiyaçlarının karşılanmasına, sağlıktan çocuklarının eğitim olanaklarına erişmesine kadar günlük yaşamın en temel haklarından mahrum bırakılır. Üretim araçlarının, makine ve fabrikaların, hammadde kaynaklarının özel mülkiyet tekelinde olduğu, ihtiyaçlar yerine kâr için üretimin esas alındığı kapitalist sistemde bir işçinin iş bulabilmesi bile bir lütuf gibi sunulur. 

Savaş zamanlarında olduğu gibi günümüzde yaşanan salgın döneminde de işçinin zaten zor olan yaşam koşulları tam bir cehennem azabına dönüşmüştür. Haksız ve gerici savaşlarda işçiler, yoksullar ve onların çocukları zorla cepheye sürülürken, cephe gerisinde kalanların çalışma ve yaşam koşulları çok daha ağırlaşır. Çalışma süreleri uzar, sofralarındaki ekmek küçülür. İşçiler, cephedeki çocuklarının daha çok ölmeleri/öldürmeleri için militarist amaçlara uyarlanan fabrikalarda daha çok barut, mermi ve silah üretmeye zorlanırlar. 

Covid-19 salgınında bir yanda “Hayat eve sığar” diye şarlatanlıklar yapanlar, işçi ve yoksulların hayatı eve sığdırmalarını onlara çok görürler. İşçileri işsizlik ve açlık kırbacıyla evlerinden zorla söküp çıkartarak, toplu üretim-cinayet mekanlarına, ölüm meydanlarına sürerler. Oysa, hayatın eve sığması işçinin günlük yaşamının rutinidir. Zira işçilerin çalışmak dışında geriye kalan ne bir boş zamanları, kişisel hobilerini geliştirmek, kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılmak için ne yeterli zamanları ve ne de maddi olanakları vardır. 

Kapitalistlerin sermaye ve meta ihracı için ihtiyaç duydukları pazarların ele geçirilmesi amacıyla yürütülen savaşlarda cepheye sürülen askerler gibi, pandemi koşullarında fabrika çarklarını döndürenler de işçilerdir. 

Fransa Devlet Başkanı Macron pandeminin daha başlarında “savaşta gibiyiz” derken, kapitalist tekeller adına yalın bir gerçeği dile getiriyordu. “Savaştayız” söylemini, olağanüstü hal ilanı takip etti. Savaşlarda, askerler “En büyük asker bizim askerimiz” toplu ayinleriyle kutsanarak cepheye sürülürken, salgına karşı ön saflarda savaşa sürülen sağlık emekçileri de sağlık (ölüm) bakanları ve devlet başkanlarının alkışlarıyla kutsanarak, burjuvazinin sınırsız kâr ihtirasları uğruna ölüme sürüldüler. Pandemi, sağlık emekçileri, işçiler ve yoksullar için tam bir soykırıma dönüştürüldü. Bir milyondan fazla işçi ve yoksul gibi, Veysel yoldaşın da zamanından önce ölümüne yol açan, kapitalist tekellerin bu hoyratlığı ve onların vahşetini tam bir saldırganlıkla, OHAL'ler zoruyla uygulayan devletlerin ölüm politikaları olmuştur. 

"Ölüm hayatın bir parçasıdır" derler, ki bu doğrudur. Bununla birlikte burjuvazinin doymak bilmez oburlukları uğruna erken gerçekleşen, beklenmedik her ölüm çok acı vericidir. 

Bertolt Brecht'in dediği gibi, "İnsan, sadece, kimse onu düşünmediği zaman gerçekten ölür…" Bizler Veysel Akgül’ü, onunla aynı yolda ölümsüzleşen yoldaşları, onların özlem ve kavgalarını unutmayacağız, unutturmalarına izin vermeyeceğiz... 

Lanet olsun, insanlığa ve doğaya karşı suç işleme sistemine dönüşen kapitalizme! 

Lanet olsun, kasalarını işçilerin alınteri ve kanıyla dolduran oligarklara! 

Stuttgart’tan yoldaşları