Kasım ayının on dokuzu idi, on yıl evvel. Kiralık bir tabancanın çığlıklarını boğan yıkıcı sessizliğin tahkim edildiği Esenyurt’ta Alaattin Karadağ vurulmuştu. Zaman akmazcasına ölümünü beklemişti cellâtlar. Asfalta düşen bedeni direnişin türküsünü söylüyordu. Öfkeden kudurmuşçasına çekilen tetikler Alaattin’in değil, çürümüş düzenin ölümünü simgeliyordu. Tarih, şimdiden teşhir direğine çivilemişti cellâtları. Alaattin’in direnişi haykıran gözleri, yoksul semtin işçi ve emekçilerinin yüreğinde yankısını bulmuştu.
Ölümü kadar yaşamıyla da davasını onurlandıran bir proleter devrimciydi Alaattin. Henüz ortaokulda iken başlamıştı ücretli işçilik yaşamına. Düzenin çürümüşlüğünü bu kadar küçük bir yaşta tanıması devrimci mücadelenin yakıcı önemini kavramasında ifadesini buluyordu. Bunu, “Cezaevi ve Zindan Süreci Üzerine Değerlendirmeler” de şöyle ifade ediyor: “… Düzenin çürümüşlüğünü bu kadar yakından, bu kadar net yaşadıktan sonra komünist siyasal mücadele içerisinde yer almaktan başka bir alternatif olduğunu düşünmüyorum.”
Antakya’da örgütlü mücadeleye atılan Alaattin Karadağ’ın örgütlü kimliğine dair değinilmesi gereken ilk nokta, gerçek bir proleter devrimci olmasıdır. Sınıf çalışması onun asıl yeriydi ancak bu örgütünün ona verdiği her göreve hazır olmadığı anlamına gelmiyor. Bilakis, partinin ona verdiği tüm görevleri tereddütsüz üstlenmiştir.
Düzenin kurumları karşısında belirginleşen direnişçi kimliği ile devletin kişiliksizleştirme saldırısı karşısındaki direnişi değinilmesi gereken diğer önemli özellikleridir. Mitinglerde, gözaltında işkencelerde, mahkeme salonlarında, zindanlarda, ölüm orucu direnişinde… Tüm bu süreçlerde direnişçi kimliğiyle ön plandadır. Bunlara katledildiği gün sergilediği direnişçi kimliği de eklemek gerekiyor. Yaşamını yoldaşı uğruna adamış, sağ elinin parmaklarını iş kazasında kaybetmiş olmasına rağmen yanında taşıdığı silahla düşmana karşı gelmiştir.
Bugün, Alaattin gibi büyük bir devrimcinin anısına nasıl bağlı kalınacağı sorusunu yanıtlamak da önemli bir yerde duruyor. Sürekli sorguladığımız bir şey var. Büyük bir devrimcinin anısına bağlı kalmak onu yalnızca ölüm yıldönümünde anmaktan mı ibaret, yoksa uğruna hayatını feda ettiği devrim ve sosyalizm mücadelesine katılmak, bu uğurda savaş vermek midir? Büyük bir devrimciyi yıldönümünde anmak elbette anlamlıdır ancak bu kadarı rutin yapılmış bir şeyin ötesine gidemez. Anmayı anlamlı kılan o büyük devrimcinin -Alaattin’in- mücadelesine/davasına güç katmak, düzene karşı yürüttüğü örgütlü mücadelenin bilincine varmak, uğruna canını verdiği devim davasını göğüsleyebilmektir.
Ankara’dan genç yoldaşların