Milyonlarca insanın “değişim” beklentisi ile sandıklara gittiği 14 Mayıs seçimleri şaşırtıcı denilebilecek bir sonuçla geride kaldı. Mutfaktaki yangına, toplumu boğan baskı atmosferine ve dış politikadaki çöküntüye rağmen Erdoğan atı alıp Üsküdar’ı geçemese de önemli bir farkla ilk turu önde bitirdi. Partisi AKP ise 20 yılın tüm yorgunluğu ve yıpratıcılığına rağmen %35 civarı bir oy ile yine sandıktan ilk parti olarak çıktı.
Her ne kadar toplumun önemli bir bölümü “sandıkla yaşanacak bir değişime olan umudunu” bir türlü tüketmese de ortaya çıkan bu tablo bir gerçeğin altını kalınca çiziyor. Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyecek olursak, “Hareket etmeyenler, boyunlarındaki zinciri fark edemezler”. Yani, demokratik hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı, örgütlenme hakkının sadece yandaş olana tanındığı bir toplumda, tek başına ağırlaşan ekonomik koşulların bir değişimi beraberinde getireceğini düşünmek hayal kurmaktan başka bir şey değildir. Kaldı ki bu “değişim”in nasıl bir değişim olduğu, gerçekte bir değişim içerip içermediği ise zaten başlı başına bir sorundur.
Buna rağmen değişim arayışında olan kesimin en azından bir bölümünün ortaya çıkan sonuca dair suçlu arayışına gireceğini biliyoruz. Zira, “Hele bir şunları gönderelim de...” denilerek girilen tüm seçimlerde yaşadık bu aynı tabloyu. Dolayısıyla bu derin analizlerin işçi sınıfına her türlü kötülüğü müstahak görmesi de şaşırtıcı olmayacaktır. Hatta bu dalgaya depremzedeleri eklediklerinde de şaşırmayacağız. Sonuçta deprem bölgesinde Erdoğan’ın oy kaybı yaşamadığına dair söylemler ortada dolaşmaya başladı bile.
Öncelikle deprem bölgesine dair analizlerin hiç de kolay ve gerçekçi olmadığını belirtmek gerekiyor. Yüz yıllık cumhuriyet tarihinin en büyük felaketinin ve iç göçünün ardından seçmen geçişkenliğine dair bir analiz yapabilmek o kadar kolay olmasa gerek.
“Açlığı, sefaleti ve her türlü kötülüğü hak eden” işçi sınıfımıza gelirsek... Öncelikle işçi sınıfının ağırlıkta olduğu kentlerde AKP’nin aldığı oy oranları üzerinden söylenenler çoğu zaman ezbere konuşmanın ötesine geçmiyor. İşçi sınıfı, AKP’nin yönetememe krizine
2015 seçimlerinden beri bilinç ve örgütlülük düzeyi ölçüsünde tepki veriyor. 14 Mayıs’ta da genelde %7 civarı oy kaybeden AKP’nin, bu kentlerin hemen hepsinde %10’un üzerinde oy kaybetmesi bu açıdan önemli bir veridir. Küçük ortak MHP’nin kaybettiği oylarla birlikte bu kentlerde AKP-MHP iktidarının yaşadığı oy kaybı %12-13’ler civarında bulunuyor.
Buna rağmen cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın kendisinden kaçacak oyların yönünü tayin etmede ve daha da önemlisi tekrar kendisine çevirmede başarılı bir politika izlediği açıktır. Hiç de sır olmayan bir biçimde, devletin imkanlarını kullanarak ve kendisine rakip olabilecek güçleri kendi içinde eriterek başarıyor bunu.
Yine de düzen muhalefeti olarak adlandırdığımız Millet İttifakı’nın ve reformist partilerin oy oranlarının işçi sınıfının ağırlıklı olduğu kentlerde genel ortalamanın üzerinde yükseldiği gerçeğini atlamamak gerekiyor. Yani, işçi sınıfı mevcut bilinç ve örgütlülük düzeyi içerisinde yaşadığı sorunlara tepki veriyor ve kendine bir çıkış yolu arıyor.
Her şeye rağmen işçi sınıfı AKP- MHP iktidarından köklü bir kopuş yaşayamıyorsa eğer, bu her şeyden önce “aslı varken neden sahtesini tercih etmesi gerektiği” sorusunun yanıtı ile ilgilidir. AKP’yi Katar’dan para dilenmekle suçlayanlar ekonomik krize çözümü batıdan para dilenmekte buluyorsa eğer, işçi sınıfı için özünde bir değişim yok demektir. Ve 14 Mayıs’ta sandıktan tarihsel bir değişim bekleyenler farkında olmasa da işçi sınıfının en azından bir bölümü, getirilmek istenenin “AKP’siz bir AKP düzeni” olduğunun gayet farkında. Seçim ön sürecinde işyerlerinde seçim eksenli tartışmaların ve siyasal kutuplaşmaların eskisiyle kıyaslanmayacak düzeyde sınırlı olması da bu gerçeğe işaret ediyor.
Tüm bu tablonun suçluları, işçi sınıfına sandıkla gelecek bir değişim hayalini satmaya çalışanlardan başkaları değil.
Bu tablonun suçluları, işçi sınıfı her hareket etmeyi denediğinde “gerçekçi politika”larıyla ona “Şimdi zamanı değil!” diyenlerdir.
Bu tablonun suçluları, üstelik 1 Mayıs kürsülerinden, güya sandıkla gelecek bir “bahar”ın ardından, 2024 1 Mayıs’ının nihayet yeniden Taksim’de kutlanacağı hayalini yayanlardır.
Bu ülkede AKP düzenine son verecek olan işçi sınıfının ta kendisidir. Evet, gündelik ekonomik çıkarlarının ötesinde bir hayatın olduğu gerçeğini kavradığı ölçüde, bunu tam da işçi sınıfı başaracaktır. İşçi sınıfının o dev ordusu nihayet harekete geçtiğinde, boynundaki kölelik zincirlerini fark etmekle kalmayacak onları parçalayıp atacaktır da.
Emeğin Kurtuluşu