İstanbul Devrimci Gençlik Birliği’nin bir süredir çalışmalarını yürüttüğü “Eğitim hakkımızdan ve sağlık hakkımızdan vazgeçmiyoruz!” şiarlı etkinlik bugün gerçekleştirildi.
Buluşmada ilk olarak pandemi sürecinde eğitim tablosuna dair bir konuşma yapıldı. Konuşmada pandemi sürecinin, eğitimin niteliksizliğine ayna tuttuğu vurgusu yapıldı. Mart’ta Türkiye’de ilk vakanın duyurulmasıyla birlikte uzaktan eğitime geçildiği ifade edilirken, uzaktan eğitimde yaşanan sorunlar anlatıldı. Altyapı yetersizliklerinden kaynaklı üniversitelerin sitelerine erişim sağlanamazken, Türkiye’de bulunan 18 milyon öğrencinin 8 milyonunun teknik ekipman (internet ve bilgisayar vb.) eksikliğinden kaynaklı eğitim alamadığı vurgulandı. Eğitim ve sağlık sorununun tüm toplumu etkilediği ifade edilen konuşmada, eğitimdeki sorunların sadece bugünün sorunları olmadığı, pandeminin bu sorunları daha da gün yüzüne çıkardığı anlatıldı. Kapitalist sistemde toplumun çıkarları yerine kapitalistlerin çıkarlarının gözetildiği, salgın döneminde de kapitalistlere dev bütçelerin ayrıldığı belirtildi.
Pandemi sürecinde eğitim tablosuna dair konuşmanın ardından söz, yetki, karar hakkına dair bir konuşma gerçekleşti. Pandemi sürecinin en başından itibaren gençliğin, yaşadığı sorunlar karşısında sosyal medya üzerinden sesini duyurmaya çalıştığı, sosyal medya aracılığı ile tepki gösterdikleri ifade edildi. Bu ihtiyacın eğitimin temel bileşenlerinin söz, yetki, karar gibi mekanizmalardan uzak tutulmasından kaynaklandığı vurgulandı. Pandemi sürecinin başında akademiye dönük bir dizi saldırı gerçekleştiren sermaye devletinin, üniversite konseylerinde sermayedarlara söz hakkı tanıdığına değinilerek üniversitelerin fabrikaların arka bahçeleri haline getirildiği vurgulandı. YÖK’ün, eğitimin gidişatına dair üniversitelerde alınacak kararları üniversite yönetimlerinin inisiyatifine bıraktığı ve öğrenci, öğretim görevlisi ve okul çalışanlarının hiçbir hakkı olmadığı vurgulandı.
Söz, yetki, karar kapsamında gençlik hareketi tarihinden Fikir Kulüpleri Federasyonu deneyiminden örnekler verildi. Üniversitelerdeki Öğrenci Temsilcileri Konseyi’nin (ÖTK) gereğince işletilmediği, devlet tarafından içinin boşaltıldığı belirtildi ve bundan kaynaklı üniversitelerde fiili meclislerin önemi üzerine konuşuldu. Eğitim Sen ve TTB gibi meslek örgütü ve odaların da bu süreçte söz, yetki, karar mekanizmalarında doğrudan olması gerektiği ama iktidarın işine gelmediği her durumda bu meslek odalarını hedef gösterdiği vurgulandı. Sistemin toplumun her kesimini nesneleştirmeye çalıştığı koşullarda özne haline gelmenin önemi vurgulanarak konuşma sonlandırıldı.
Ardından eğitim hakkı ve sağlık hakkına dair bir başka konuşma gerçekleştirildi. Topluma “ya eğitim ya da sağlık” arasında bir seçim yapmanın dayatıldığı ifade edilirken, ne eğitim hakkından ne de sağlık hakkından vazgeçilebileceği, bu iki hakkın birbirinin yerine tercih edilemeyeceği anlatıldı. Sağlıkta ve eğitimde yaşanan kaostan bahsedilirken, AKP iktidarının bu alanlara bütçe ayırmadığı, Milli Savunma Bakanlığı’na, Diyanet İşleri Başkanlığı’na dev bütçeler ayırdığı ifade edildi ve buna dair örnekler verildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’na 2020 yılında ayrılan bütçenin, 6 bakanlığa ayrılan bütçeden fazla olduğu anlatıldı. Bir başka örnek olarak Türkiye’de 127 devlet üniversitesine ayrılan bütçenin Oxford Üniversitesi’ne ayrılan bütçenin çok altında olduğu verildi.
Sorunları tartışmanın yanı sıra önemli olanın bu sorunlara dair neler yapmak gerektiğini belirlemek ve harekete geçmek olduğu üzerinde duruldu. Sağlık alanında yapılabileceklere dair iki deneyim olarak Sovyetler Birliği ve Küba’dan örnekler verildi. Hastalıklara dair ‘önleyici’ sağlık hizmetlerinin hayata geçirildiği, sermayedarların değil, toplumun yararının gözetildiği anlatıldı. Sorunların çözümünde örgütlü hareket edildiği ifade edilerek, örgütlenmenin, birlikte hareket etmenin önemine değinildi. Gençlik olarak geleceğe dair birlikte düşünüp, karar vermek, okullarda, bulunulan her alanda oluşturulan meclislerde bir araya gelmek gerektiğinin altı çizildi.
Katılımcıların söz almasıyla canlı bir sohbet biçiminde devam eden etkinlikte, ‘80 sonrası neoliberal politikalarla birlikte ticari eğitimin önünün açıldığı, bununla birlikte eğitim gibi temel bir ihtiyacın alınıp satılabilen bir meta haline getirildiği ifade edildi. Diğer yandan internete erişmek için Maraş’ta çıktığı tepede kalp krizi geçirip yaşamını yitiren öğretmen, internete ulaşmak için çıktığı çatıdan düşerek yaşamını yitiren Çınar Mert örnekleri verilerek, artık eğitim haberlerinin yanına ölüm haberlerinin de eklendiği ifade edildi.
Ayrıca, eğitimin üretim ilişkilerine bağlı olarak doğrudan sermayenin çıkarlarına göre şekillendiği üzerine konuşuldu. İlkokullarda yüz yüze eğitime başlanmasının, üniversitelerde başlanmamasının nedenlerinden en önemlisinin, ilkokul çağındaki çocukların evde kaldıkları oranda tüm sorumluluklarının ailelerinin üzerine kaldığı, bundan ötürü ebeveylerin çalışmasına engel olduğu üzerine tartışıldı. Salgın tehlikesinin olduğu bir süreçte okulların açılmasıyla ilgili kararın, toplumun sağlığı gözetilmeden, üretimin ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda belirlendiği vurgulandı. Son olarak, tüm tartışmalar ışığında birlikteliğin, mücadelenin ve örgütlenmenin önemi vurgulanarak, bulunulan her alanda meclislerin kurulması ve büyütülmesi gerektiği ifade edildi.
Kızıl Bayrak / İstanbul