“Düzen çözümsüzdür. Her geçen gün devrim ordusunu büyütmekte, geliştirmektedir. Düzenin çürümüşlüğünü, devrim-karşı devrim çatışmasını bu kadar yakından, bu kadar net yaşadıktan sonra komünist siyasal mücadele içerisinde yer almaktan başka bir alternatif olduğunu düşünmüyorum. Yıkılmaya mahkum olan Türkiye Cumhuriyeti topraklarında kitleleri birleştirecek iktidar adayı, devrim kurmayı tek parti partimizdir, Türkiye Komünist İşçi Partisi’dir!..” Alaattin Karadağ’ın “Cezaevi ve zindan süreci üzerine değerlendirmeler”inden...
Sınıflı toplumların tarihinin sınıf savaşımları tarihi olduğunu belirten bilimsel sosyalizm, kapitalizmin tahlilini yaparken, üretim ilişkilerindeki çarpıklığın kapitalizmin sonunu hazırladığını, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci eylemiyle yeni bir düzene adım atılacağını öğretir. İşçi sınıfı ve emekçilerin devrimci eyleminin ise ancak onun siyasal öncüsüyle, yani komünist partiyle bağı sayesinde mümkün olabileceğini vurgular. Gerek bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels’in, gerekse bu öğretiyi tarihin en ileri eylemiyle somutlayan Lenin ve Bolşeviklerin tüm çabası, işte bu bilimsel belirlemeyi kılavuz alır.
Bugünün dünyasında da emperyalist-kapitalist sistemi alaşağı etmek, bu çürümüş düzenin Türkiye halkasını parçalamak, bilimsel sosyalizm öğretisinden ve 100. yılını geride bıraktığımız Sosyalist Ekim Devrimi’nin tarihsel deneyiminden öğrenmekle başarılabilir. Bu çok yönlü bir öğreti ve deneyimdir elbette. Ancak bugün altı özellikle çizilmesi gereken en önemli konulardan biri, sınıflar savaşımında devrimci partinin rolü ve bu rolü oynayabilmesini sağlayacak devrimcilere duyduğu ihtiyaçtır.
Siyasal mücadele yürüttüğümüz coğrafya bağrında nice devrimciyi yetiştirmiştir. Sayısız devrimci, kendisini insanlığın kurtuluşu kavgasına adamış, bedeller ödemiş ve ölümü yiğitçe kucaklamıştır. 9 yıl önce, İstanbul Esenyurt’ta parti faaliyeti sırasında polisle girdiği çatışmada yaşamını yitiren Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) militanı Alaattin Karadağ da bu yiğit devrimcilerden biridir; sınıfın tarihsel eylemini örgütleme görev ve sorumluluğuyla hareket eden partinin ihtiyaç duyduğu devrimciliğin seçkin bir örneğidir.
Dava insanı olabilmek!
Alaattin Karadağ, yaşamı ve ölümüyle, devrimci kimlik ve yaşamın en ileri örneklerinden biri olmuştur. Tıpkı kendinden önce ölümsüzleşen Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlar gibi, saflarında savaştığı partinin değerlerinin temsilciliğini yapmıştır. Bugünün devrimcileri için böyle bir komünisti anmak ve yaşatmak, her şeyden önce kimliğini çok yönlü olarak irdelemek, dersler çıkarmak ve bunun ışığında bir “yenilenme” iradesi gösterebilmektir.
Yoldaşlarıyla ve sınıfla kurduğu ilişkiler, ihtilalci örgüt bilinci, direnişçi kimlik, savaşçı ruh ve pratik, hatta daha fazlası... Alaattin Karadağ yoldaşın kimliğinde bunların hepsini bulmak mümkün. Yine de, hepsini kapsayan bir nitelemenin altını çizmekte yarar var: Dava insanı!
“Önemli olan sosyalizmi, sınıf partisini, öncü işçi kavramlarını militanca ezbere bilmek değil, onun hayattaki karşılığını hissetmek ve işçi kitlelerine onların gündelik ve genel yaşantılarında karşılığını hissettirmek ve yakıcı bir ihtiyaç olduğunu kavratmaktır.”
Alaattin Karadağ’ın 1999 Mart’ında parti üyelik başvurusunda kaleme aldığı bu ifadeler, bir davanın taşıyıcısı olmanın gerçek anlamını en özlü haliyle açıklamaktadır. Dava insanı olmak ezbere kavramlara değil, insanlığın kurtuluşu mücadelesine hesapsızca bağlılığa dayanır. Parti ve devrim davasını her şeyin üstünde tutmak, partinin ve devrimin değerlerini canı pahasına korumak... Alaattin yoldaşın yaşamına bakılarak bu sadelikle ifade edilebilir devrimcilik. Anlamı ve yaşamdaki karşılığı ise bir ömür kadar ağırdır.
Alaattin’den öğrenmek: Devrimci yenilenme!
Devrimcilik birçok açıdan bedel ödemeyi gerektirir. Bu bir tercihten çok nesnelliğin dayatmasıdır. Bir devrimcinin karşı karşıya kalabileceği devlet zorbalığını/işkencesini göğüsleme zorunluluğu bir tercih değil, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesine karşı sorumluluktur. Yaşam koşullarında karşılaştığı olumsuzluklar, sevdiklerinden ayrı kalmak gibi “manevi” yükler ve nicesi, bağrından kopup geldiği düzenin her fırsatta kendisini yeniden sarmaya çalışmasına direnme gerekliliği, siyasal yaşamın devrimcilerin karşısına çıkardığı “sorunlar”dan yalnızca ilk akla gelenleridir. Her devrimci bu zorlukları bilerek, önden kabul ederek atılır kavgaya. Fakat tüm bu zorluklara karşı direnebilmek, ilgili devrimcinin kendisini yeniden üretebilmesine ve yenileyebilmesine bağlıdır. Durağan, “ben oldum”cu, özeleştirel ve kendisini dönüştürme/yenileme konusunda özverili olmayan her kimlik, yukarıda yalnızca bazıları sayılan sorunlar karşısında bocalama ve belli bir zaman sonra da boğulma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
İşte Alaattin Karadağ, bir devrimcinin tüm bu fiziksel ve psikolojik zorluklar karşısında nasıl direnebileceğinin en somut örneklerindendir. Daha çocuk yaşta işçilik yapmaya başlayan, burjuva düzenin yarattığı yoz ilişkiler ağı içinde kalan bir insanın, kendisinden böylesine yiğit bir devrimci yaratabilmesinin en önemli etkenlerinden biri, zayıf ve eksik gördüğü yanlarıyla savaş halinde olması ve sürekli bir “yenilenme” çabası göstermesidir. Yoldaşın parti üyeliği başvurusu ya da zindan direnişinin ardından partiye sunduğu rapor, eksikliklerini ve bunlarla mücadele kararlılığını beyan ettiği örneklerle doludur. Aynı metinler, parti ve devrim davasına olan inanç ve bağlılığın kararlılığını da göstermektedir. Yoldaşın sonraki siyasal yaşamı, bu konudaki iradesini ve kazandıklarını göstermiştir. Zira o partisini ölümünden çok yaşamıyla onurlandırmıştır!
Devrimci kimliğin gelişimi çok yönlü bir süreçtir. Bu sürecin ivmesini belirleyen çok sayıda nesnel etken de vardır. Örneğin, gericilik yıllarında devrimci kimliği koruyup geliştirebilmek, sınıf hareketinin yükseldiği ve devrimci bir atmosferin yaşandığı dönemlere göre çok daha zordur. Nesnelliğin dayatması ne olursa olsun, örgütsel kimlik ile ideolojik-politik kimliğin diyalektik bağı, devrimci kimliğin temelini ve gelişimini belirler. Alaattin yoldaşın yaşamında bu soyut çıkarsamanın somut halini görmek fazlasıyla mümkündür. Örgütsel faaliyete katıldığı ilk andan şehit düştüğü güne kadar örgütünün ilke, değer ve kurallarına riayet edişini ideolojik-politik bir kavrayışla birleştirmiş olması, Alaattin yoldaşın yaşamından süzülen önemli deneyimlerden biridir. Öyle ki, işkence tezgahında düşmanın zulmünü göğüslemekten Ölüm Orucu direnişinde yer alma isteğine, düşmanla karşı karşıya kaldığı anlarda elindeki silahı partisinin politik-programatik bakışı doğrultusunda kullanmasından yoldaşı için kendisini feda etmesine kadar bir dizi özellik bu deneyimin örneklerindendir.
“Cezaevi süreci bir yıl sürdü. Ama yoğun derslerle dolu dolu geçti. Bu süreç benim için çok öğreticiydi. Eksikliklerimi, zaaflarımı, hatalarımı, üstünlüklerimle birlikte daha da yakından gördüm. Partimi etimin bir parçası olarak kendime çok daha yakın hissettim; gözüm, kulağım, kanım, nefesim, her şeyimdi.” (Cezaevi ve zindan süreci üzerine değerlendirmeler...) İşte, kendini yenilemenin devrimci bir görev olduğunu kavrayan bir devrimcinin bakışı, bizzat bu örnek devrimcinin kaleminden...
Alaattinler’in yarattığı değerlere sahip çıkmak
Devrim mücadelesinde ölümsüzleşenlerimiz arkalarında, korunması ve daha ileriye taşınması gereken değerler bırakırlar. “Bizden sonra gelenler bizi aşmalı” diyen Ümit’in, omuz başında ölümsüzleştiği Habib’in, bedenini açlığa yatıran Hatice’nin ve devrim davasının yarım asırlık çınarı Sinan’ın olduğu gibi, Alaattin yoldaşın ardından da böylesine büyük değerler birikimi kalmıştır. Türkiye devrimci hareketinin onlarca yıllık deneyiminden süzülen, son 30 yılda komünist hareketle ileri bir düzeye kavuşturulan birikim, bugünün devrimcilerinin en büyük güvencesi, güç kaynağı ve yol göstericisidir.
Yitirdiğimiz tüm yoldaşların bu şanlı birikimi, bugün partinin değerleri ve manevi hazinesidir. Katledilişinin 9. yılında Alaattin Karadağ’ı anan her devrimci, bu değerlerle kuşanmalı, yaratılan değerlere sahip çıkmak için parti ve devrim davasına adanmalıdır.