14 Mayıs seçimleri sonuçları, Türkiye’deki mülteci sorunu ve yabancılara vatandaşlık konularını tekrar gündeme getirdi. AKP-MHP iktidarı seçim öncesi “yerli-milli” kodlamasıyla ırkçı-gerici ve faşist söylemlerle bir kara propaganda yürüttü. Gerici politikaların ve söylemlerin etkisiyle toplum kutuplaştırıldı ve neredeyse ikiye bölündü. Seçimin ikinci tura kalmasıyla birlikte artık düzen muhalefeti de aynı politikaların bir parçası oldu.
2012’de çıkartılan yasalarla, yabancılara taşınmaz satışının önündeki engeller kaldırıldı. Böylece son on yılda Türkiye’de yaklaşık 357 bin konut satışı gerçekleşti. Tabii bu açıklanan resmi rakamlar. 2012 sonrası özellikle Ortadoğu’dan birçok kişi 250 bin dolara (şimdi 400 bin dolar!) taşınmaz alıp vatandaşlık elde etti. Bir nevi parayla Türk vatandaşlığı verilmesiyle beraber gerici-faşist rejim kendi bekası için oy devşirmenin de kanalını açtı.
Son dönemde ortaya çıkan kimi olaylar gösteriyor ki cihatçı çeteler, uyuşturucu baronları, dolandırıcılar ülkede cirit atıyor. 400 bin dolara satın aldıkları vatandaşlık zırhıyla, güvenli liman olarak gördükleri Türkiye’de serbestçe yaşayabiliyorlar. Geçtiğimiz aylarda, Sırp uyuşturucu baronunun İstanbul’da öldürülmesi, yine İstanbul’da Azeri ve Kafkas mafyalarının çatışmaları, İŞİD’in finans sorumlusunun İstanbul Fatih’te döviz bürosu işletmesi, İsveç’te kırmızı bültenle aranan uyuşturucu baronunun yakalanıp salıverilmesi gibi birçok örnek bunu gösteriyor. Türkiye’de artık hiçbir kurala-kanuna dayanmayan parayla satılan vatandaşlık sayesinde bu işi yürüten çeşitli çeteler ortaya çıkmıştır. Kırıkkale’de 30 bin TL’ye alınan arsanın sonradan fiyatı 30 milyon TL’ye çıkartılarak ve üzerine evler yapılmış gibi gösterilerek onlarca yabancıya vatandaşlık veren suç çeteleri türemiştir. Sermaye devletindeki çürüme ve yozlaşmanın vardığı boyutları gösteren başka bir gerçektir bu… Öyle ki artık dünya medyasında bu durum “suçluların gözü Türk vatandaşlığında” gibi haberlere konu olmaktadır. Gerici-faşist rejim, bu suç makinelerinden ve zehir tacirlerinden kendisine oy devşirdiği için bunlara “vatansever” derken, kendilerinden olmayan milyonları ise “hain” olarak ilan etmektedir.
* * *
Bugün dümeninde Erdoğan’ın bulunduğu Türkiye kapitalizminin giderek derinleşen iktisadi, sosyal ve siyasal krizi işçi ve emekçiler için tam bir yıkıma dönüşmüştür. Krizin tüm faturasını işçi ve emekçilere ödetmek için her türlü saldırı devrededir. Yalan dayalı propagandaya azgın bir devlet terörü ve faşist zorbalık eşlik etmektedir.
Kokuşmuş sermaye iktidarı ülkeyi, dünyanın bütün pis işlerinin döndüğü ve aklandığı yer haline getirmiştir. Ülkenin bekası denen sadece Erdoğan’ın ve avenesinin bekasından başka bir şey değildir. Gerici-faşist iktidar yaşanan bunca şeye rağmen bugün hala iktidardaysa bunun en temel sebebi toplumsal muhalefetin zayıf ve örgütsüz olmasından dolayıdır. Ayrıca toplumsal muhalefet bugün düzen sınırlarını aşabilecek bir duruş ve pratikten uzaktır. Bu da onu düzen sınırlarına hapsetmektedir. Seçim öncesi bunun sayısız örneğine tanık olduk. Düzen muhalefeti AKP’ye muhalefet ederken, kapitalist düzeni koruma kaygısından dolayı gerici-faşist iktidarın her saldırısına sessiz kalmaktadır. Düzen muhalefetinden başka bir tutum alması da beklenilemez zaten. Onların temel hedefi çivisi çıkan bu kapitalist düzenin tekrar rayına oturtulmasıdır.
Sömürüye ve baskıya maruz kalan işçi ve emekçiler çözümü düzen partilerinden değil, kendi örgütlü mücadelelerinde aramalıdır. AKP’den ve bu sömürü düzenden hesap sormanın yolunun seçimler olmadığı bir kez daha görülmüştür. Bugün gerici ve ırkçı söylemlerin, faşist baskı ve zorbalığın panzehri işçi ve emekçilerin kendi hakları ve çıkarları için yükseltecekleri mücadeleden geçmektedir.
N. Kaya