AKP iktidarı üniversiteleri “kavgaya davet etti!”

Saldırıların bertaraf edilmesi için, saldırılara üniversitenin tüm bileşenleri ile birlikte karşı durması gerekmektedir. Baskının ve gericiliğin karşısında öğrenci, öğretim görevlisi ve üniversite emekçisi birleşmek ve direnmek sorumluluğu ile yüz yüzedir.

  • Haber
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 19 Şubat 2017
  • 10:51

Yanıtımız: İşgal, boykot, direniş!

 

Geçtiğimiz hafta yayımlanan 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 330 akademisyen daha ihraç edildi, böylece üniversitelerden atılan hocaların sayısı 4 bin 800'ü aştı. Geçen hafta görevden uzaklaştırılan 330 akademisyenin arasında tanınmış birçok isim var. Anayasa alanında Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Türkiye’nin ilk nöropsikoloğu 81 yaşındaki Prof. Öget Öktem Tanör, Prof. Dr. Mine Gencel Bek vb... İhraçların yarattığı sonuçların arasında bölümlerin kapanması da bulunuyor. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü ile Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Uluslararası İlişkiler Bölümü ihraçlar nedeni ile hocasız kalıp kapanır duruma düştü.

Verilen tepkiler karşısında AKP’den belirli açıklamalar geldi. Yapılan açıklamada ihraçların listesinin YÖK’ten değil rektörlerden geldiği ifade edildi. Bazı üniversitelerin rektörleri bu açıklamayı yalanladı. Sonuçta dinci gerici AKP iktidarı manipülatif açıklamalar ile birlikte topu taca atmaya çalışıyor.

Sonuç itibarıyla yapılan saldırı tamamen bir akademisyen kıyımıdır. Dinci gericiliğin üniversitelerdeki bu saldırısı, kamu emekçilerine yönelik olmasının yanında, bu ülkenin ilerici birikimini de tasfiye etmek amacını taşıyor. Yıllardır sistematik ve ısrarlı bir biçimde üniversiteye dönük saldırılar artıyor. Bunun bir yanını rektör atamaları, bir yanını üniversitenin tüm bileşenlerine yönelik baskı ve devlet terörünün arttırılması oluşturuyor. Eğitim kısmının sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda düzenlendiği ve güdük olduğu ise bilinen bir gerçek. Ancak üniversitelerdeki ilerici birikimin tasfiye edilmesi saldırının salt “işşiz bırakma” sınırlarında olmadığını gösteriyor.

Bu saldırıların karşısında yapılacaklara değinmeden önce, hali hazırda gerçekleşen eylemli süreçlere bakmak anlamlı olacaktır.

Üniversitelerden yanıtlar

Şehir merkezlerinde gerçekleşen destek eylemleri ve Eğitim Sen’in gerçekleştirdiği toplantılarda çıkan bazı yönelimlerin yanı sıra, saldırılara karşı üniversite-okul merkezli yanıtlar üretmenin önemi orta yerde duruyor. Bu sürecin üniversitelerin ara tatil döneminde yaşanması ise bu yanıyla dinci gericiliğin süreçten dersler çıkardığını gösteriyor.

Buna rağmen kimi üniversitelerde eylemler gerçekleştirildi, ancak eylemlilikler “Akademi susturulamaz, geri döneceğiz!”, “Kahrolsun istibhat, yaşasın hürriyet”, “Hayır gitmiyoruz” gibi farklı şiarlara konu oldu.

Ankara Üniversitesi akademik kıyımın en çok yaşandığı üniversitelerin başında geliyor. Salt 686 sayılı KHK’yla 71 barış imzacısı akademisyen ihraç edildi. Bu sayı önceki atılanlarla birlikte 103 olmaktadır. Saldırılar karşısında en militan yanıt ise Cebeci’den geldi. Rektörün istifaya çağrıldığı, cübbelerin polis postalları ile ezildiği, akademisyenlerin ve desteğe gelenlerin coplar ve gazlarla okuldan uzaklaştırıldığı, gözaltına alındığı eylemler gerçekleştirildi. Saldırılar karşısında sahne sanatları öğrencileri bir açıklama yaparak 28 farklı üniversitede eylem yapacaklarını açıkladı. “Haksızlığa karşı ses çıkarmak” için 13 Şubat günü saat 13.00’te 28 farklı üniversite bileşeni bulundukları yerlerde sessiz eylem gerçekleştirdi.

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde ve DTCF’de kimi bölümlerde boykot devam ediyor. Psikoloji, Sosyoloji, SBF, İLEF gibi birçok bölümde, öğrenci topluluğu ve diğer örgütler ihraç edilen akademisyenler için forumlar gerçekleştiriyor. Bölüm bölüm yapılacaklara karar veriyorlar. Bazı dersleri dersin hocasıyla birlikte orta bahçede, açık ders olarak gerçekleştirme doğrultusunda kararlar alınıyor.

Yine İstanbul’da Marmara Üniversitesi’nde de akademisyenlere veda eylemleri gerçekleştirildi. YTÜ’de ise bu eylemler haftaya başlayacak.

***

“Gerçekte öğrenci gençliğin toplumsal sorunlara bu ilgisi, hiç de modern sınıf mücadeleleri ile belirlenen ‘60’lar sonrası yeni dönem Türkiye’si ile de sınırlı değildir. Daha on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Osmanlı’nın hızlanan çöküş sürecine de bağlı olarak, dönemin öğrenci gençliği toplumsal sorunlara ilgi duymuş, bu temelde hızla politize olmuştur. Dönemin Tıbbiye ve Harbiye öğrencileri, çözülmekte olan imparatorluk sorununa ilgi gösteriyorlar ve bu durumdan çıkış ve çözüm için yollar arıyorlar, böylece hızla politize oluyor, gizli örgütler kuruyorlardı. Daha henüz öğrenci iken, daha henüz toplumsal yaşam içerisinde çok dolaysız olarak yer almadıkları bir evrede, bunu yapıyorlardı. Nihayetinde uluslararası siyasi literatüre ‘Jön Türk’ kavramını katmış bir toplumsal-siyasal kültürden söz ediyoruz. Bu ülke gençliğinin güçlü bir politikleşme geleneği var demek istiyorum. Her toplumda bu vardır ama bizde belirgin biçimde güçlü bir damardır demek istiyorum.” (Politik gençlik hareketi geleneği, H.Fırat)

Üniversitelerin akademisyenlerine sahip çıktığı, kitlesel boykotların ve işgallerin gerçekleştiği, rektörlerinin istifa ettiği dönemler vardır tarihimizde. Bunların hepsinin de politik süreçler üzerinden gerçekleştiği açıktır. Tarih, bir nostalji değil gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

Saldırıların bertaraf edilmesi için, saldırılara üniversitenin tüm bileşenleri ile birlikte karşı durması gerekmektedir. Baskının ve gericiliğin karşısında öğrenci, öğretim görevlisi ve üniversite emekçisi birleşmek ve direnmek sorumluluğu ile yüz yüzedir. Bugüne kadar var olan eylemlilikler ile (özelde Cebeci şahsında) “üniversiteler bizimdir” denmiştir. Bunun henüz cılız da olsa pratik göstergesi boykot ve işgaldir. Daha güçlü bir çıkışın örgütlenmesi için şimdi nüve halinde olan tepkilerin birleşmesi ve ortak mücadele pratiğine kavuşturulması gerekmektedir. Saldırıları geri püskürtmenin de, eylemlerde öne çıkan “Geri döneceğiz” sloganının hayat bulmasının da yolu buradan geçmektedir.